9 entry daha
  • özellikle iş hayatında kadınların dezavantajını belirtmek için kullanılan ve öğrenilmiş çaresizlik olarak da tanımlanan cam tavan sendromunu açımlayan film.

    edebiyat tarihine kabaca göz attığımızda kadın yazarların dikkate alınmadıkları için 19. yüzyılda takma erkek isimleri kullanarak kitaplarını bastırdıklarını, kadının roman yazmasının bir köpeğin arka ayakları üzerinde yürümesine benzetildiğini görürüz. nobel edebiyat ödülünü alan kadın yazarların sayısına baktığımızda da kadın haklarının geliştiği son yıllarda gözle görülür bir artış olmakla birlikte bariz bir orantısızlık olduğuna şahit oluruz. 1901 yılından beri verilen nobel edebiyat ödülünü kazanan kadın yazar sayısı sadece on dört ve bunun da sekizi doksanlı yıllardan sonra verilmiş.

    türkçeye ''nobel adayının karısı'' olarak çevrilen film, kadın yazarların dünyasına farklı bir pencereden bakıyor. nobel edebiyat ödülü kazandığını öğrenen joe castleman'ın ödül törenine katılmak üzere çıktığı yolda, oğlu ve karısı ile olan ilişkisi üzerinden kadın yazarlara biçilen ikincil role biraz da kendi rızalarıyla maruz kalmalarını ve bu psikolojinin perde arkasını irdeliyor.

    --- spoiler ---

    glenn close'un canlandırdığı joan, gençliğinde yetenekli ve hevesli bir yazar adayı iken tüm yeteneğini öz güveninden ve karizmasından etkilendiği hocasının kariyerine hasredecek, gölge yazar olmayı tercih edecektir. bu tercihe götüren ana neden de tanıştığı bir kadın yazarla arasında geçen şu diyalogta yatmaktadır:
    -yazıların çok zekice. temiz, canlı ve cesur ama ne var biliyor musun? halk bir kadının cesur yazmasını kaldıramaz.
    -yazmayı seviyorum, bu benim hayatım.
    -kitaplarının sonunun ne olacağını biliyor musun? (arkasındaki kitaplık rafına dokunarak) kapağı hiç açılmadan yıllarca orada duracak. asla dikkatlerini çekeceğini sanma.
    -kimlerin?
    -erkeklerin. röportajları yazanlar, yayınevi sahipleri, magazinciler, kimin ciddiye alınacağını, kimin hayatlarının sonuna kadar duyulmayacağına karar verenler...
    -bir yazar yazmak zorunda.
    -bir yazar okumak zorundadır canım.

    bu diyalogtan sonra keskin bir karar verdiğini finalde anladığımız joan, kitaplarını kimsenin yayınlamayacağını, yayınlasalar bile kimsenin okumayacağını, büyük fikirlerinin olmadığını düşünerek; karakterleri odun gibi tiplemeler olan, onları gerçek yapamayan, yapmacık diyaloglarıyla vasat bir yazar olan kocasının isminin ardından yazmaya devam eder. yazarın yazması gerektiğini yoksa ruhunun açlıktan öleceğini düşünen joan, kral olmayı değil kral yaratıcılığını tercih etmiştir. ancak nobel ödül töreninde kocası şu cümlelerle sunulduğunda hayalet yazar olarak geçirdiği hayatının pişmanlığı gözlerinden okunacaktır:
    ''nesir ve hikaye anlatımında bir keşif yarattınız. stilin ustası, kelimelerin efendisisiniz. karakterleriniz çok gerçekçi, yolculukları üzücü, portreleri derin ve samimi. yazılarınızdaki insancıllık sınıf ve cinsiyet sınırlarını aşıyor...''

    --- spoiler ---

    joan castleman'ın yaşadığı bu psikoloji, iş hayatında belli bir mevkiye kadar ilerledikten sonra zirveye yükselemeyen kadınlar için kullanılan cam tavan sendromu ile açıklanabilir. öğrenilmiş çaresizlik olarak da tanımlanan bu psikoloji, ilerlemelerine mani olacak herhangi bir neden olmamasına rağmen gözle görülmeyen ve ifade edilmeyen ama yükselirken kafalarını çarptıkları camdan, şeffaf bir engel olarak ifade edilir.
    cam tavan sendromu, pirelerle yapılan bir deneyden yola çıkılarak teorileştirilmiş. bir fanusa hapsedilen pireler, bulundukları zemin ısıtılınca kaçıp kurtulmak için sıçrarlar. fakat 30 cm. yüksekliğe koyulan göremedikleri cam tavana kafalarını çarpıp yere düşerler. aynı şey defalarca tekrarlanır ve artık pireler sıçramalarını 30 cm. yüksekliğe göre ayarlamayı öğrenmişlerdir. bundan böyle cam tavan kaldırıldığında bile 30 cm yüksekliğin üzerine sıçramazlar.

    tarihsel süreçte hayatın devamını sağlayan ana faaliyet alanları savaşlar ve uzun yolculuklar gerektiren ticaret olduğu için kadın güç ve servet mekanizmasının dışında kaldı. bu nedenle de sınıfsal ve cinsiyet olarak ikinci derecede bir konuma itildi. kadının, sanayileşmeyle birlikte başlayan ucuz iş gücü pozisyonu 21. yüzyılda en modern toplumlarda dahi halen devam etmekte.
    tarihten taşınarak getirilen kadın erkek arasındaki sınıf ve cinsiyet farklılıklarının kadında böyle bir sendromun oluşmasına ve kadının ne kadar nitelikli ve yetenekli olursa olsun zihinsel olarak kendisine çeşitli engeller üretmesine neden olduğunu söyleyebiliriz. sınırlayıcı bir dış engel olmamasına rağmen kafalardaki iç engel kendi sınırını belirliyor. ontolojik olarak mutlak anlamda eşitliğe sahip cinslerin toplumsal roller bağlamında birbirini tamamladıkları ve farklı üstünlüklere sahip oldukları açık iken insiyet merkezli değil cinsiyet merkezli bakış açısı nedeniyle kadın da kendine o pencereden bakmaya ve kendi kendine ket vurma noktasına gelmiştir. dolayısıyla öğrenilmiş çaresizlik kadının kendiliğinden ürettiği bir psikolojik problem olarak görülemez.
    dünyadaki kadın yazar, yönetmen, iş kadını, yönetici vb. sayısına ve erkeklere oranını incelediğinizde cam tavan sendromunu çok net görürsünüz. buna neden olan alışılmış uygulamalara şöyle bir bakarsanız inanılmaz bir eşitsizliğe çarparsınız. mesela hollywood film sektöründe kadın oyuncuların erkeklere göre üçte bir oranda ücretlendirildiğini görürsünüz. hatta öyle ki filmlerde kadın oyuncuların replik eşitsizliğine bile maruz kaldıklarını ilk etapta şaka zannedersiniz. oysa gerçektir ve iki bin film incelenerek çıkarılan istatistiğe göre kadın oyuncuların filmlerdeki replik oranı sadece yüzde 22’dir… bu anlamda joan castleman yazdıklarının tozlu raflarda kimsenin haberi olmadan çürüyüp gitmesine kıyamadığı için yazarlık yeteneğini kocasının gölgesine gizlemek zorunda kalıyor. söz konusu zorunda kalmanın somut nedenlerini bu arka planda aramak gerekiyor.

    björn runge'nin yönettiği, glenn close'a oscar adaylığı getiren film, tüm bunları çağrıştırması yanında oyunculuklar bağlamında da sinematografik olarak da oldukça iyi bir film. kadına dair bir meseleyi ele almakla birlikte filmin, en zor ilişki biçimlerinden olan baba-oğul ilişkisine dair sözlerinin de ayrı bir yazı konusu olacak nitelikte olduğunu belirtelim.
15 entry daha
hesabın var mı? giriş yap