3 entry daha
  • serinin devamı olan yeni yazıyla yine karşınızdayım. daha önce yayınladığım yazılarda türk tarihinden ilginç anekdotlar (vol.1) - (vol.2) (vol.3) türk tarihi ile ilgili çeşitli ilginç olayları siz saygıdeğer okuyuculara aktarmıştım. bu bölümde türk tarihi içerisinde çokça yer tutan ve kanıksanmış hale gelen ihtilallerden 2 örneğinin neden ve sonuçlarına değineceğim bir yazı hazırlamak istedim.

    ***paçavralar içindeki asi***

    18. yüzyılın başlarında 3. ahmed'in saltanatı dönemindeki ''lale devri'' osmanlı tarihi içinde genellikle küçümsenerek ve istanbul'daki yönetici elitin kendini kaptırdığı zevk ve eğlenceler öne çıkarılarak değerlendirilir.

    saray ve çevresinin sefahate dalması bir gerçekse de bu durum ilk kez böyle olmuyordu. saray her dönemde benzer bir yaşam sürüyor ancak bunu duvarların arkasında yapıyordu, ahalinin gözü önünde değil. tabii böylesi bir yaşam tarzının sarayın ve hanedanın dışına doğru genişleyen bir çevreye yayılması kolay değildi.

    ''lale devri'' diye adlandırılan dönemde sefahat konusunda biraz daha ipin ucunun kaçtığı, biraz daha halkın gözü önünde cereyan ettiği ve nihayet biraz daha saray ve hanedanın dışına doğru yayıldığından söz edilebilir. dönemin istanbul'daki fransız elçisi, sadrazam nevşehirli ibrahim paşa'nın konağında verilen bir gece davetini şöyle anlatır:

    "laleler açtığı ve sadrazam onları padişaha göstermek istediği zaman, lalelerin açmadığı boşluklar başka bahçelerden alınan ve şişeler içine konan laleler ile doldurulurdu. her dört çiçekte bir, çiçekle aynı seviyede bir mum yanar ve bahçe yollarına her türlü kuşla dolu kafesler asılırdı. kameriyeler muazzam miktarda ve şişelere konmuş her türden çiçekle süslenir ve sonsuz sayıda çeşitli renkli cam lambalarla aydınlatılırdı. bu lambalar aynı zamanda davet için özel olarak ağaçlıklardan getirilen ve kameriyelerin arkasına yerleştirilen çalılıkların yeşil dallarına asılırdı. bütün bu çeşitli renklerin ve sayısız ayna ile yansıtılan ışıkların etkisi şahaneydi. ışıklandırma ve türk müziğinin gürültülü sesi tüm bunlara eşlik eder ve laleler açtığı sürece her gece bu eğlenceler devam ederdi. bu süre zarfında sultan ve maiyeti sadrazam tarafından yedirilir ve yatırılırdı."

    evet, yönetici elitin yaşamına ilişkin tablo budur ve hiç kuşkusuz bu kadarının ahalinin isyan duygularını kışkırtması anlaşılır bir şeydir.

    ama bu dönem sadece yönetici elitin zevk ve sefasıyla anılacak bir dönem değildir. aynı zamanda istanbul'da önemli mimari düzenlemeler yapılmış, yangınla harap olmuş eski mahalleler yeniden imara açılmış ve istanbul'da dönemine göre bir kent yaşamı ortaya çıkmıştı. itfaiye bu dönemde kurulmuş ve en önemlisi de ilk matbaa 1729'da faaliyete geçmişti.

    1670 yılında macar asıllı bir hıristiyan olarak doğan ibrahim müteferrika 1693 yılında müslümanlığı kabul ederek osmanlı devleti’nin hizmetine girdikten sonra osmanlı devletinde müslümanlar adına ilk matbaayı kuran kişi olmuştur. daha öncesinde ermenilere verilen bir matbaa izni vardır ama müslümanlar adına ilk izni alan da yine eski bir hıristiyan olacaktır.

    başta haliç civarı olmak üzere istanbul'un park ve bahçelerinin laleler ile bezendiği bu yıllarda devletin maliyesinde ve ordusunda da bazı düzenlemeler yapılmıştır. ama genellikle olduğu gibi bunların yoksul halka pek bir yararı olmayacaktır. geniş toplulukların gözü önünde yaşanan sefahat ve gelişmekte olan kent yaşamının nimetlerinden yararlanılamaması öfke birikimine yol açacaktır. ve bir an gelip bu öfkenin isyana dönüşmesi için bir kıvılcım yeterli olacaktır. bu arada gayrimüslimlere tanınan yeni bazı ayrıcalıklar ise islam adına ahaliyi kışkırtmak için çok uygun bir malzeme oluşturacaktır.

    iran'la süren savaşta uğranılan başarısızlıklar üzerine padişah 3. ahmed'in ordunun başına geçerek sefere çıkması talebi öylesine yoğunlaşır ki sarayın buna daha fazla direnmesi olanaksız hale gelir. bunun üzerine üsküdar'da ordugah kurulur ve askerler iran üzerine sefere çıkmak için hazırlıklara başlarlar. padişah ve vezirler de üsküdar'a geçerek orduyla birlikte yola çıkmaya hazırlanırlar. ancak aslında padişah 3. ahmed'in istanbul'daki tatlı yaşamı bırakarak savaşa gitmeye hiç niyeti yoktur. ordu bir türlü yola çıkmamaktadır.

    sonuçta, iran'ın temsilcileri üsküdar'a gelirler ve onlarla yapılan görüşmelerde savaşı devreden çıkaran kötü bir anlaşma yapılarak padişah ve çevresi boğazın anadolu yakasından avrupa yakasına dönerler. ama bu da beklenen kıvılcım olacak ve bu devire son verecek ayaklanma patlayacaktır.

    eskicilikle uğraşan bir yeniçeri olan patrona halil ve muslu beşe önderliğinde patlayan isyan 28 eylül 1730'da başladı ve dört gün boyunca istanbul sokaklarını ele geçiren topluluklar 2 ekim'e kadar evlerine girmediler. bir bölüm ulemanın da desteğini alan asiler ilk gün kentte duruma egemen olarak topkapı sarayı'nı kuşattılar ve padişahla pazarlığa başladılar. ertesi gün aralarında sadrazam nevşehirli damat ibrahim paşa ile yakınlarının da bulunduğu 37 kişinin kellesini istediler. 3. ahmed çok sevdiği sadrazamına hemen kıyamadı ama direndiğinde kendi kellesinin de gidebileceğini görünce üçüncü gün ibrahim paşa ve yakınları boğdurularak cesetleri asilere teslim edildi.

    ancak isyanın bununla yatışması mümkün değildi, elebaşılar padişahın da tahttan çekilmesini istediler ve istediklerini de yaptırdılar. 3. ahmed 1 ekim'de yeğeni mahmud lehine tahttan feragat ettiğini ilan etti. sonuç olarak ertesi gün 1. mahmud tahta geçti.

    1. mahmud padişah oldu ama saray "ayak takımı"nın denetimindeydi. eskici patrona halil rumeli beylerbeyi olmuş, muslu beşe de kul kethüdası olarak sarayın yönetimini ele almıştı. rivayete göre patrona halil eski püskü paçavralar içinde dolaşıyordu ve hiç kuşkusuz bu durum eski şatafata öfke dolu ahalinin sempatisini canlı tutmak için etkili bir yoldu. isyan, meşruiyetini sefahate son vermekten aldığı için isyanın önderi de giyimiyle bunu temsil ediyor ve ahalinin desteğinin sürmesini sağlamaya çalışıyordu. bu arada lale devri sırasında istanbul'da yapılan zarif mimari yapılar yıkılıyor, halkın öfkesini tatmin eden kitlesel ayinler gibi yıkım ve yağmalar düzenleniyordu.

    'ayak takımı' iki ay boyunca topkapı sarayı'na egemen olup devleti yönetirken isyanın silahlı gücü yeniçerileri tabii ki ihmal etmediler. devlet yeniçerilerden ebediyen kurtulmanın yollarını ararken isyandan önce 40 bin olan yeniçeri sayısı iki ay içinde 70 bine çıkmıştı. ayrıca devletin çeşitli yüksek görevlerine de 'ayak takımı' arasından atamalar yapılıyor, örneğin bir kasap eflak voyvodalığına atanıyordu.

    yaklaşık iki ay bu duruma tahammül eden yeni padişah ve çevresi kendilerini rezil ettiklerine inandıkları bu paçavralar içindeki asilerin hakkından gelmek için fırsat kolluyorlardı. nihayet gereken örgütlenmeyi tamamladılar ve asileri ortadan kaldırmak için uygun ortamı hazırladılar. iran'a savaş açılması konusunu görüşmek üzere divan toplantısına çağrılan patrona halil ve 14 elebaşı 25 kasım 1730'da sarayda pusu kuran askerlerce öldürüldü. bunları destekleyen ulema da sürgüne gönderilirken, geri kalan asilerin 28 ocak 1731'de ikinci bir kez ayaklanma girişimleri bastırılarak yakalananlar idam edildi.

    daha önce başına hiç böyle bir şey gelmemiş olan dehşet içindeki topkapı sarayı'nda iki ay süren kabus böylece bitti. ayak takımından ve paçavralar içinde dolaşan beylerbeyinden kurtulan saray eski asaletine ve zarafetine tekrar kavuştu!

    sonuç olarak, yerini şaşırıp "baş" olmaya kalkışan "ayaklar" da yine yerlerine döndüler ve yeni bir deneme için uygun koşulların gelmesini sabırla beklemeye devam ettiler...

    ***sarıklı ihtilalci !***

    halk arasında "93 harbi" diye bilinen osmanlı-rus savaşı 24 nisan 1877'de başladığında osmanlı orduları doğrusu iyi savunma savaşları vermişti. kars'ta ahmet muhtar paşa, plevne'de ise gazi osman paşa'nın gösterdikleri başarılara rağmen sonuçta savaş rusların zaferiyle bitmişti. plevne'nin teslim olmasından sonra hızla edirne'ye ilerleyen ruslarla 3 mart 1878'de ayestefanos (yeşilköy) antlaşması yapılmıştı.

    bu yenilginin sorumluluğunu meclis-i mebusan'a yıkan padişah 2. abdülhamit 23 aralık 1876'da ilan ettiği anayasayı askıya alarak meclisi kapattı. böylece bir yıl kadar süren meşruti monarşi yerini tekrar mutlakiyete, daha doğrusu 30 yıldan fazla sürecek bir istibdada bıraktı. (#93942903) hem bu baskı rejimine duyulan öfke, hem de rusların tüm balkanları çiğneyerek edirne'ye yürümeleri sırasında rumeli'den kaçarak istanbul'a sığınan on binlerce göçmen yıldız sarayı'ndaki abdülhamit'i fazlasıyla huzursuz ediyordu.

    bu toplumsal öfke, bu umutsuz ve aç yığınlar pekala tahtına mal olabilirdi. çünkü bunlar bir ayaklanmanın ve saray darbesinin koşullarını da yaratıyordu. ağır bir savaş yenilgisi nedeniyle meclisin kapatılması bir siyasi kriz anlamına gelirken, başkenti işgal eden rumeli göçmenleri ise bir toplumsal krizin başkent sokaklarına yansımasından başka bir şey değildi.

    saltanatına yönelik tehlikeyi fark eden 2. abdülhamit bir baskı rejimine yönelerek işin içinden sıyrılmaya çalışırken hayli tedirgindi. nitekim bu ihtilal ortamından yararlanarak gerçekten de abdülhamit'i devirmeye kalkışan bir ihtilalci çıkacak ve silaha sarılacaktı. abdülhamit'in uzun süre kendisine gelememesine yol açan bu "sarıklı ihtilalci"nin adı ali suavi idi.

    yeni osmanlıların önemli kişiliklerinden biri olan ali suavi daha sonraları "türk milliyetçiliğini ilk kez ortaya atan bir mütefekkir", "türk milliyetçiliğinin bayrağı, zulme ve istibdada çekilen ilk kılıç" gibi övgülerle anılmasına rağmen yaşamı da, düşünce dünyası da hayli karışık ama hiç kuşkusuz çok ilginç bir kişiliğe sahipti. ali suavi rüştiye mektebini bitirdikten sonra çeşitli kademelerde devlet memurluğunda bulunmuş, rüştiyelerde öğretmenlik, medreselerde hocalık yapmıştı.

    filibe'deki tahrirat müdürlüğü görevine son verilmesinden sonra geldiği istanbul'da siyasal çalışmalara ağırlık veren ali suavi, dönemin en önemli gazetesi "muhbir''deki yazılarıyla dikkat çekiyor, padişah abdülaziz ve annesi pertevniyal sultan hakkındaki konuşmalarıyla sarayın da öfkesini topluyordu. en sonunda ali suavi' nin yaz yazdığı gazete kapatıldı ve kendisi de kastamonu'ya sürgün edildi.

    daha sonrasında ise dönemin pek çok muhalifi gibi ali suavi'ye de avrupa'nın yolları göründü. yeni osmanlıların hamisi mustafa fazıl paşa'nın çağrısı ve yardımıyla kastamonu'dan kaçarak paris'e giden ali suavi burada bulunan yeni osmanlıların diğer önde gelen kişileriyle, özellikle namık kemal ve ziya paşa ile anlaşmazlığa düştü. londra'ya giderek bir süre orada yaşayan ali suavi tanıştığı marie stewar lugh isimli bir ingiliz kadın ile evlendi ve bu evlilikten dolayı da pek çok saldırıya uğradı.

    bir "gavur"la evlenmek o dönem için de pek hoş görülür işlerden değildi. yurtdışında iken bir süre muhbir ve ulüm adlı gazeteleri de çıkaran ali suavi, istanbul'da saraya bilgi verdiği ileri sürülerek yeni osmanlılar arasında tecrit edildi. hatta namık kemal onun için şu dörtlüğü bile yazmıştı:

    suavi dedikleri o küçük adam
    paris'te oturmuş yanında madam
    biz anı adam sandık o da mı cüdam
    aman yalnız kaldı mustafa paşa.

    bu dönemde meşrutiyetin ilanıyla af çıkması üzerine yeni osmanlıların birçoğu gibi ali suavi de istanbul'a döndü. muhaliflere çeşitli mevkiler dağıtarak onları kontrol altında tutma politikası izleyen abdülhamit'ten ali suavi'nin payına düşen de mekteb-i sultani'nin (galatasaray lisesi) müdürlüğü oldu. bu görevdeyken pek çok önemli yenilikler yapan ali suavi'nin bir süre sonra padişahla arası açıldı ve böylece ilk "sivil ihtilal" girişiminin öznel koşulları da hazırlanmaya başlandı.

    meclisi fesh edip anayasayı askıya alan 2. abdülhamit'in bir baskı rejimine yöneldiğini gören ali suavi rumeli göçmenleri arasında örgütlenme çalışması yaparak 150 kadar kişiyi silahlandırdı. amacı çırağan sarayı'nda "kafes hayatı" süren eski padişah 5. murad'ı bir baskınla kurtarmak ve yeniden tahta geçirmekti. aklı dengesi yerinde olmadığı gerekçesiyle tahttan indirilen murad'ın sağlığının düzeldiği söyleniyordu.

    20 mayıs 1878'de silahlanmış olarak teknelere doluşan ali suavi ve adamları üsküdar tarafından yola çıkarak boğazı geçtiler ve çırağan sarayı'na çıkartma yaptılar. böyle bir şeyi hiçbir şekilde beklemeyen saray görevlilerini etkisizleştiren ali suavi ve adamları murad'ın kapalı olduğu bölüme de girerek eski padişahı kendileriyle birlikte gelmeye ikna etmeye çalıştılar. ancak ortay çıkan kargaşadan büyük bir korkuya kapılan ve ne olduğunu anlayamayan eski padişah asilere direndi ve onlarla gelmeyi reddetti.

    5. murad'ı ikna edebilseler geldikleri teknelerle tekrar anadolu yakasına dönecekler ve orada yeni padişahı ilan edeceklerdi. ancak akli dengesi zaten pek yerinde olmayan eski padişah asilerle işbirliği yapmayınca bütün plan suya düştü. tam o sırada çırağan'a baskın yapan abdülhamit'in beşiktaş muhafızı yedisekiz hasan paşa, ali suavi ve adamlarına karşı zaptiyeler ve askerlerle saldırıya geçti. çıkan çatışma esnasında ali suavi'nin kafasına elindeki kalın sopayla vuran paşa bu "sarıklı ihtilalci"yi cansız yere sererken adamlarından da 60 kadarını öldürerek osmanlı tarihindeki bu ilginç ihtilal girişimini bastırdı.

    okuma yazması olmadığı için imzasını atarken yaptığı şekil arapça yedi ve sekiz rakamlarına benzediği için "yedisekiz hasan paşa" diye adlandırılan bu cahil adam, bir süre avrupa'da yaşamış, pek çok eser vermiş ve ülkenin en önemli eğitim kurumunun da müdürlüğünü yapmış ali suavi'yi bir sopa darbesiyle öldürünce sanki meydan savaşı kazanmış büyük bir kumandan gibi 2. abdülhamit tarafından "müşir" rütbesiyle ödüllendirildi.

    ali suavi ise, "vatan şairi" namık kemal'le atışmış olması ile hatırlanacak ve tarihin tozlu sayfalarının arasında unutulup giden isimlerin arasındaki yerini aldı
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap