13 entry daha
  • john butler'ın bir filmi. yönetmenin bir önceki filminin, bir bekarlığa veda partisi komedisi (bkz: the stag) olduğunu gördüğüm zaman, filmografisindeki bu sıçramayı keyifli buldum. butler, bu filmde hem yazar hem de yönetmen olarak, türe bir miktar özgünlük katmış: platonik ya da gizlice yaşanan aşk hikayelerine takılıp kalan eşcinsel filmleri furyasından bir çıkış aramış ve deyim yerindeyse bu film türünü aşktan özgürleştiriyor. filmi önemseme nedenim de temelde bu. karakterler birbirine aşık olmuyor. senaryo, diğer bu tür filmlerdeki gibi, okullarda yaşanan zorbalığı baskın biçimde kullanmış. ama film, diğerlerinden iki noktada ayrılıyor. ilk olarak, zorbalığa uğrayan karakter eşcinsel karakter değil, en azından biz seyirciler onun cinsel yönelimini tam olarak bilmiyoruz (kendi de bilmiyor). ikincisi, hedef kitlesindeki izleyiciyi güçlendiriyor, iyileştiriyor, dışlanmışlığa, acizliğe (sözgelimi intihara) mahkum etmiyor.

    filmde, dahice olduğunu düşündüğüm tek bir detay var. filmin açılışını ve kapanışını gerçekleştiren "herkesin utandığı bir an vardır" tiradı, eşcinsel karakter üzerinden değil, onu ifşa eden ve öfkesine yenilip arkadaşını zor durumda bırakan karakterle anlatılmış. bu da sıkışmış, sancılı değil; yumuşacık bir his bırakıyor. sempatik bulduğum başka bir detaysa, yönetmenin ve yazarın, filmin sonunda "to all my sisters" (tüm kızkardeşlerime) diyerek filmi ithaf ettiği kitle oldu. yoruma açık olmasına rağmen, burada (filmde temsil edilmemelerine rağmen) "erkeksi" olmayanların da gönlünü almış.

    "ıt gets better" (her şey daha iyi oluyor) söyleminin içinin doldurulması gerektiğini hatırlatan sahne de iyiydi. obama döneminde, uluslararası bir kampanyaya dönüşen ancak temelde amerikalı, ergen, zorbalığa uğrayan eşcinsellerin intihar oranlarını azaltmak için ortaya atılan kampanyaya referans veriyor. bir irlanda filmi olan handsome devil, "ıt gets better"ın söylemesi kolay, gerçeğe geçirilmesi mücadele gerektiren bir laf olduğunu hatırlatıyor (ama rahatça diyebilirim ki mutsuzluğun bokunu çıkarmıyor). coming of age dramanın baş yapıtı ölü ozanlar derneği'nden (bkz: dead poets society) ödünç aldığı "idealist ve öğrencilerine ilham kaynağı olan öğretmen" figürünün açmazlarını, kırılganlığını, hayatı çözemediği yanları göstermesini de değerli buldum.

    kanımca, filmin büyütülecek pek bir yanı yok ama bir coming of age drama, arkadaşlık, ötekileştirilme konulu bir film ya da özel olarak lgbti+ hikayelerini izlemek isteyen, izlemeye ihtiyaç duyan ve "ben bir filmi, hoş vakit geçirmek, biraz duygulanmak için de seyrediyorum; ille de çarpıcı bir sanat eseriyle buluşmamın lüzumu yok" diyen izleyicilere iyi gelecektir. şahsen bana dokundu, ultra amatör olmasına rağmen son derece samimi bulduğum latter days'ten bu yana -hatırlayabildiğim kadarıyla- ilk kez bu tür bir tat aldım, gözlerim doldu. film, bir miktar soap opera tadında, "iyiler" ve "kötüler" fazla keskin ayrılmış birbirinden. yaşattığı duygudurum da pembe dizi izlerken yaşananınkine benziyor. bu, benim için olumsuz bir unsur değil. romantizmin aşktan ibaret olmadığını duyumsamış seyircilere de iyi gelecektir. eşcinselliğin seksüel yanına odaklanmadığı için, homofobik seyircinin de midesi bulanmadan inceleyebileceği bir film.
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap