• lanetli bir adet cam kase.

    zamanın birinde romantik bir jestin parçası olarak geldi evime. içerisindekiler bitince özenle yıkadım, içine ne koysam da geri versem diye düşünürken (zira eve gelen tabak çanak boş dönmezdi, türk olmak bunu gerektirirdi) annem alıp hunharca kullanmasın diye odama, çalışma masamın üzerine koydum. benim canım kasemdi, kıymetlimisdi.

    önce babam dadandı kaseye. bu dedi neden burda duruyor dedi aldı mutfağa götürdü, geri getirdim (daha doğrusu getirdiğimi zannediyordum ama aslında kendi geliyormuş). o dedim bizim değil geri gidecek karışmasın diye ayırdım dedim bu sefer de tutturdu mustafanın kasesi bu ben bunu geri verecem diye. yav değil mustafanın rahat bırak kasemi falan dedim gitti bu. sonra temizliğe gelen abla ve annem dadandılar kaseye ama her seferinde geri getirdim (hala getirdim zannediyorum bak)

    neyse uzatmayayım aradan baya güzel günler, o kadar da güzel olmayan günler ve bir takım ağlamalı kusmalı ayinli günler geçti ve kase artık sadece bir kaseydi, dolayısıyla içip içip küfrettiğim bir gün elimde yakacak fotoğraf falan olmadığı için kaseyi çöpe attım, ve sızdım.

    sabah kase başımdaydı.

    yorganı burnuma kadar çektim, vay babayın kemikleri şeklinde ilkel küfürler eşliğinde altıma sıçtım. meğer annem yanlışlıkla atıldı zannedip yıkayıp temizleyip koymuş geri yerine. yok anne dedim atıyorum bunu ben kase yok artık. attım geri.

    ertesi gün kase mutfaktaydı.

    yav dalga mı geçiyorsunuz attım işte koduğumun kasesini kim getiriyor bunu dedim ordan babam yarın bi gün barışırsınız geri verirsin diye şeyettim dedi. tamam kalsın aq da bok barışırız dedim (içimden), kaldı. biz tabi ki barışmadık ama kase de hep durdu bir kenarda.

    aradan aylar geçti, bir ton şey yaşandı kase sahibiyle ve ben taşınırken, ev bomboşken geride sadece o kase kalmıştı, artık geride bırakma zamanı gelmişti çünkü kaseyi de sahibini de, kapıyı çekip çıktım.

    ve siktiğimin kasesi yeni evde de belirdi.

    anasını avradını siktiğimin 30 km yol katetmişti. evden eve nakliyatçılar evde bir şey unutulmasın diye kontrole gittiklerinde bulup getirmişler.

    neyse dedim. olgun bir birey gibi koydum köşeye, anlamı yok zaten artık dedim. sıradan bir kase, dursun.

    fakat kase sahibinin hamleleri bitmemişti, anılarımı dahi sikmenin bir yolunu bulmuştu. bir süre sonra ben kendimi tekrar depresyonda buldum ve terapimin bir parçası oladak kaseyi bahçeye gömdüm kardolarım. bildiğin toprak attım üstüne. ellerimle toprak attım. delirtti çünkü artık.

    kase sadece dört gün sonra bahçivanın ellerindeydi.

    secde ettim.
    af diledim.
    sekiz sezon supernatural izledim.
    sonra aldım kaseyi karşıma konuştuk biraz. sorun neydi, neden böyle oldu. benim suçum yok aq manyağı ben kaseyim dedi, haklısın dedim.
    en son aldım yıkadım allah affetsin kullanıyorum da artık. benim canım kasem.
  • 2 adet kol
    2 adet bacak
    karaciğeri sattım iyi para var
    2 adet akciğer

    geriye kalanlar tam bunlar. buzdolabında saklıyorum şimdilik. ''ayrılmak istiyorum ben'' demişti. ben de ayırdım. evet.
  • üstünde tuhaf yuvarlaklarla adınızın yazılı olduğu bir a4 kağıdı.

    kötüsü de, üzerinden 5 sene geçmiş bir ilişkinin tekrar su yüzüne çıkıp insanı bağıra bağıra ağlatmasıdır.

    klasik bir öğrenci evi. diferansiyel denklemlere gömülmüş iki sevgiliyiz. yaz okulu var. gecenin bi körü ve benim canım feci şekilde çay istiyor.(siktir git bi çay demle ekolü) eski sevgili de, ki o zaman eski değildi, son 15 dakikadır bi şilerle uğraşıyor. ben harıl harıl problemlerle boğuşurken, beni sallamadan o yuvarlaklı muvarlaklı bi oyuncakla uğraşıyor. hani bilirsiniz işte, içiçe geçen yuvarlakla yapılan tuhaf şekiller. hatta insan kendini kaptırırsa tuhaf bi zevk alıyor, ağzından beyle sular süzüle süzüle oynuyor.

    o zaman benim ağzımdan sular süzülmüyordu. iki gün sonrasındaki o bela dersin verilmesi gerekiyordu ve o sevgili kişinin onunla uğraşıp durması feci şekilde sinir ediyordu beni. neyse geçmiş vakit, ben mutfağa doğru seyirtip, çay suyu koyup geldiğimde; sevgili zaten kocaman olan gözlerini iyice açarak, ki çok da güzel gülümserdi,

    "bak, bunu senin için yaptım!"

    ne olduğunu anlamadım tabi. çay kaşığından biraz hallice olan duygusallığım o anda daha da dibe vurmuştu. anlamadım ne anlama geldiğini o yovarlakların. yuvarlak da değil, düpedüz yovarlaklar! kafam zaten olmuş bi dünya, bernolli midir nedir, kaybolmuşum denklemlerde... olayı daha da çok bozmamak için yüzüme yalancı bi gülümseme oturtup,

    "teşekkürler..." dedim, "çay demledim, içer misin?"

    eski sevgili-ki o zaman sadece "sevgili" sıfatı yeterliydi,

    baktı sadece... o zaman anlamalıydım bi şilerin kırıldığını...

    gel zaman, git zaman... ayrıldık.

    yıllar her acıyı eskitiyor. benimki de eskimişti işte. ta ki balkondaki o defter kolilerini açana kadar.

    bi ton defteri ayırırken bi kağıt geçti elime. nedir bu dedim kendi kendime. ben böyle tuhaf şeyler yapmam, yani yaptığım tuhaflıklar vardır tabii de bu derecesini kendimden beklemiyorum. kafama dank etti, mutfaktan gelen demliğin sesi, gecenin bi vakti evdeki parfüm kokusu, sıcak bi temmuz gecesi...

    ne mi yaptım? oturdum ağladım.
  • el tutmayı, sevişmeyi öğrenmişlikten kötüsü war mı ?
  • seneler önce çekmecemi karıştırırken eski sevgililerimden birinin gittiği bir deniz kenarından toplayıp bi şişeye doldurduğu şekli, rengi hoş taşları bulmuştum. şişenin kapağını açtığımda deniz kokusuyla karışık onun kokusunu alır gibi oldum.

    aylar sonra kanalları değiştirirken rastladığım fazlaca duygusal bir türk dizisinden gaza gelip onları ait oldukları yere denize salıvermiştim. salarken ne öle beklediğim gibi esrarengiz bir enstantane oluştu, ne de hayatın soundtracki çaldı. mal gibi saldım daşları..
  • (bkz: saat farkı)

    zira o yaşama devam ederken, siz o dakikada kalırsınız.
  • vesikalık fotoğrafı ve arkası imzalı kartviziti ki hala cüzdanımda durur. kaybolursam ona geri getirsinler diye cüzdanıma koymuştu. kayboldum...
  • masanin altindaki sumukler..
    (bkz: allah belani versin senin be)
  • iki ayağının da kaval kemikleri, yanmıyor bir türlü şerefsizler. illa asit dökücen, illa asit dökücen.
  • o zamanlar "it-köpek" diye anılan, "onlar anlamaz" diye boşlanan, "biz başka seviyoruz" diyerekten yerilen muhtelif insanların "yaaa biz söylemiştik" gururları.
hesabın var mı? giriş yap