13 entry daha
  • grappa diye bi içkisi var italyanların, ahşap fıçıda bekletiyorlar böyle. o nemli meşenin kokusu tadı nasıl bi sirayet ediyorsa ama, bir shot iç, 12 yıl o fıçıda bizzat sen beklemişsin, 12 yıldır dünyayı karanlıkta oradan sen seyretmişsin de şimdi ilk kez çıkmışsın gibi hissediyorsun. hafızan değişiyor, fıçı bizzat senin geçmişin oluyor.

    bu eskicileri gezmenin de tıpatıp aynı etkisi var. hop başka biri oluyorsun oradan çıkınca, kendi geçmişine dönük hafızan editleniyor.

    3’e 5 metre dükkanın içine oturup saysan 4700 kalem şey, üst üste yığılmış. süs eşyaları, kararmış mumluklar, spor müsabakalarından alınmış kupalar, ince belli çay bardakları, sandıklar, 30 yıl önce durmuş saatler, çay kaşıkları, yıpranmış deri çantalar, eski ahşap radyolar, tek dişi yamulmuş çatallar, aynalar, bavullar, defterler... bir evde vaktiyle kullanılmış özel, sıradan, bozuk, çalışan, kırık, sağlam binlerce şey. vaktiyle onlara eli değen insanların, üstünde durdukları konsollar, içinde yattıkları çekmecelerin kokusuyla dokusuyla demlenip demlenip, imbikten süzüle süzüle metal, cam, ahşap oraya gelip birikmişler. bir shot bakıyorsun ve o çekmecede sen yatmışsın, o konsoldan sen izlemişsin 25 yıl aynı salonu, görsen hemen tanıyacağın eller yıllarca seni kavramış sapından kulbundan gibi. hafızan bir anda değişiyor.

    her eşyada biraz daha lirikleşe lirikleşe iyice sıvılaşmışken hele bir de fotoğraflara denk geldin mi nakavt! güm! 60’lar, 70’lerden siyah beyaz yüzlerce fotoğraf. bir okulun önünde çekilmiş sınıf fotoğrafı, birbirlerine hiç benzemeyen ama sarılışlarından görür görmez kızkardeş olduklarına emin olacağın gülümseyen iki orta yaşlı kadın. otoriter bir baba, donuk bir anne ve iki oğullarının bir koltukta oturduğu ölümcül derecede ciddi bir fotoğraf. çok buğulu gözleri, boğazlı bi kazağı olan bir adamın stüdyo fotoğrafı, kameranın hemen ötesine bakmış. “bir sevmek bin defaaaa ölmek demekmiş” diye mırıldanıyor aklından tam fotoğraf çekilirken, onu bile duyuyorsun. kenarları düz, köşeleri yıpranmış fotoğraflar. kenarları dantelli gibi, tırtık tırtık kesili fotoğraflar.

    bir kadın var hele... genç, 21-22 belki. balkondan dışarıyı izliyor, bir kolu balkon demirinin üstünden uzanmış. objektife bakmıyor, düşünceli... “haberim yokmuş gibi çek panpa”lığın moda olmadığı yıllar daha. hem realistik de değil zaten, 3.5 kiloluk bir makineyle çekilmiştir o foto muhtemelen. daha çok kafası çok meşgul gibi kadının. aklı başka yerde. güneşli bi yaz günü, ve fotoğrafın ışığından belli, ya sabah saatleri ya öğleden sonra. ayla olmalı kadının adı, 1 haziran 1963, bi cumartesi öğleden sonrası. ayla’nın içini sıkan bir konu var. kendine saklıyor ama. kuzeni şaduman gelmiş o cumartesi evlerine şen şakrak, fotoğrafçı bir arkadaşından makine getirmiş ödünç alıp. ailece fotoğraflarımızı çekelim diyor. ayla’nın kafası dalgın ama. toplu fotoğraf tantanası biter bitmez balkona kaçıyor tek başına. 3-5 geçmeden şaduman balkona geliyor peşinden, “poz versene” diyor. ayla hanım hanımcık gülümsüyor objektife bakıp. şaduman basıyor deklanşöre ama çekim yok. ne oldu buna aa diye kurcalarken ayla onu bekliyor görünüyor ama yavaş yavaş kendi dünyasına gömülüyor tekrar. vücudu kameraya dönük hala, ama gözleri sokakta. şaduman kurcalarken yanlışlıkla çekiveriyor o shot’ı. ayla’nın saçları ensesinde, güneşten hafif gözlerini kısmış, balkondan uzaklardaki bir yere bakıyor. kolu balkon demirinin üzerinden dışarı uzanmış gevşekçe, yüzüne yüzünün gölgesi düşmüş. muazzam bir fotoğraf... bir shot çekiyorsun ve o haziran gününü kendi geçmişinden hatırlıyorsun artık. balkonda durmuşuz böyle.. şaduman, ben, ayla, bir de güneş. fotoğrafta suretimiz çıkıyor. şaduman’ın, benim, ayla’nın, bir de güneşin. önce ayla gidecek, sonra ben, sonra şaduman, sonra fotoğraf. güneş kalacak. sonra o da gidecek. ama çok şükür, bugün hepimiz buradayız.
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap