89 entry daha
  • karnaval sona erdi

    dışarda
    toplanıyor fırtına bulutları
    tozlu bulvar boyunca ilerledi sessizce
    çiçeklerin o hassas boyunlarını uzattığı yerde
    böylece sıra ile
    yukarıya ulaşıp gökyüzünü öpebiliyorlar

    esrarengiz bir arzu tarafından sürüklenirler,
    insan gözüyle görülmeyen..
    birisi çağrıyor..

    elimi tuttuğunu hatırlarım
    sirkin şehre geldiği zaman oynamak istediğimiz parkta
    bak! buraya

    dışarda
    sirk toplanıyor
    yağmurun süpürdüğü bulvarda sessizce ilerledi
    kafile devam etti bağrışmalar sona erene dek
    şaşılacak ucubeler şehri terk ediyorlar

    esrarengiz bir arzu tarafından sürüklenirler,
    insan gözüyle görülmeyen..
    karnaval sona erdi..
    ....
    oturduk izledik
    ay yeniden yükselirken
    ilk sefermişçesine

    kapitalizmin teknolojiyle de bütünleşerek genişlemesi başlangıcından bu yana görülmemiş etkilere neden oldu kitlesel bazda. krizleri bir yandan yaratırken,bir yandan 'meydana getirdiği krizlerin kurbanlarının' üstüne basarak yayılmaya devam ediyordu . 1930'lardaki kriz ise biraz(!) daha farklı olacaktı öncekilerden ve literatüre büyük iktisadi bunalım olarak yerleşecekti bu 10 yıllık dönem... kapitalist üretim dramatik bir biçimde düştü,işsizlik oranları tavan yaptı,dünya ticareti-özellikle süper güç amerika'nın içe dönük politikası nedeniyle-( o zamanların başkanı f.d. rooseveltçocuk felcini yenerek başkanlık koltuğuna oturmuştu,hayat hikayesi başlı başına o dönemlerde gereken 'ilham'ı vermeye yetiyordu.. politikacıların bile aklını değil kalbini dinlediği bir dönem söz konusu iken aynı roosevelt 3 dönem birleşik devletler başkanlığını yapan tek adam olacaktı,bununla birlikte emareleri çoktan toz bulutlarını donduran soğuk savaş döneminde de yazgısındaydı başrol...) sekteye uğradı. organizasyonların çizdiği doğrultuda devletçi politikalar ekonomide ön plana çıkarıldı.. fiyatlar ve enflasyon engellenemez şekilde arttı,insanların birikimleri ise ters orantılı olarak git gide azaldı.
    (amerika'nın kolonizasyonu 16. yüzyılda avrupa'ya devasa bir altın akışıyla sonuçlanmıştı. devamında enflasyon kavramı ortaya çıkıyordu;sermaye avrupa'da toplanıyordu. değerli metallerlerin taşınması bir külfet haline gelince de ekonomistler akıllı fikirler yürütmeye başladılar. aralarındaki en parlak fikir rezerv sistemi olarak ortaya atıldı beraberinde 'banknot' usulü de ortaya çıkıyordu.. ilk 'gıcır kağıtlar' ellerde dolaşmaya böylece başlıyordu. bu durum, bankalara rezervlerine dolacak altınları da hesaba katarak,sahip olduklarından daha fazla altını,yani banknotu, müşterilerine sunma olanağı sağlıyordu.. insanlar tüm paracıklarını bir anda altına çevirmek istemedikçe herşey tıkırında işleyecekti,işlemeliydi... paranın fakirin içini gıcıklatan; zengine serenat gibi gelen sesini duymamızdan 4 asır sonra, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde hiç beklenmedik bir misafir geldi dengeleri alt üst eden: büyük bunalım. ekonomistler parlak fikirlerini egzersiz ederken bunu hiç de hesaba katmamışlardı - ne de olsa herşey tıkırında işlemeliydi... değil 4 asır,40 asır böyle gitmeliydi..- kapitalizmin global arenadaki hakimiyeti,paranın makinistlerinin çok hoşuna gidiyordu halbuki,ne de olsa daha çok müşteri,daha ucuz işçi,daha kolay 'haksız rekabet' ve tabi ki daha çok 'kazanç'... fakat dediğimiz gibi, bu sefer gelen biraz farklıydı..)
    krizin sebebi özellikle fazla üretim ve az tüketim sözcük gruplarının çarpışmasıydı. üzerine patlak veren 2. dünya savaşı özellikle bir zamanlar sermayenin baştacı olan avrupa ekonomisini talan ediyordu. imf( dengeleri sağlamak adına, ülkelerin kendilerine ait olan altın rezerv sistemleri kararlaştırılmış bir döviz kuru ile değiştirildi. tüm para birimleri böylece amerikan dolarına çevrilebilir hale geliyordu,amerikan doları ise altına kolayca çevrilebiliyordu. döviz kuru belli bir seviyede sabitleştirildi ve dengeleri korumak için (bkz: imf)(international monotery fund) kuruldu. oluşum,'milli' merkez bankalarının bu kritik dönemdeki politikalarını yönlendiriyordu.) ve marshall planı raydan çıkan sistemi tekrar düzene sokmak için ortaya atılan çözümlerdi. bankada parası olanlar kayıplarını hafifletmek için bankalara hücüm edince krizin anlamı derinleşti. müşterilerinin parasını iade edemeyen bankalar bir bir iflas bayrağını çekti. akılcı uluslararası çözümler ve fordizm'in teknolojiyi de arkasına alarak getirdiği yeni üretim-tüketim felsefesi kapitalizmin bu sefer bedeli ağır olsa da bir krizi daha aşmasını sağladı.

    dünya çapında kaosa sebebiyet veren bu krizin en büyük emaresi,tetikleyicisi amerikan borsasının tepetaklak olmasıydı. iflas eden wall street ve tepetaklak olan tatlı amerikan rüyası dipte kalan tortulardı. takdir edilesidir ki süpergücün çöküşü pek de kelebeğin kanat çırpmasına benzemiyordu. etkileri mikro ve makro arenalarda o kadar seri şekilde görüldü ki,krizin ertesi günü pekin'deki çinli veletin yediği çikolata adedi sayılır olmuştu. rüyaları kabusa dönüşen gerçek amerikan halkı ise (bkz: these are the hands that built america) rasyonellikten iyice uzaklaşmaktaydı. bir at bile (bkz: seabiscuit)- bu güzel yaratık tüm at hikayelerinin kaynağı olarak da ele alınabilir,steinbeck meşhur siyah incisini yaratırken de ondan ilham almıştır.- sınıf çatışmalarının simgesi haline gelmişti,4 ayaklı bir kahramanları vardı artık... ilk atom bombasının yarattığı dehşet; bombanın atıldığı savaşı unutmaya çalışan bir nesli, avrupa'nın göbeğindeki karasal iklimde yeşeren faşist sarmaşıklarla gelen 2. bir savaşı bekler hale de getirmişti. o neslin akıl sağlığını korumak ve olanları unutmak adına çizgi romanlara (bkz: buck rogers), (bkz: captain america)..,spora (bkz: babe ruth),(bkz: cindirella man)..,müziğe ( woddy guthrie dönemin önemli müzisyenlerindendi,faşizmin müziği araç olarak kullandığı o dönemlerde sol eğilimli tavrıyla insanları verilmekte olan zehirden arındırmaya çalışan bir kahraman olarak ortaya çıkmıştı.) ve tabi mucizelere bel bağladığı bir dönemi yansıtıyor carnivale... krizin en sert yıllarından birinde-1934- geçiyor hikaye... büyü,fal,peygamber hikayeleri de o kadar rövaşta ki akıl çoktan gökte irtifasını almış...

    cüce samson'ın (bkz: michael j. anderson)-(bkz: twin peaks) dizinin açılışında yaptığı konuşmayı burda aynen vermek istiyorum:

    'başlangıçtan önce,cennet ile cehennem arasında gerçekleşen büyük savaştan sonra,tanrı dünyayı yarattı ve insan dediği yetenek sahibi ( akıldan söz eden kim!) maymuna hakimiyet verdi. her nesilde bir ışığın bir de karanlığın mahlukatı doğacaktı. iyilik ve kötülük arasında çok eskiden beri süregelen savaşta kalabalık ordular çarpışacaktı. o zamanlar sihir,asalet ve hayal edilemez bir acımasızlık vardı. ilk atom bombasının trinity'de denenmesine kadar da böyle oldu. bundan sonra insan oğlu sonsuza kadar mucizeyi mantıkla takas etmiş oldu.'

    krizin ve savaşların ekonomik/politik sebebi, ilahi bir sebebe çevriliyor,süregelen dengenin kutupları sosyalizm-kapitalizm değil de belyakov(namı değer rus) ile scudder'lar arasındaki iyi-kötü müsabakasına dönüyor. imf'nin birebir yansıması olan first merchant trusk'ın yıkıcılarını görüyoruz pilot bölümde,kapitalizmin kendi temsilcisine yaptıklarına bakın hele... belyakov'un soyu metodist bir peder olarak karşımızda,ilk zamanlar insanı çok ikilemde bırakıyor dizi, 'acaba bu dengede kim nerede?' diye... bir peder eğer kahin/peygamber olacaksa 'şeytan bunun neresinde?' diye.. bir de ben hawkins'in tekinsiz tipi,anti-kahraman halleri bu ikilemleri daha da su yüzüne çıkartıyor.

    daniel knauf iyi bir iş çıkarıyor yarım kalsa da; ama aldığı destekler de yadsınamaz.. başta dizinin bazı bölümlerinde yönetmenlik koltuğuna oturan rodrigo garcia geliyor. ( kendileri büyük bunalım dönemini layıkıyla yansıtan önemli eserin (bkz: yüzyıllık yalnızlık) yazarı gabriel garcia marquez'in oğlu olurlar.) babasının yarattığı sihirsel gerçeklik akımının görüldüğü belki de tek ve en kaliteli dizi carnivale. ( ne yazık ki 8 dalda emmy adayı olmuş,izleyici tarafından tutulmuş ve gelecek vaat eden carnivale 2. sezonunda ekranlara veda ediyor,hbo* gibi kablo devlerinin yayın politakalarını anlamak sihiri mantığa oturtmaya çalışmak kadar boş sanırım...) knauf'un hikayesi gazap üzümleri'nin yazıldığı saman kağıtların gözümüze satırlarla beraber soktuğu sarı tonları resmediyor,içine de uzunca bir süre hangi kutupta durduğuna dair soru işaretleri olan 2 kahraman katıyor.. hikayenin genel çerçevesinden öte alt hikayelerde izleyiciyi çeken bir öz var. belli bir süre sonra 'bu esans' kendini öylesine gösteriyor ki şaşılacak ucubeleri (bkz: fabulous freaks) gayet normal şekilde seyre dalıyor insan. fantastik örgü açıldıkça yerini gülücük ve gözyaşıyla süslenmiş bir drama bırakıyor...

    fallout,madmax,dune.. ve diğerleri sahnelerin bana anımsattıkları.. kullanılan müzikler geçen yıllarda kalan başka bir bilgisayar oyunu: arcanumu hatırlatıyor. radyolardan ise dönemin umut dağıtan şarkıları fısıldanıyor. peder'in varlığından da olsa gerek hristiyan motifleri de ön plana çıkıyor;ama ölçüsü kaçırılmamış şekilde.. hikayede ilk durak milfay ( carnivale ilerlerken iki farklı tablo çiziliyor: bir yandan lanetli çöl,şeytanlara emanet edilmiş oklahama, öte yandan cennet olduğu sanılan california,meleklerin hak ettiği şehir...) sonrasında babylon,damascus ve aklıma gelmeyen birçok kilt durak var.. managementın(işletmeye giriş dersinde ele alınan tanımından oldukça uzak bir formda..) arzusuyla ordan oraya koşturan kafile bir yandan, bir yandan kaderi kendi eline acımasızca tutuşturulan bir ben hawkins ve vaat edilmiş topraklarda (bkz: promised land) kendi imparatorluğunu kurma sevdasına düşen,diktalaşmış peder justin (bkz: clancy brown) ve onun fanatik kardeşi iris.

    prince: ben hawkins

    kafile ona annesini gömerken rastlıyor, başlangıçta evini 'paranın makinistlerine' (bkz: first merchant trunk) kaptırmış,annesinin yasını tutan zavallı bir köylü o seyircinin gözünde;ama carnivale'ın kendi kuralları var ( dalavere ile döndürülen bir değirmende bile konan yasalar var, herzaman lazım olan şey denge..) ve samson'ın talimatıyla ona elini uzatıyor jonsey ( tuttuğu eller onun da şifası olacak bir zaman sonra..) ben hawkins'in yolculuğu işte böyle başlıyor.. annesinin ettiği lanetlere boyun eğen bir evlat ben,babası (bkz: henry scudder) terk-i diyar etmiş bir serseri.. ( bunun arkasında scudder'ın lucius belyakov tarafından öldürülme korkusu var. aslında ailesini korumak için kaçıyor namı değer h.s(bu da sosyal seçimlik dersle karıştırılmasın)..) küçük yaşlarda babasının güçleriyle donanmış çocuk annesinin nefretine maruz kalıyor;annesi onu gerek scudder'a olan öfkesinden; gerek özel güçlerini şeytani olarak algılamasından dolayı hiç sevmese de onun içindeki iyilik ne olursa olsun annesine zarar vermesini engelliyor... saygısını, kadın son nefesinde bile nefretini istifrağ(bak!-kusmak) ederken dahi koruyor. annesini her ne kadar şifalı elleriyle iyileştirmek istese de o buna fırsat vermiyor hiçbir zaman...ben sevgiden tamamen yoksun ağır şartlarda yetişse de gözlerinden okunabiliyor taşıdığı sevgi..yetilerini lanet olarak görmeye alıştığı için sihire ve benzeri her türlü şeye karşı bir nefret oluşmuş içinde, kaderini öğrendikçe bu nefreti de atmak zorunda kalıyor. cüce samson'dan teklif geliyor sonra spot ışıkları altında olmasa da: 'ben hawkins şov dünyasında çalışmaya nedersin?' dünün şov dünyasının numaraları ile bugünkünün numaraları hemen hemen aynı, sadece teknolojinin ve daha da kaale alındığı iddia edilen ahlak değerlerinin getirdiği makyaj aralarındaki fark.. adamımız teklifi kabul ediyor isteksiz de olsa.. aslında hiçbirşey tesadüf değil, carnivale alayı o gün, o köylüyle rastlaşmıyor; yüce güçler tarafından götürülüyor oraya...hawkins'i kendi gücünü genç soyuna aktarmak için kullanıyor belyakov(namı değer 'management').. hawkins de rüyalarında sık sık karşılaştığı bu şahsın adını öğreniyor: alexsei. tüm evrenin kaderi ellerindeyken yapması gereken tek şey savaşmak olacak onunla,dibe daha da dibe batırmak olacak...
    onu terkeden babasını tekrar bağrına basan,ciğeri beşpara etmez bir evsizin bile canını almaya kıyamayan,kırdığı kemikleri düzeltmeye çalışan hawkins iki yol arasında. onun özünde olan bir ikilem zaten: birşeylerden can alırken birşeylere can vermek... pilot bölümün kapanış sahnesinde iyileştirdiği kızın koşuşunda sararan yeşil hem bize iyiyle kötü arasındaki savaştaki durumu,hem de dünya ekonomisinde süregelen olayı veriyor..

    usher/preacher: peder justin(alexsei)

    rahip norman onla kardeşi iris'i terk edilmiş olarak bulduğunda o kadar masum bir çocuk ki justin, bu masumiyetini norman gibi bir rahibin yanında büyüyerek önemli bir tanrı adamlığına çeviriyor.. ilk başlarda güçlerini bir lanet olarak gördüğü için kendini cezalandıracak kadar masum justin (bkz: kırbaç) fakat zamanla güçlerini insanlara işledikleri günahları tattırmaya yönelik kullanıyor (bkz: kadının para kusması) zamanla sahip olduğu güç onu tekrar( öncesinde: (bkz: apollonia) ) yoldan çıkarıyor,ortadan kaybolup akıl hastanesine gitiğinde ne yapması gerektiğine karar veriyor. insanlar onun çırpmasıyla denileni yapacak koyunlardan farksızlar artık onun için,alexsei ise radyonun etkisiyle de hergün büyüyen cemaatinin çobanı.. onları vaat edilmiş topraklara sürükleyecek olan kişi... cehennemi toprak üstü edecek olan potansiyel içinde bir yerlerde çıkartması içinse önünde tekbir engel var: ben hawkins. justin aldığı talimat sonrası hack scudder'ı yakalaması için fanatik müridini(günümüzde de başımıza ne geliyorsa onlardan gelmiyor mu zaten?) gönderiyor..kanının göğün mavisini çalıp alevin kırmızısıyla değiştirmesi için...

    henry scudder: hs

    kazananı olmayan bir savaştan sonra en iyi yaptığı şeyi seçiyor: kaçmak. belyakov'un ailesini incitmesini engellemek için onları yalnız bırakıyor; carnivale'daki işine de bu yüzden son veriyor. kendini bir ucubeye çevirerek kaldığı otele yerleşiyor herkesden gizlenmek için. geçmişten gelen imgelemler sayesinde ben onu buluyor ve çevre için biraz yıkıcı olsa da babasına yüzünü geri veriyor. belyakov'a onu götürüyor gerçek amaçları bilmeden... sonuçta belyakov'un planı işliyor, kaçan scudder kanlı hizmetkar tarafından yakalanıp justin'in sofrasına meze oluyor...

    kahin: lucius belyakov(management)

    defalarca gidip geliyor insan o karanlığa mı yoksa ışığa mı çalışıyor diye.. perdenin arkasındaki görünmeyen güç wolfram and hart havasını sonuna kadar veriyor.. onun scudder'ın peşinde olduğunu ya da ben hawkins'i himaye altına almaya çalıştığını sanıyoruz ama beklenilenler hiç çıkmıyor o göğe yükselene kadar anlaşılmayan vaziyetler... scudder'ın bıraktığı yerden başına geçiyor carnivale'ın. ilk başlarda, scudder'ın kendisi gibi üç kağıtçı ortağı lodz'la( lodz scudder'dan güçlerinin bir kısmını alırken körlüğü de tadıyor,bu yüzden onu hiç affetmiyor.) işbirliği yapsa da onu bulmak için,daha sonra daha sağlam bir kazık olan samson'la çalışmayı tercih ediyor. tüm amacı ben hawkins'e ne olduğunu göstermek,katı kararlar alabilmesini sağlamak,scudder'ı bulup karanlığı kimin getireceğini öğrenmekten çok;scudder'a saldırıp ben'in kendini öldürmesini sağlamak.. ( ben'in prensliğe terfi etmesi için önce lodz'u sonra da kendini feda ediyor bu avatar.)

    samson: the boss

    carnivale'ın görünürdeki patronu,kafilenin rotasını yönetimin dili olup buyuran kişi. yıllardır şov dünyasında olmanın getirdiği keskin zekasının yanında dürüstlüğü ve adalet gözeten kararlarıyla tam bir lider profili çiziyor. başlarda ben'e pek güvenmese de zamanla ona da dostum diyebiliyor. ( belyakov'un ölümü hukukları eskiye dayandığı için onu çileden çıkarsa da ben ona gerçeği kendisine yine belyakov tarafından verilen yetisiyle gösteriyor..) eski yönetimin ondan gizli tuttuğu şeylerden,söylediği yalanlardan sıkılan samson için ben'le olan ittifakı daha parlak görünüyor.. samson ve ekibi son savaşa kadar ona yardım ediyorlar..

    lodz

    gösteri işleriyle oldu olası uğraşan lodz kendisi gibi sahtekarlık kollayan h.s ile tanışıp carnivale'i açmaya karar verir. başlarda herşey yolundadır fakat scudder'ın korkuyla kaçmak istemesi lodz'un ondan yeteneklerinin bir kısmını istemesiyle sonuçlanır. lodz mistik bir görüye sahip olsa da 4 elementi artık göremeyecektir. scudder'ın peşine düşen lodz için aynı amaca sahipmiş gibi görünen belyakov iyi bir ortaktır;ama lodz sadece tasarlanan büyük planda bir toz zerresidir sadece...

    peder norman

    iris ile justin'i bulup yetiştiren günahsız din erbabı nasıl bir şeyi besleyip,büyüttüğünün farkında değildi.. bunu o şeyle beraber öğrendiğinde artık çok geçti... alexsei'nin de gösterdiği gibi onun en büyük günahı 2 evsiz çocuğu koruyup gözetmek olacaktı..

    iris crowe

    justin'in fanatik ablası.. başından beri onun gönderilmiş bir lütufolduğunu düşünüyor,kendini sallandıracak kadar onun öğretilerine bağlı, onun yolunu açma derdinde... bu amaçla yetimlerin konakladığı bir bakımevini ateşe verecek;içerisinde çocukların canlı canlı yanmalarına neden olacak kadar gözü körleşmiş. büyük çarpışma yaklaşırken biraz da olsa açıldığını görüyoruz gözlerinin. birşeylerin yolunda gitmediğini anlıyor biraz geç olsa da.

    ruthie

    scudder'a karşı geçmişten kalmış bir zaafı var yılanlar kraliçesinin. aynı zaaf ben hawkins'de vücut buluyor bu sefer ruthie için. erdemli hawkins ise bunu sömürmüyor.. yılanlar kraliçesi ironik bir şekilde büyük oyunun bir parçasında bir yılanın zehirine teslim ediyor canını..( hawkins seçmeyi öğrendiği noktada onu geri getirene kadar..)

    sofie

    annesinin (bkz: apollonia) görüsüne asla sahip olmasa da çok güçlü hisleri var genç kızın. ben kafileye ilk katıldığında dahi onun farklı olduğunu hissediyor,o ilk görüşten beri ilgi duyuyor ona. pilot bölümde yiyecek bir şeyler almak için şehre giden sofie'nin başına gelenler kadının sosyal durumunu da tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. falcının kendine yararı dokunmazmış derler ya,apollonia kendiyle beraber derin bir nefret beslediği kızını da alevler içine çekerken bu söz gün gibi ortaya çıkıyor. ( apollonia onun yeni varis olduğunu biliyor, tecavüzcüsüne olan öfkesi ve dünyanın geleceğinde kızının oynayacağı kötü rol onu bunu yapmaya itiyor.) yıllar boyu ona derin hisler besleyen jonsey onu alevlerden çıkarıyor..( sonrasında bu ölümüyle sonuçlanacak olsa da..) sofie tüm bağlarından koptuğunda ben'le beraber oluyor,çakan şimşek ve ağlayan(bkz: sebu) yeni bir veliahtın habercisi... sofie buna rağmen artık nefret ettiği yerden uzaklaşmak isterken savaşın tam orta yerine düşüyor,şeytanın eline:justin'in evine.

    jonsey

    topal cleyton jones samson'ın 'kas işlerini' gören en önemli elamanı. tıpkı samson gibi bir adalet mekanizması ve işleri yürütme şekli var. bir elin parmaklarını geçmeyecek güvenilir adamlardan birisi. uzun süre sofie'ye hayran kaldıktan sonra rita-sue ile kısa ve şehvetli bir beraberliği oluyor,önce aile dağıtan sonrada ailesinden küçük kızını koparan adam pozisyonuna düşüyor. herşeye rağmen carnivele son durağa giderken sağlam kalan tek-tük kazıktan birisi..

    kırmızı çadır ve bir aile panaroması

    kırmızı çadırda felix'in kızları ve karısı rita-sue first merchant trunk'ın köylüye yaptığını izleyenlere yapıyorlar. kızlarının görsel malzeme olarak kullanılması ya da karısının elaleme peşkeş çekilmesi felix'in umrunda olan şeyler değil. o kendi deyimiyle bunlara katlanacak kadar güçlü. carnivale'ın en doğal ve insansılığa en yakın halleri bu ailenin çevresinde dönüyor: yalan,aldatma,boş hayaller,şehvet,borç,fedakarlık... babil'in lanetli kumlarında kızlarından birini kaybediyor aile ahlaksızlıklarının diyeti olarak ( itaatsızlıklarının da...) baba sürekli insanlara borç takıp sonrada karısını onlara borçlarının karşılığı olarak peşkeş çeken bir pezevenk görüntüsü çiziyor bir şov adamından çok. önce rita-sue'yu jonsey'nin güçlü kollarına kaptırıyor sonra da sevgili küçük kızı libby'i... şerefi iki paralık bir adamın yapacağını yapıp onu aile yemeğine davet edebilecek kadar da küçülebiliyor...( bu nasıl güçse artık..) anne ise kocasının yediği haltları temizlemekle,keskin zekasını ve etkileyici organlarını kullanarak insanları yolmakla meşgul. felix'e içten içe büyük bir nefret duyuyor;ama aile saadeti için işlerin yürümesi gerek,herşeyi sineye çekmeyi göze alıyor..( buna mı güç dersiniz ona mı?) libby ise sorunlu ailenin sorunlu kızı,kardeşini kaybetmesiyle, annesinin babasını aldatmasıyla bardak taşıyor.. kendini değişik cinsel deneyimler yaşayarak ayakta tutmaya çalısıyor: önce sofie'den bir elektrik alıyor sonra da kendini jonsey ile evli buluyor. bu ailenin hikayesi belki de alt hikayeler içinde en aleladesi ama birçok dersi içinde barındırıyor.. herşeyden evvel o kadar olağanüstü şeyin içerisinde, ekonomik krizle ve ürettikleri sorunlarla boğuşan olağan bir amerikan ailesinden başka birşey değiller..

    'hepimiz kendi yok oluşumuzun ve kendi kurtuluşumuzun tohumlarını içimizde taşırız..' üstünde sık sık düşünmeye değer bir söz carnivale'den aklımda kalan bir de annemin pilot bölümü izledikten sonraki şu lafı:

    'allah aşkına şimdi ne anladın bundan?'

    dizi izlemek güzeldir...
214 entry daha
hesabın var mı? giriş yap