606 entry daha
  • akp liderliğine, atatürk'ü düşman belleyen, laik, demokratik, çağdaş türkiye'yi yıkıp, ülkemizi orta çağ karanlığına sürükleyecek dindar ve kindar bir nesil yetiştirmeyi hedefleyen bir zihniyet hakim; cumhurbaşkanı erdoğan'ın son yıllarda yaptığı açıklamalar dikkatle incelenirse, türkiye'nin temel kimliğini osmanlıcı-sünni-islam kimliğine dönüştürmek istediği ortaya çıkıyor. ancak bu doğrultuda atılacak adımlar, son derece olumsuz sonuç doğurur. önce laiklik ve çoğulculuk sistem dışına itilir. sonra da tek boyutlu bir inanç ve yaşam biçimi toplumun tümüne dayatılır. bu uygulamaların toplumun içini çürütüp, ayrıştırması ve mezhepsel çatışmalar ile sosyal patlamalara yol açması kaçınılmazdır. böyle bir gelişme türkiye'yi ortadoğu'da yaşanan tüm mezhepsel çatışmaların hedefi haline getirir ki, bu, felaket doğurur.

    hayır”cıların kimseyi rencide etmeden, inançlara saygılı yaklaşımlarla toplumu aydınlatması lazım. dinin siyaseti esir aldığı hiçbir ülke orta çağ karanlığından kurutulamamış, kalkınamamış, istikrar ve refaha kavuşamamıştır. mısır'da büyükelçilik yapmış olan bir meslektaşımın anlattığı 1995 yılında kahire'de cereyan eden ilginç bir olay, bu gerçeği çarpıcı biçimde kanıtlıyor. profesör nasr abu zayd, mısır'da tanınmış bir ilahiyatçı ve verimli bir yazardır. eşi ibdihal hanım da kahire üniversitesi'nde fransız edebiyatı öğretim görevlisidir. kuran-ı-kerim hakkında liberal tefsirler yapan profesör ab zayd, kuran'ın bir kültürel ürün olduğu ve 7. asrın kültürel ortamı dikkate alınarak okunması gerektiğini düşünen, fakat tefsirinin bugünün koşullarının ışığında yapılmasının önemini savunan liberal bir yaklaşıma sahiptir. yazdığı makaleler kahire şeriat mahkemesi'ne intikal eder ve mahkeme verdiği kararda profesör zayd'ı, savunduğu görüşlerin islam dininin reddi anlamına geldiği gerekçesiyle, “mürted” olarak ilan eder. “mürted” demek “irtidat” eden, yani dinden dönen, islamı reddeden demektir. şeriat'a göre mürtedlerin hayat hakkı yoktur. abu zayd ölüm korkusuyla hollanda büyükelçiliği'ne iltica eder, sonra da bir yolunu bulup mısır'dan kaçar. hikâye burada bitmiyor. şeriat'a göre müslüman bir kadın müslüman olmayan bir erkekle evlenemeyeceğinden şeriat mahkemesi bir sonraki celsesinde ibdihal hanım'ın da kocası profesör abu zayd'dan boşanmasına hükmediyor. o hafta türk büyükelçisi katıldığı diplomatik bir davette dostane ilişkiler sürdürdüğü el ahram gazetesi'nin başyazarına rastlıyor. görüşme abu zayd olayına intikal ediyor. büyükleçimiz, başyazara şu suali soruyor: nasıl oluyor da, mısır gibi arap ve islam dünyasının lideri ve büyük bir uygarlığın temsilcisi bir ülkede böyle kararlar alınabiliyor? başyazar biraz düşündükten sonra şu cevabı veriyor: “çünkü bizim bir atatürk'ümüz olmadı da ondan!”

    bu olayı atatürk'ün yaratıcısı oluğu cumhuriyetimizin kurucu felsefesine iki elle sarılmamız gerektiğini vurgulamak için naklettim. din ve mezhep temelli yönetim zihniyeti bilimi boğar, laikliği dışlar, siyaseti de esir alarak ülkeyi ayrıştırır, toplumsal çatışmalara mezhep savaşlarına yol açar. mısır bu gerçeğin en çarpıcı örneğidir. devlet yönetiminde laiklik demek, toleranstır, eşitliktir, din ve vicdan özgürlüğüdür, çağdaş hukukun mayası ve demokrasinin olmazsa olmazıdır. herkes inançlarını özgürce yaşar ve dini vecibelerini hiçbir kısıtlama olmaksızın özgürce yerine getirir. işte bu anlayış derecesine ulaşamadıkları için, dünyadaki 1,5 milyar insan, modern bilime ulaşamıyor, kalkınamıyor, sanayileşmiyor, çağdaş evrensel hukuku kabul edemiyor, halk iradesine dayalı istikrarlı bir devlet kuramıyor, kendi kendini yiyen kurt gibi hem sömürüyor, hem de sömürülüyor, inanç ve kimlik savaşlarıyla birbirini boğazlayıp kan içinde yüzüyor. türkiye'yi bu korkunç girdaptan kurtardığın için nur içinde yat atatürk!

    şükrü elekdağ
1399 entry daha
hesabın var mı? giriş yap