841 entry daha
  • çıldırtmaz olur mu?

    gecenin bu saatinde 29 sayfa (28x25+20 adet) entry okuttu, "acaba insanlar ne düşünüyor, ne kadar çıldırıyor?" diye.

    sorgulamadan inançlı olduğumda hiç korkum olmamıştı; "ölsem şu an hediye olur, iyi olur." derdim. islam, hıristiyanlık, makro felsefe hiç fark etmez. inanıyorsan çıldırmazsın.

    son günlerde tarihle (göçüp giden insanlarla ve eserleriyle) çok iç içe geçtim, yetmedi çok ölüm içeren görüntüler vs. izledim, uyumadan önce "ne için yaşıyoruz?" sorusuyla şu an canlı kanlı kırmızı olan elimin bir gün the walking dead'deki renklere bürüneceğini hatırladım.

    1- öbür dünya varsa sorun yok (tabii cehenneme gitmiyorsan)
    2- ancak olmadığına inanıyorsan ego insanı çok yaralıyor. "ben nasıl kayda değer bir şey yapmadan ölürüm!" hissiyatı geliyor.

    bu kayda değerlik çok keyifli bir hayat yaşamış olman veya zengin olman ile olmaz. elon musk ya da ali ağaoğlu olman çözüm değil.

    bir marcus aurelius olabilir misin, jiddu krishnamurti gibi insanları doğruya yönlendirip öldükten sonra bile dünyaya katkı sağlayabilecek hale gelebilir misin? veya bir tek başına dünyaya unicef kadar katkı verip "yeterince iyilik yaptım" deyip huzurla ölebilir misin? (maalesef 3-5 ya da 13-15 kişiye yardım etmek tatmin etmiyor insanı.)

    bunlardan tatmin olsan bile sonra "daha sonra ne var?" sorusu akla geliyor, gene deliriyorsun. belki bundan 150 sene sonra çoktan mort olmuş olan benim bu entry'mi okuyup (öeeh) aynı hissiyatına çözüm bulmaya çalışan insanlar olacak. aslında bu bile beni rahatsız ediyor, "yok olmam" ne demek? peki beni kim ne hakla dünyaya getirdi?

    ölümün çıldırtmasından daha çok çıldırtan bir şey de şu:

    hepimizin yaptığı; hormonları tavan yapmış iki tane geri zekalının ya istemeden, ya da isteyerek "hadi çocuk yapalım." diye karar verip dünyaya kendilerinin kopyalarından getirmeleri... bu kadar basit mi ya? belki çocuk namaz kılmadı oruç tutmadı diye sonsuza dek cehennemde yanacak (dini inanca göre) ama sen bu ihtimali görmezden gelip "çocuk yapıyorsun". ne hakla ölecek, öncesinde ve sonrasında ızdırap çekebilecek bir canlıyı dünyaya getirmeye kendinde hak görüyorsun ki? bu çok sığ bir hareket, içgüdü gibi ilkel temelli olduğundan tabiatıyla sığ geliyor insana, çok iptidai.

    eğer her sorgulamanın çözümü "din"i es geçersek; antik dönem, roma dönemi filozoflarını okuyunca insan rahatlıyor aslında. o barışıklık, "doğru insan" olabilme çabası ölümü önemsizleştiriyor ama bunları her zaman hatırlayamıyor insan. (bir de onların genelde anlattığı "insanlığa katkı"nın iyi olmak ile yetebileceği fikri yetersiz gelebiliyor.) keşke dinlerin bazı yönleri saçma gelmeseydi de sorgusuz sualsiz inanabilseydim diyorum, ama kitapları okuduktan sonra artık geri dönüşü yok.

    çevremde biri öldüğünde çok etkilenmiyorum, ama aniden, sebepsiz bastıran bu irdeleme hissiyatı beni çok rahatsız ediyor. burada yazdığım gibi var edilişimden itibaren en sonuna kadar bu saçma döngüyü kabul etmekte zorlanıyor, zihnimizin bu farkındalığı yaşamasına da lanet ediyorum. "neden kedi gibi ne olup bittiğini anlamadan göçüp gitmiyoruz ki" diyorum, sonra keşfetmenin, öğrenmenin, yardım edebilmenin verdiği hazzı da kaçırmak istemezdim diyorum; bu da paradoks oluyor çünkü o merak ve öğrenebilme kabiliyeti nedeniyle çıldırıyoruz.

    kendimizi çok özel görüp önemsediğimiz için yediremiyoruz. özet bu aslında. (bu nedenle dünyada bir iz bırakma vs. ile anlamlandırmaya çalışıyoruz, ya da bu çaba dahil her şeyi komple anlamsız bulup çıldırıyoruz.) aslında doğa döngüsünde bir element/bileşik deposundan başka bir şey değilsin. içgüdülerinle yaşa ve öl devam et işte. ama bu kadar derin düşünebilen bir varlığın da kendini özel görmemesini beklemek doğru olur muydu? sanmıyorum. zihin çok ileri gitmiş, vücut alt basamaklarda kalmış (kısa sürede -kime göre neye göre- ölüyor falan), problem buradan başlıyor. insan beyni bu kadar gelişmemeliydi.

    çözüm:
    her şeye rağmen; bir gün evrenin en ufak parçasına kadar kocaman bir boşluk olacağını, yani gördüğünüz tüm yıldızların ve galaksi kümelerinin, hatta kara deliklerin dahi sonu olduğunu anlatan, (en azından fiziksel açıdan) hiçlikten gelip hiçliğe gideceğimizi ve bunun çok da normal olduğunu göstererek bizleri bir nevi rahatlatan bbc'nin olağanüstü bir belgesel serisi var:
    wonders of the universe - brian cox'un belgeseli, 1.bölüm
    (evet... "koskoca yıldız bile yok oluyorsa ben zaten yok olayım" diyorsunuz, o bakımdan rahatlatıcı.)
3159 entry daha
hesabın var mı? giriş yap