3 entry daha
  • (bkz: yalnızlığın felsefesi) kitabında alıntı yapılan muazzam charles baudelaire şiir-düzyazı karışımı eseridir.

    insanın, sevdiği kadının “o kadın” olmadığını anladığı anı harikulade izah eder bize yazarımız.

    ya! bugün sizden niçin nefret ettiğimi bilmek istiyorsunuz demek. nedenini anlamanız anlatmamdan daha güç olacak kuşkusuz; çünkü sanıyorum ki siz kadın duyarsızlığının en güzel örneğisiniz.
    birlikte, bana kısa görünen uzun bir gün geçirmiştik. bundan böyle tüm düşüncelerimizin ortak olacağına, ruhumuzun tek bir ruh olacağına değgin söz vermiştik birbirimize; herkesin söylediği, kimsenin gerçekleştiremediği düşlerden biri işte.
    akşam yorgundunuz biraz, yeni bir bulvarın köşesindeki, yeni açılmış bir kahvenin önünde oturmak istediniz. henüz tamamlanmamış bir görkemi utkuyla gösterircesine sağda solca molozlar, harç döküntüleri vardı. işık altında, pırıl pırıl kahve. gaz lambaları bile ateşli bir başlangıç tutkusunu sergileyip tüm güçleriyle aydınlatıyorlardı beyaz ışıklarla kamaşmış duvarları, aynaların pırıl pırıl yüzlerini, silme çubukların ve kornişlerin altın yaldızlarını, tasmalı köpek gezdiren tombul yanaklı saray uşaklarını, bileklerine tünemiş atmacalara gülen kadınları, başlarında meyveler, börekler, kızarmış av hayvanları taşıyan su perilerini ve tanrıçaları, uzanmış kollarında küçük bavyera vazosu ya da alacalı dondurmaların çift renkli dikilitaşlarını sunan hebe'leri, ganymede'leri; oburluğun hizmetine sunulmuş bütün tarihi, bütün efsaneyi.
    önümüzde, yolda, kırk yaşlarında, yorgun yüzlü, sakalına ak düşmüş bir adam eliyle küçük bir oğlan çocuğunu tutmuş, kucağında yürüyemeyecek kadar yırgun minik bir varlık, yolun üstünde dikilip, hizmetçi gibi, çocuklarına hava aldırıyordu. hepsinin giysileri yırtık pırtıktı. üçü de, ciddi bir yüz ve bakan altı gözle, aynı hayranlıkla, ama yaşlarına göre değişen biçime yeni kahveyi seyrediyorlardı.
    babanın gözleri: "ne güzel! ne güzel! sanki zavallı dünyamızın bütün altını bu duvarın üstüne taşınmış" diyordu. küçük oğlan çocuğunun gözleri: "ne güzel! ne güzel! ama yalnızca bizim gibi olmayanların girebileceği bir ev" diyordu. en küçüğünün gözlerine gelince, şaşkın ve derin bir kıvançtan başka bir şey anlatamayacak kadar büyülenmişti.
    halk aşıkları, arzu ruhu iyileştirip yüreği yumuşatır derler. benim o akşamki ruh halimi yansıtması açısından şarkıda söylenen doğruydu. o üç kişinin, o ailenin gözleri yüreğimi yumuşatmakla kalmamış, kendimden, önümüzdeki, susuzluğumuzdan çok açgözlülüğümüzü sergileyen bardaklar ve sürahilerden utanç duymuştum. benim bu düşüncemi, aynı düşünceyi okumak için gözlerimi gözlerinize çeviriyordum güzelim; o öylesine güzel, o öylesine tarifsiz, tatlı gözlerinize, tutkunun ve ay ışığının konakladığı yeşil gözlerinizin ta içine bakıyordum güzelim, ve siz o anda bana: "şunların haline bak, ne sinir şeyler, gözlerini araba kapısı gibi koca koca açmışlar, kahveciye söyleyin de lütfen uzaklaştırsınlar" dediniz.
    anlaşmak ne zormuş meğer meleğim, düşünceler ne kadar değişikmiş meğer birbirini sevenler arasında.

    paris sıkıntısı / charles baudelaire
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap