410 entry daha
  • dünya üzerinde görüp görebileceğiniz en kapsamlı aga incelemesi olacak. uzun olacak, zor olacak, bol yeşilli olacak ama her şey olacak.

    daha önce şu entryde fizyolojik olarak bir değerlendirmede bulunmuştum. saç dökülmesi meydana gelen bölgelerde deri zamanla daha da kalınlaşıp ileri seviyelerdeyse tamamen elastikiyetini kaybediyor.

    peki ne oluyor da deri elastikiyetini kaybediyor?

    bunun sebebi kolajen adlı bağ dokumuzun yapısını oluşturan fibroz proteindir. diyelim ki elimizi kağıtla kestik, hemen o bölgeye vücudumuz kolajenleri yollar ve yaralanan bölge kısa bir sürede pürüzsüz bir şekilde eski haline gelir. sürekli bahsettiğim dermaroller'ın da yaptığı aslında tam da budur. (bkz: #61670881)

    peki ya bu kesik daha ciddi olursa?

    vücut yine kolajenleri yollar ama bu kez ayarı tutturamaz ve keloid denilen durum meydana gelir.

    ilginç bir şekilde saç dökülmesi yaşayan insanların tepe ve ön bölgelerinde yaşamayan insanlarınkine göre 4 kat daha fazla kolajen bulunmuştur.

    iyi de vücudumuz neden böyle bir tepki gösteriyor? yara yok, kesik yok neden vücudumuz saçsızlaşan alana kolajen yollamakta bu kadar ısrarcı?

    aşırı kolajen fibrozis olarak da adlandırılır. saçsızlaşan alan aşırı kolajen ile işlenmeye başlarken incelen saç folikülleri de bununla çevrilidir. buna ise perifollicular fibrosis denir. türkçesi, dökülme yaşanan alanlarda mikro enflamasyonlar meydana geliyor demek. şurada görüleceği üzere finasteride öncesi tgfß-1 proteini %81,9 iken finasteride sonrası bu protein %30,4'e kadar geriliyor. tgfß-1 ile ilgili detaya birazdan gireceğiz.

    tıpta ise bu merete skleroderma diyorlar. daha iyi anlamak için sklerodermalı eller ve bu da saçları tamamen dökülmüş kafa derisi.

    aynı sertlik, aynı parlaklık hatta aynı şişkinlik.

    ilginç olanı ise aşırı kolajen ve fibrozdan hemen sonra saç dökülmesi başlıyor. mesela şuradaki arkadaş da bizim bu teoriyi destekliyor.

    peki fibrozis nasıl saç dökülmesine sebep oluyor?

    sebep çok basit aslında, kalınlaşan, sertleşen dokuda damarlarımız da bundan etkileniyor ve kan akışı azalıyor. enerjisi kesilen saç da haliyle olduğu yere yığılıp kalıyor. mesela şuradaki çalışmada saç dökülmesi yaşanan bölgede kan basıncı o bölgede 32,2mmhg iken sorun olmayan bölgede 51,8mmhg olarak ölçülüyor. bu yarı yarıyadan bile fazla. saç dökülmesi yaşamayanlarda ise durum 53,9'a 61,4.

    fibrozis dışında bir de kalsifikasyondan bahsetmeliyiz.

    kalsifikasyon, kısaca adından da anlaşılacağı üzere kalsiyumun dokularda birikmesidir. kalsiyum diyeti yapalım o zaman diyeceklere şimdiden söyleyelim, kalsiyum diyetiyle kalsifikasyonun herhangi bir bağlantısı yoktur. inanmayanlar için bu taraftan.

    öte yandan çoğu araştırma fibrozis ve kalsifikasyonun aynı bölgelerde ama birbirinden bağımsız bir şekilde meydana geldiğini gösteriyor.

    yurtdışında çoğu doktor saç dökülmesinin esas sebebi olarak dht'yi görüyor. saç dökülmesi de genelde erkekleri etkileyen bir durum, peki fibrozis ve kalsifikasyon ile androjenlerin(özellikle dht) herhangi bir ilişkisi olabilir mi?

    örneğin şu araştırmada dht ve testoteron enjekte edilen farelerde arteriyel kalsifikasyon %200-400 kadar artıyor.

    fakat başka bir araştırmada da androjenlerin bizi kalsifikasyona karşı koruduğunu söylüyor.

    demek ki androjenler tek başına kalsifikasyona sebep olmuyorlar. demek ki bu denklemde bir değişken daha var.

    aslında bir değil iki değişken var. denklemi sağlayan diğer değişkenler androjen reseptörleri ve kalsifikasyon regülatörleri.

    şu araştırmanın sonuç kısmında
    "additionally, higher expression of ar was observed in calcified human aortic valve compared to control valve tissue"

    kısaca diyor ki kalsifikasyonlu insan aort kapağında normal aort kapağına göre daha fazla androjen reseptörü gözlemlenmiş.

    peki nedir bu androjen reseptörü?

    kafanızda canladırabilmeniz açısından şekil-a. "ar" yazan sarı renkli kutucuklar bahsettiğim androjen reseptörleri oluyorlar.

    buradaki ayrıntıyı kaçırmamak gerek, dikkat ederseniz hücreye bağlanan dht değil testosteron. dht, hücre içinde 5a redüktaz enzimleriyle testosteron'dan dönüşüp sonrasında androjen reseptörüne bağlanıyor.

    şunu da eklemem gerekiyor, androjen reseptörleri her zaman aktif değildirler. ne zaman ki androjenler o bölgede artmaya başlar o zaman bunlar aktif hale gelmeye başlarlar. sanıyorum ki kalsifikasyonla bir bağlantı kurduk.

    androjenlerin artması sonucu androjen reseptörleri de aktif hale geliyor ve böylelikle kalsifikasyon dediğimiz durum oluşmaya başlıyor.

    fakat burada bir problem daha var, androjen artışı saçlarımızı dökerken vücut kıllarımızda tam tersi bir etki meydana getiriyor. saç derimizde kalsifikasyon meydana gelirken nasıl oluyor da vücudumuzdaki diğer bölgelerde bunu yaşamıyoruz? şimdilik bu akıl kurcalayan soruyu bir kenara bırakıp yolumuza devam edelim.

    gelelim denklemimizin ikinci değişkenine; nedir bu kalsifikasyon regülatörleri?

    dokularımızdaki kalsiyum dengesini sağlayan proteinlerdir. birçok çeşidi ve fonksiyonu vardır, hepsine dalarsak bu entry hiç bitmeyecek o yüzden birkaç adet yazıp devam edeceğim.

    kalsifikasyon inhibitörleri;
    fetuin-a
    matrix gla protein
    osteopontin
    osteoprotegerin
    diye devam eder.

    kalsifikasyon indükleyiciler;
    prostaglandin d2
    tgfß-1
    bone morphogenetic protein 2
    ve dahası...

    peki bunların saç dökülmesine sebep verip vermediğini nereden biliyorum?

    mesela indükleyicilerden pgd2'yi inhibe ettiğimizde saçlar yeniden oluşmaya başlıyor ve saç dökülmesi olan bölgelerde bu proteinin diğer bölgelere göre fazla olduğu görülüyor.

    transforming growth factor-beta1(tgfß-1) inhibe ettiğimiz zaman yine saç büyümesi uyarılıyor.

    çok dağılmadan tekrar bir toparlama yapalım. genel olarak 3 başlıktan bahsettim, bunlar; androjenler, androjen reseptörleri ve kalsifikasyon regülatörleri.

    ne oluyor da bunlar dengesizleşip saç dökülmesine sebebiyet veriyor?

    bunun 2 ana sebebi var; kronik enflamasyon ve hormonal dengesizlik.

    kronik enflamasyon konusunda daha önce şurada bazı şeyler karalamıştım. şimdi bunları hem biraz daha detaylandıralım hem de üzerine birkaç şey daha ekleyelim.

    öncelikle saç dökülmesinden sorumlu tutulan dht aynı zamanda enflamasyonlu dokularda da artış sağlıyor. yani dht aslında antienflamatuar. dht saç dökülmesi meydana gelen bölgelerde artış sağladığına göre demek ki burada kronik bir enflamasyon var. daha önce bahsettiğimiz fibrozis ve kalsifikasyon da doğrudan kronik enflamasyonla bağlantılı, bunlar da bahsettiğim şeyleri destekliyor.

    gelelim hormonal dengesizliğe. hormonal dengesizlik, özellikle testosteron/östrojen oranı saç dökülmesiyle doğrudan bağlantılı.

    kadınlarda saç incelmesi, yüksek testosteron/östrojen oranıyla doğrudan ilintili. bugüne kadar birçok çalışmada spironolakton ve siproteron asetat ile çok iyi sonuçlar elde edildi ki bunlar anti-androjen yani testosteron/östrojen oranını düşürüyorlar.

    testosteron/östrojen oranı kalsifikasyonda önemli bir rol oynuyor. mesela düşük testosteron fibrozis'e neden oluyor. kadınlarda düşük östrojen seviyesi arteriyel kalsifikasyon'a sebep oluyor.

    menopozdan sonra sıklıkla saç dökülmesi yaşayan kadınlar için menopoz sonrası östrojen seviyelerinin %90'a kadar düşmesi sürpriz olmamalı.

    bu hormon dengesizliğiyle ilgili şöyle araştırmalar var. amerika'da yapılan araştırmaya göre erkeklerin kanında ölçülen toplam testosteron seviyeleri 1987 ile 2004 arasında yaklaşık %22 oranında düştüğü görülüyor. özellikle son yıllarda saç dökülmesinin daha sık görülmesinin sebeplerinden birinin de bu olduğu gayet açık.

    bununla ilgili bir de hormon replasyon tedavisinden bahsetmek gerek diye düşünüyorum, yani trans erkeklerin saçlarının geri çıkmasından. şuradan, şuradan ve şuradan görebileceğiniz üzere herhangi bir etken madde ile alınamayan etki cinsiyet değiştirmeyle gayet de alınabiliyor.

    peki nasıl oluyor bu?

    finasteride ile %65-70, dutasteride ile %90-95 civarlarında dht'yi engellememize rağmen bu denli bir etki alamıyoruz.

    cinsiyet değiştirmede androjenlerin bloklanması yanı sıra bir de östrojen takviyesi sağlanıyor. bunlarla birlikte kafatasının şekli biraz değişip daha feminen bir yapıya bürünüyor. bu da kafa derisindeki kronik gerginliği azaltıyor. böylelikle saçlar kendilerine yaşamak için daha uygun bir ortam buluyorlar.

    mesela şuradan kadın ve erkeklerin kafatasları arasındaki farklara bakabilirsiniz.

    şu kafa derisi gerginliği meselesini biraz daha açalım isterseniz.

    2015 yılında yapılan çalışma bize biraz ışık tutacak gibi sanki.

    10 yetişkin erkek üzerinde von mises kriteri uygulanarak bir modelleme gerçekleştiriliyor ve şöyle bir gerilme haritası çıkıyor.

    ilginç bir şekilde gerilme haritasıyla genetik dökülme yapısı neredeyse aynı.

    transforming growth factor ß-1 birçok dokuda hücre dışı matriks sentezini düzenleyerek fibroz ile ilgilidir ve saç folikülünde epitel inhibisyona neden olur. dahası tgfß-1 aşırı ekspresyonu androjen hassasiyetini artırır. yani bu gerilmeler nedeniyle önce tgfß-1 onun etkisiyle de androjen reseptörleri artıyor sonuç olarak fibröz ve kalsifikasyona neden oluyor.

    bu gerilmelerle ilgili olarak şu araştırmadan da bahsetmek gerek diye düşünüyorum. araştırmada saç derisine botoks enjekte edilip sonuçlara bakılıyor ve 48 haftanın sonunda %20 civarında bir saç artışı gözümüze çarpıyor.

    birçok çalışma enflamasyonlu veya fibrotik dokulardaki gerilimi hafifleterek, vücudun bu fibrotik materyali metabolize etmeye başladığını ve bunları sağlıklı doku ile değiştirdiğini gösteriyor.

    buraya kadar her şey açıklığa kavuşmuş, puzzle tamamlanmış gibi ancak tamamlanmayan bir kısım var ki o da saç ekimi mevzusu.

    ilk saç ekimi çalışması 1959 yılında yapıldı ve sizlerin de bildiği gibi dökülmüş alana ekilen saçlar gayet sağlıklı ve güçlü oluyorlar.

    peki bu nasıl bir çelişki?

    nasıl oluyor da tüm araştırmalar tam tersini söylerken fibrozlu, kalsifike dokuda ekilmiş saçlar hayatta kalabiliyorlar?

    aslında yukarıda bahsettiğim kafa derisi gerginlik teorisi 1950'lerde ortaya atılmıştı ancak 1959'dan itibaren gerçekleşmeye başlayan saç ekimleriyle birçok araştırmacı tarafından rafa kaldırıldı.

    bir de biz inceleyelim bakalım şu hikayeleri,

    sene 1959, norman orentreich isimli bir arkadaşın aklına saç dökülmesi takılıyor ve kendi kendine soruyor; saç dökülmesinin sebebi saç foliküllerinin kendisi mi(gerçekten dökülmeye programlı mı) yoksa saç foliküllerinin çevresinden mi(gerginlik ve enflamasyondan dolayı mı) kaynaklanıyor. bunu test etmek için de aga'ya sahip kişilerden 6-12mm'lik biyopsilerle aldığı saçları tepe bölgesine ekiyor.

    2,5 yıllık gözlemin ardından şöyle bir sonuca varıyor; tepede incelmeye ve dökülmeye yüz tutmuş saçlar dökülmeye devam ederken, nakledilen saçlar dökülmüyor.

    sonrasında yapılan tüm çalışmalar aynı sonuca ulaşıyor.

    hatta bu çalışmaların tam tersi de yapılıyor. yani dökülen bölgeden alınan minyatürize olmuş saçlar ön kola ekiliyor ve dökülmenin devam ettiği görülüyor. bu sonuçlardan anlaşılıyor ki saçların çevreyle herhangi bir bağlantısı yok, dökülecek saç bir şekilde dökülüyor ya da güçlü saç en kötü şartlarda bile gücünü koruyabiliyor.

    peki.

    biraz daha devam edelim.

    2002'nin eylül'ünde başka bir çalışma yayınlanıyor ve ense bölgesinden alınan saç alt bacağa ekilip 6. ayda ve 3. yılda değerlendiriliyor.

    ekilen saçlar %60 oranında yaşıyor ve ilginç bir şekilde çapları aynı kalmasına rağmen büyüme hızı normal saçlara göre yarı yarıya düşüyor. ardından bu saçları tekrardan bacaktan alıp enseye ekiyorlar. bu sefer ise büyüme hızı normal bir saç gibi oluyor. yani saç nereye ekilirse oraya uyum sağlayarak gelişimini sağlıyor.

    2005 yılında başka bir çalışma daha yapılıyor. bu kez göğüs kılları alınıp tepe bölgesine ekiliyor. sonuç yine aynı, bu kez de göğüs kıllarının büyüme hızı 2 katına çıkıp o bölgedeki saçlar kadar hızlı büyüyor.

    sene 2003, norman orentreich bu kez dökülme yaşanan bölgedeki saçlar ile dökülme olmayan bölgedeki saçları bir farenin sırtına ekiyor. 22 hafta sonra iki tip saç da ilk saç çevrimlerini tamamladıktan sonra yenilendiğini görüyor ve ilginç bir şekilde dökülme yaşanan bölgeden alıp ekilen saçların kalınlaşmaya başladığını fark ediyor.

    fakat az önceki çalışmada; koluna, dökülme yaşanan bölgeden saç ekilen arkadaşta tam tersi sonuç alınmıştı.

    içinizden dişi fareye(düşük androjen seviyesi) ekilmiştir muhtemelen dediniz, tabii bunu norman orentreich düşünmüş olacak ki bu deneyi hem dişi hem erkek fare üzerinde yapmış ve sonuç ikisinde de ilginç bir şekilde aynı çıkmış.

    nisan 2015'te değişik bir çalışma yapılıyor. yine fareler üzerinde yapılan çalışmada belli bölgelerden alınan saçların davranışları inceleniyor. 2,4mm, 3mm, 4mm, 5mm, 6mm, 7mm ve 8mm çap içerisinden 200 saç folikülü alınıyor. tablodan da görüleceği üzere yenilenme 2,4mm-6mm arasında gerçekleşiyor.

    başka bir araştırma saçları folikül üniteleriyle almak yerine bireysel olarak almanın sağkalım oranını düşürdüğünü söylüyor. yani saçı çevresindeki doku ile almak ekilen yerde yaşamasını daha kolay sağlıyor.

    tabii bu ekim işleri sadece fareler üzerinde yapılmamış primatlar üzerinde ekimin evreleri incenlenmiş. çalışmaya göre nakledilen saçlı doku 1 haftanın ardından nakledildiği yerle kaynaşmaya başlamış ve ekilen saçlar dökülmüş. 4 ay sonrasında ise nakledilen doku ile alttaki doku neredeyse aynı olmuş ve tabi ekilen saçlar da çıkmaya başlamış. 8 yıl sonrasında ise ekilen saçların hala yerinde olduğu görülmüş.

    buradan şunu anlayabiliriz, dokular birbirine benziyorsa demek ki aynı kalsifike, fibroz dokuda büyüyor bu saçlar. iyi de nasıl oluyor bu?

    geçen sene yayınlanan şu araştırma bize biraz yol gösterir nitelikte. kısaca; bu arkadaşlar, eğer saç folikülünü yenileyebilirsek o da çevresindeki dokuları sinyal vermeye başlayacaktır diyor.

    peki saç ekiminde neler oluyor?

    yeni saç folikülleri ile bolca yaralı doku.

    yani satırlarca bahsettiğimiz kalsifikeli, enflamasyonlu, fibrozlu doku tamamen kendini yenilemek zorunda kalıyor. bunun da ötesinde; yeni araştırmalar, sağlıklı nakledilen saç köklerinin gerçekte çevredeki dokulara yeniden oluşum için sinyal vermeye yardım ettiğini gösteriyor.

    gelelim şimdi tüm bunları değerlendirmeye.

    bugüne kadar saç dökülmesiyle ilgili buraya birçok işe yarar şey yazdım, peki neden bir türlü istenilen etkileri alamıyoruz?

    dht inhibitörlerinden(finasteride, dutasteride) bahsettik daha önce (bkz: dutasteride/@sir dangerous) bunlar dht ile birlikte kalsifikasyonu ve fibrozisi engeller dolayısıyla saç dökülmesini durdurur ya da yavaşlatırlar ancak yeniden saç oluşumu konusunda bu kadar etkili değildirler. dht'yi tek başına azaltmak diğer koşulları değiştirmez bu nedenledir ki bazı insanlar dutasteride'tan bile etki görmezler.

    gelelim minoksidile (bkz: #61614165)

    minoksidilin yaptığı iş kan akışını hızlandırarak saç foliküllerini beslemek. ilk çıktığında tansiyon ilacıydı zaten. kan akışını hızlandırmak başlangıç için muhteşem bir etki verir ama kalsifikasyon ve fibrozis kötüleştikçe minoksidil de haliyle etkisini kaybetmeye başlar.

    siproteron asetat, spironolakton, flutamide, bikalutamide...vs. gibi anti-androjen türevleri adlarından da anlaşılacağı üzere androjenleri bloklar. yani testosteron hücreye bağlanamaz, haliyle dht'ye de dönüşemez böylelikle saç dökülmesi durdurulur ve yeni saç çıkışları olur. tabi oral kullanımları(spironolaktonu ayrı tutuyorum) kastrasyon seviyesindedir o yüzden tercih edilmezler.

    örneğin kadınlardaki dökülmelerde(çok soru geliyor o yüzden detaylandıracağım) şu tablo genel olarak tavsiye edilendir. kaynak

    başka bir çalışmada 40 kadın 200mg spironolakton ve 40 kadın günlük 50mg ya da menopoza girmediyse ayda 10 gün 100mg siproteron asetat kullanıyor. tabi hiçbiri minoksidil kullanmıyor.
    %44'ünde saçlar kalınlaşıp yenileri çıkıyor %44'ünde herhangi bir değişiklik olmuyor kalanındaysa dökülme devam ediyor.

    bunun gibi daha nice araştırma var, entry zaten çok uzun daha da uzatmayayım.

    ketakonazol, yine anti-fungal olarak bilinse de aslında anti-androjen özelliği de vardır. (bkz: #79280971)

    retinoik asit ile ilgili daha önce çok detaya girmeden şurada bir şeyler karalamıştım.

    retinoik asit şuradan da görüleceği üzere androjen reseptörlerini de azaltıyor. 24 saat boyunca retinoik asit'e tutulan hücrelerde reseptör seviyelerinde %40 azalma görülmüş.

    ya da selenyum'un aslında neden saç dökülmesi konusunda başarılı olduğunu görüyoruz. çünkü selenyum da reseptör proteinlerini azaltıyor. boşuna topikal siproteron asetat kullanın demiyorum. çünkü o da bunu sağlıyor.

    son olarak transient receptor potential (trp) ile ilgili kapsaisin başlığına bir şeyler yazmıştım. çok soru geldi neden peperment oil'i kapsaisin başlığı altında yazdın diye. (bkz: #79075004)

    dikkatlice inceleyince trpv1'in(kapsaisin ile ilgili olan)enflamasyon ve kalsiyum ile bağlantısını görüyoruz ya da trpm8'i (mentol)(nane yağı(peperment oil)) incelediğimizde karşımıza ilginç bir şekilde periferik enflamasyon çıkıyor.

    ilgilenenler için şurada çok detaylı ve uzun bir açıklama var.

    bunlar gibi işe yarayan ama geçici olan daha yüzlerce madde yazarım alt alta ama uzatmanın bir manası yok.

    tüm bu araştırmalardan sonra ortaya şöyle bir tablo çıkıyor.

    kronik gerginlik >> vücudun buna karşı verdiği enflamasyon tepkisi >> dht artışı >> tgfß-1 artışı >> fibrozis >> kan akışının zayıflaması >> saç foliküllerinin zamanla minyatürleşip yok olması >> genetik saç dökülmesi.

    kronik gerginlik daha önce de bahsettiğim üzere 1950'li yılların teorisiydi, saç ekimleriyle geçerliliğini kaybetmiş gibi gözükse de daha sonrasında yapılan çalışmalarla aslında tam anlamıyla çürütülemediğini görüyoruz.

    saç dökülmesi teorilerinde en çok inandığım teorinin bu olduğunu söylememe gerek yok sanırım. buna inancımın iki temel sebebi var. bunlardan ilki von mises kriteriyle ortaya çıkan tablo ile genetik saç dökülmesinin tıpa tıp birbirine benziyor olması. hatta yukarıda bahsettiğim araştırma dışında bazı forumlarda farklı modellemelerle gerçekleştirmişler ve farklı şekillerde gelişen genetik saç dökülmelerini göstermişler. ikincisi ise botoks enjekte edilen saç derisinde yeni saçların çıkması. botoksun o bölgeyi rahatlatma dışında hiçbir etkisinin olmadığını düşünürsek ve fibrozlu dokuların gerginlik azaldığında eski haline geldiğini de eklersek gerginlik teorisinin çok da yabana atılmaması gerektiği ortaya çıkıyor.

    saç ekimi konusuna gelirsek, saç ekimi başlangıçta belki o gerginliği ve fibrozisi bir miktar gideriyor fakat bence saç ekimi sadece genetik dökülme saatini sıfırlıyor. belli bir zaman sonra dökülmelerin ve minyatürleşmenin tekrar başlayacağı görüşündeyim.

    edit: imla
415 entry daha
hesabın var mı? giriş yap