• (bkz: dadya)
  • her sene can yucel anisina duzenlenen can senliginin yapildigi datcaya uc kilometre uzakliktaki sirin kasaba. muhtar'in -eski muhtar- kahvesinde bira icmek gibisi yoktur. odtunun burgaz ve emecik kazilarinin merkezi olan eski-okul yeni kazievi de burada bulunur.
  • koyun giri$inde yer alan koy kahvesinde halen can baba' nin anilari ya$atilmaktadir. kahvenin ko$esinde can baba' nin fotograflari ve koyun muhtarina yazdigi matrak $iirinin yaninda yarim kalan son $arabi (evim $arap) ve raki bardaginin dibinde kalan son $arap yudumu halen korunmaktadir.
    ayrica bu koy kahvesinde cay 250.000 tl, kahve 500.000 tl. dir.
    fotograf cekmek istediginizde ya$li sevim ihtiyarlar hemen ust ba$larina ceki duzen vermek icin davraniyorlar.
  • eski muhtarı orhan amca olan köy. orhan amca can yücel'in kankasıdır; muhabbeti çok sever. eski datça'daki kahvesine gittiğinizde karşısına oturtur, uzun uzun anlatır, sonra "yine gelin" der, "daha uzun konuşalım". orhan amca, aynı zamanda can yücel'in son vasiyetlerini de yerine getirmiştir; cenazesi feribottan indirilirken iki yanına günebakanları yerleştiren orhan amca'dır.(kendisi günebakış der ısrarla), can baba'nın vasiyeti olan (mekanım datça olsun) bir tepeden denize bakan mezarını kazdıran da orhan amca'dır. ama bir vasiyetini yerine getiremediğine yanar durur, zira can baba, ona "cenazemi kadınlar taşısın" diye vasiyet etmiştir, ama orhan amca, utanmış bu vasiyetini söyleyememiştir, yolu oraya düşenlerin orhan amca ile muhabbet koymadan gitmesi büyük günahtır.
  • en son 97 de gördüğümde çöplük halinde olan,içimi acıtan manzaraya sahiplik eden mekan
  • içine girer girmez, huzur hissedilen mekan. her an çocuklar yanınıza yanaşıp "sizi gezdirelim mi?" diyebilirler. bırakın gezdirsinler, hatta can yücel'in evinin önünde size bir şiirini okusunlar, kahvede gazoz içerken mahallelerinden bahsetsinler..pişman olmazsınız
  • eski datça'yı anlatmaya nereden başlamalı bilmem ki? can yücel, orhan amca, dar ve güzel sokaklar, ağaçlar, karşılaşılan her insanla gülümseyerek selamlaşmak... bir günümü huzur içinde geçirmemi sağlamış masalsı bir diyar.

    yer-yön bilmeden, önüme çıkan ilk yolu takip ederek dolaşmaya başladım önce. ağaçları, hayvanları ve taş sokakları keşfe daldım. daracık, yokuşlu sokaklarda adeta bir masalın içerisine bırakılmış hissettim kendimi. kendine özgü evlerin, kendine has ihtişamı; sessizlik, huzur ve rahatlama. arada karşılaştığım her insanla selamlaşıyoruz, herkes içtenlikle uyuyor buna, yazılı ve sözlü olmayan bir kuralı seve seve yerine getiriyorsun.

    köyün girişine dönüp, can baba'nın dostu orhan amca'nın kahvesine giriyorum. tam karşımda can baba için düzenlenmiş köşeyi görüyorum. yarım kalmış şarabı ve kadehi, resimleri ve gazete yazıları var, fotoğraflarını çekiyorum. yan tarafımda gözleme yapıyor ablalar kendi elleriyle.

    masanın birine oturup, bir şeyler yiyip içtikten sonra, orhan amca'yı soruyorum. malum can baba'nın çok sevdiği, onu datçalı yapan adam. garson oğluymuş meğer, karşı masada olduğunu gösterip buyur ediyor. merhaba faslından sonra, birlikte bir fotoğraf istiyorum kendisinden, "elbette" diyor, oğlu çekiyor fotoğrafımızı ama oturduğumuz yerin ışığı fotoğraf için kötü. başka masaya geçin diyor, "rahatsız ettim sizi" diyorum, sorun etmiyor sağolsun, başka masaya geçiyoruz.

    can yücel'le tanışmasını, buraya yerleşme hikayesini anlatıyor orhan amca önce. çok içtiğini, çok küfrettiğini söylüyor, "sizi de o alıştırmış galiba" dediğimde gülüyor, "evet" diyor, sonra bir anısını anlatıyor: "can baba burada oturmaya başlayalı sekiz-dokuz ay olmuştu. bir gün bir gazeteci grubu geldi köye ve onları evine götürmemi istediler. götürdüm, ben kahveye geri döndüm. bir saat sonra bunlar can baba'yı da yanlarına alıp geldiler, ellerinde şaraplar, rakılar, yiyecekler filan var. bir kaç masayı birleştirelim dediler, birleştirdik. ben de oturdum yanlarına. baktım can baba ağzını her ağzını açtığında her iki kelimesinden biri küfür. yahu bayanlar var, kızarıp bozarıyorum, ters geliyor o zamanlar bana böyle şeyler. bir iki kıvrandıktan sonra kalkmaya hazırlanıyorum ki, bayanlardan biri anlıyor benim sıkıntımın sebebini, yanıma gelip, 'ben sizin derdinizi anladım, sıkılmayın lütfen, biz yıllardır alışığız onun küfürlerine' diyor. ondan sonra daha rahat oluyorum ben de" sohbetimiz bittiğinde, teşekkür edip ayrılıyorum oradan. gidip görecek olanlara kahvenin nefis gözlemesi ve ayranını tavsiye ederim ayrıca, müthiş lezzetli.

    yola çıkıyorum, istanbul plakalı bir araba yanaşıyor yanıma, "buyrun bırakayım gideceğiniz yere" dediğinde, mutluluğum sekiz kat fazlalaşıyor. tanrım, yine mi sendenim? çok mahcup oluyorum ama...

    yine görüşmeyi dileyerek, kendimi yenilenmiş hissederek ayrılıyorum eski datça'dan.
  • maddi duran varlıklara dönüştürülmeye çalışılan yıkık köy evi cenneti,kuzey egedeki kankası adatepedir.
  • tam da havasıymış gibi, kalabalıktan, kasıntılıktan uzaktır şimdi. sanki gitsek iyi gelecek gibi.
  • mimarisinin bozulmaması için imar izni verilmeyen, verilen yerlerde ise taş evler için özel bir uygulama mevcut olan şirin mi şirin yer. uygulama ise şöyle*;

    diyelim ki arsa sahibisiniz ve % 10 imar izniniz ile 60 m2 ev yapmayı düşünüyorsunuz. normalde bu 60 m2 evin dış kısmını yani duvarların dış kısımları ölçülerek hesap ediliyor. ama evi taştan yapacağım derseniz o zaman duvarların iç kısmından ölçüm yapılıyor ve duvar payı düşülerek imar izni veriliyor. bu da her yönde 30 ila 60 cm arasında yer kazanılması demek oluyor ki toplamda oldukça yüksek bir rakam yapıyor. istanbul'da yaşadığımız 3+1 130 m2 evler ile kıyasladığınızda küçük gibi görünebilir belki ama sonuçta mimari yapıya zarar vermemek de önemli.

    sokaklar evlerin duvarlarından hatta çatılarından sarkan çiçekler ile bezeli olduğundan çok hoş duruyor. gidin, görün, bol bol fotoğraf çekin.
hesabın var mı? giriş yap