2 entry daha
  • bisiklet çaldırılalı günler olmuş, cepteki son bozuklarla eve dönmek üzere yorgun argın metroya binilmiştir. birden hangi durakta olduğunu farkeder insan. tam ziller çalarak kapılar kapanırken kendisini dışarı atar. aksi gibi metro durağından gidilmek istenen yere doğru yürürken yağmur bastırır yaz günü. koşulur deli gibi, kapının önüne gelindiğinde nefes nefese kalınmış ve dona kadar ıslanılmıştır. hain yağmur ise, bu oyundaki görevini yerine getirmiş olmanın huzuruyla durmuştur çoktan. nefes toplanmaya çalışılırken kapı açılır. bütün bu eziyete kendisi için girilen kişi şaşkın gözlerle bakmaktadır. "mer.. ehu ehu... aba... ehu ehu" gibi bir şey zırvalanır ve yağmurda sokakta kalmış kedi yavrusu gibi bakılır.
    kısa bir sessizlik olur, çünkü herşeyin bittiğine çok uzun zaman önce karar verilmiş, valizler toplanmış, vedalar söylenmiştir.
    metroda o durakta inmiş, o yağmurda oraya kadar koşmuş olmak, orada o kapının önünde dikiliyor olmak başlı başına bir hatadır. nefes toplanabilmiş olsa, o esnada beyne de biraz kan gideceğinden bu hata farkedilecek ve çaktırmadan geri dönülecektir. ama kaderin zamanlaması o kadar iyidir ki, iki kişiyi böyle bir eşikte savunmasız yakalamasını becermiştir.
    uzunca olan saçlardan hala sular akarken, karşıdakinin içeri girip, kapıyı kapatacağı, hatta çarpacağı düşüncesi ile bir an yürek burkulur. nefes de bir türlü toplanamamıştır zaten. dalak da hafiften şişmiş ve ağrımaya başlamıştır. tüm bu fiziksel acılar da -istemeden de olsa- yüze yansır.
    işte o anda iki el uzanır insanın yüzüne, ıslak saçları şöyle bir arkaya atıp, yüzü ve dudakları üstün körü silmek için. kansızlıktan vücut üzerindeki hakimiyetini de kaybetmiş olan beyin, iki yanda kuru birer yaprak gibi sarkmış duran ellere öbür elleri tutmaları için boşuna sinyal göndermeye çalışmaktadır. gözler bile kırpılamaz o anda; soğuk, taştan bir heykel olmadığına insanı inandıran tek şey, gökgürültüsünü bile bastıran ve bir türlü yavaşlamadan sanki kafasının içinde atan kalbinin sesidir.
    derken bir çift dudak bir kelebekmişcesine konar insanın dudaklarına. aylarca buzlar altında kalmış bir vadiye baharın yavaş yavaş gelip yerleşmesi gibi, yaşama coşkusu, mutluluk ve sıcaklık yayılır dudaklardan önce yüze, sonra vücuda.
    gözler kapanır, o kelebek hiç uçmasın, o vadide bahar hiç bitmesin istenir çocukça.
    gözler açıldığında, kapalı kapı görülür. şaşkınca sağa, sola bakılır ve kimse görülemediği için yaşanılanın bir hayal olduğuna, nihayet kafanın peynir ekmekle yendiğine kanaat getirilir. tekrar söz geçirilebilir hale geldiği farkedilen ellerden birisi dudaklara götürülür. buz gibi parmak uçları, sıcak dudaklara değince olayın gizemi bir kat daha artar.
    afallamış bir halde metroya doğru yola düşülecekken, kapı tekrar açılır. elinde bir havluyla dönen bahar perisidir. ama ne kelimeler, ne surattaki soru işareti ifadesi, ne de bilinen başka hiç bir lisan ona az önce bu insanın yaşadığı şeyi hafızasına kaydedemediğini, hatta hafızaya kaydetmeyi bırak, olan biteni anlamadığını ve dahi anlamlandıramadığını anlatamaz. havlu ile şöyle bir kurulanılır, teşekkür edilir, son bir veda sözcüğü söylenerek dönülür ve metro durağına doğru yürümeye başlanır.
    derken günlerden bir gün, sözlük sayesinde the perfect kiss diye bir şarkı olduğu öğrenilir, "bir ara dinleyelim bakalım melodisi nasılmış?" diye merak edilir*.
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap