• bir kısa öykünün adı. kendisi.

    özgür için..

    kalabalığa çarpa çarpa ilerliyorum, kalbim çarpa çarpa. az sonra sabahlara kadar konuştuğum kişi ile buluşacağım, evden çıkmak için bir saatimi harcadım ya boşuna. saçlarım bir türlü istediğim gibi olmadı. üstüm başım temiz gerçi ama üstüme yakışmıyor gibi geliyor herşey.

    yürüyorum, içimde uçmaya yeni başlamış kuş heyecanı, elimde sıkı sıkıya tuttuğum telefonu , her on saniyede bir kontrol ediyorum, hadi ya arar da duyamazsam diye. sesini yıllardır tanıyor gibiyim, oysaki telefonda ilk gece, sesi, yüzyıllar öncesinde bir fransız kızın sesi, sesi o kadar soylu, sesi o kadar güzel. saraydan arıyorum dese şaşırmayacağım.

    -merhaba, ben özgür.

    ondan duyduğum ilk cümle, hayatımın en kısa, en sıradan ama en heyecan verici cümlesi. sonrasında titrek sesim, üstelik hastayım, kış. boğazımı acıta acıta ona anlatıyorum. anlatıyorum , özet halinde yaşadığım acıları. bir şarkıdan bahsediyoruz sonra, “gidiyorum” , sonra ben başka yerlere gidiyorum sabaha karşı, ne zamandır kullanmadığım kalbim, zorlanıyor, uykusuzluktan sürekli uyuşuk başım.

    -ne başkası oldu ne de olacak-

    yalan. bir sürü insan girdi benim hayatıma. ilk gençliğin yeni yetme heyecanı, ölçmeden , biçmeden bir sürü yalan yanlış ilişki yaşadım ben, ilişmekle sınırlı. çok hoşlandıklarım da oldu tabii, aşık olduğumu sandıklarımda, aşık olduğumda.

    -sen çalmazsan kapım açılmayacak-

    gülüşün yeter aslında tüm kapılarımı açmaya, gülüşün; bir uzun yolculuktan dönüşü gibi sıcak insanın kendi evinin. gülüşün en güzel ruj dudaklarında. gülüşün bir masalın mutlu bitmesi. uzun yılllardır hapsetmişim kelimelerimi, seninle açılacak çelik kapım, beni benden koruyan.

    -simdi icimde yanan bu ates sanmaki bir son bulacak-

    içim ateş, bodrumda kış. bodrumun en sevdiğim zamanı. sokaklarda yağmur perilerinden başka kimse yok, büyük camlı vitrinler sahipsiz, sadece yağmur izliyor mankenleri. denizin kenarında yürüyorum, yağmur yağıyor her taraf su, ama içim ateş, kibrit kibrit yanıyor bedenimin her köşesi.

    bu şarkı sürekli içimde takılı. durmadan çalıyor, değiştiremiyorum.

    artık geçmez diyordum zaman ama geçti işte, her saniyesini hissederek tükettim günleri. zamanın çabuk geçmesini de istemedim üstelik, onu beklemek, onun için yaptığım ilk fedekarlıktı kendimce.

    yürüyorum bunaları düşünürken.telefonum çalmadı hala, gelmezse diye düşünüyorum bir yandan, ya vazgeçerse, ya işi çıkarsa. buluşacağımız yere geldim şimdiden, daha gelmesine onbeş dakika var, hava soğuk, ankara soğugu. havanın soğuk olduğunu çevremdekilerin yüzlerinden anlıyorum, yoksa bir şey hissettiğim yok benim. bir şişe votkayı bir dikişte içimiş gibiyim, içim alev. ben mi aramalıyım acaba? ama hadi ya gelmeyecekse, yalan söylemek zorunda kalırsa, onun yalan söylemesine dayanamam. aradım. telefonu kapalı. gelmeyecek biliyorum. bir beş dakika daha geçti işte , aramadı. sonra göğsümün üstünde bir ince sızı, gömleğimin cebinde telefon, -annem hep kızar aslında orada taşınmaz telefon kalbe zarardır diye- kalbime zarar mümkün mü, arayan oysa hele. telaşla açıyorum arayan o. sesi inceden alaylı, geç kaldım henüz bir on dakika var diyor gelmeme. olsun bir yüz dakika daha olsun, bir bin dakika daha beklerim, yeter ki gelsin. problem değil diyorum telaşla, beklerim.

    geldi işte. üstgeçitin merdivenlerinden gülerek iniyor, hava yüz derece. hava bin derece. ansızın bahar. uzattığı eli sıkıyorum, ve hatta kendimden beklemediğim bir hareketle öpüyorum yanaklarından.. yüzyıllardır tanıyor gibiyim çünkü. arkadaşıyım, benim hakkımda herşeyi biliyor, o kadarcığı hakkım. acılarımı gösterdim ben ona, altını çizdim önemli yerlerin, çiziklerle dolu kalbim.

    bir yerlerde oturuyoruz sonra, çay içmiyor, kahve içmiyor, -hiç bir zaman da içmeyecek- meyve suyu istiyor , varsa şeftali. bir panikle susmadan konuşuyorum, dinliyor ve gülüyor sadece, o güldükçe ben konuşmaktan vazgeçmek istiyorum, susup onu seyretmek, ama sessizliğe dayanamam ben, hiç bir zaman dayanamadım.

    bir zaman geçiyor sonra, bir sürü şey, bir akşam , tiyatroda , hani birşey demeyeceğini de bilmenin cesaretiyle, nabızım bin, elim buz heyecandan, elini tutuyorum pat diye, bir daha hiç bırakmamak üzere.

    ne çok ayrılıklar gördük istemeden, ne kadar çok bekledik, ne kadar fedekar bir insan, -kadınım-, bu hayatın gülen yüzü. şimdi düşünüyorum, senin yerindeki pek çok kimse , benim kadar zor birisine ne kadar katlanabilirdi diye.

    askerdeydim, bir akşam arkadaşlarınla çıkacaksın diye, yapmadığımı bırakmadım, düpedüz yalan söyledim işte, hastayım dedim , başım çok ağrıyor dedim, sanki hapishanedeyim dedim, ben içerde sen dışarda, düpedüz kıskandım işte, haksızlık ettim, ses çıkarmadın.

    binlerce kilometre yolu bir günlüğüne geldin, askerde bölüğe gelen ilk mektubun sahibi sendin, bir sürü şınav çektim, elli tane çay ısmarladım, olsun, sen hep beyaz yüzü hayatımın. sen hep sayfa sayfa kötü yazınla yazılmış mektup, sen ufak tefek hediyeler, sen gözleri gülen kadı, -kadınım- beni hep mutlu ettin.

    bir öyküyü yaşıyorum, bir öyküyü yazıyorum ben, kurmaca değil bu sefer, hayatımın mutlu tek öyküsü, gözleri gökkuşağı olan kadın.
  • sensin bu. * *

    özlediğim şeyler var benim. herkesin vardır.

    benimkiler, seninle ilgili şeyler genellikle. kaç kilometre ötemdesin şimdi. buradan hangi kuş uçabilir londra'ya. londra'da deniz var mı, fas'ın başkenti fas mı, zeki müren'i sevmeye başladık mı yavaştan? kilometreleri sevmiyorum, uçaklara binmeyi, uçaklara binmeni.

    seni ilk göreceğim günün heyecanı var. özlediğim, hani. hani merdivenlerden inerken seni göremeyeceğim korkusu, mağazanın önünde o kalabalıkta. içimde bir serçe vardı. uçmaya yeni başlamış kuş heyecanı vardı içimde. o kuşun yavru halleri özlediğim şeylerin arasında.

    elini ilk tuttuğum gün var mesela, tiyatrodaydık, ses etmemiştin. tiyatroda sessiz olmak lazım çünkü. kalbimizde nice senfoniler. hala her çıkışımızda her fırsatta elini tutuyorum ne güzel, ama o başka işte. o sıcaklık başka. avucumun heyecandan terleyişi var aklımda. sanırsın dünkü çocuk, kaç yıl geçti sahi, hangi arada büyüdük?

    öpüşler, öpüşler, öpüşler var. yıllar geçmesine rağmen her seferinde binlerce heyecan. ilk kez öpüyormuş gibi olmak özlediğim şeylerden biri değil. hep öyle gibi çünkü.

    yazdığım bir şiiri ilk kez sana okuyuşlarım var. senin dudak büküşlerin. anlaşılmıyor artık gittikçe yazdıkların deyişin. eski şiirlerimi hep daha çok sevişlerin var.

    gülüşün var. ki üstüne bir ömür yazılır. gözleri zaten sorma. taşa baksan akik sarar, bakışların ki.

    fedakarlıkların var, benim için, ailem için yaptıkların. iyi bir insan oluşunu içimle bilip, gözümle görüşüm var yıllardır.

    elini alnına koyuşun var. hüznün özlediğim şeyler arasında değil.

    bir insanı beraber büyütüşümüz var, onu ilk kez kucağıma verişin. bir mucizenin büyüyüşüne beraber tanıklık edişlerimiz. * birken çok oluşumuz var hep aklımda.

    sonra bir şarkı var: kıraç gidiyorum buralardan. o şarkıyı bin defa dinlediğim geceler var, özlediğim.
    kıraç bozdu sonra kendini. dizi müzisyeni oldu, bakma. düğünümüze gelsin isteyişlerimiz.

    bana yaptığın süprizler var. sen süpriz yapmasını bilirsin, ben bilemem. hemen söylerim çünkü. tezcanlıyım ben, bilirsin.

    çeşme'de bir pansiyon var. şimdi gittiğimiz beş yıldızlı oteller gibi değil. ama klimalı. klimalı olsun istedik, çok sıcaktı çünkü.

    ılıca diye bir yerde denize girmek seninle. oranın denizi çok yeşilli mavili, gözleri gökkuşağı olan bir kadına yaraşır yani.

    bir salata var, o salatayı nasıl iştahlı yeyişin. ikimize dair bir sos olsaydı nar ekşisi olurdu bu kesin. nar ekşisi bol bir salata var aklımda, seninle yemek yemenin mutlulukla bir ilgisi olmalı, cemal abi * eksik mi biliyor acaba?

    arkadaşlarım var, arkadaşlarımız. arkadaşlarımı arkadaşın bilişin var. arkadaşlarımızla gece eğlencelerimiz. akşam canlı müzik dinlemeye gidişlerimiz. sen dansetmeyi sevmezsin, disko sevmezsin mesela, ama durur beni izlersin, benden utanır mısın, bilmiyorum hiç. ama çok içip çok oynayışlarımız var aklımda özlediğim.

    aralarda yalnız kalışlarımız var, hafta sonu kaçamağıyla tatile gidişlerimiz. yolculuklarda başını omzuma koyup uyuman var mesela.

    sabah uykusuyla beni yolcu edişlerin. uyku kokun. kokun var mesela aklımda.

    sen varsın. özlediğim. gözleri gökkuşağı olan kadın. gel artık.
    gel beni bu saçmalamalarımdan kurtar, bu dağılmışlığımdan, bitmeyen yalnızlığımdan.
    yalnızlık sen gittikçe gidişinle gelen bir şey benim için.

    ve en güzeli ne biliyor musun? bunların hepsini yeniden yaşama şansımız var, böyle bir isteğim var. güçlü.
    özlediğim şeyler var benim, sen en çoğusun bunların, çoksun, sen buna çok dahilsin.

    kızımın gözleri aynı senin gözlerin, ilerde gözleri gökkuşağı olan başka bir kadın daha yetiştiriyoruz belki birlikte.

    gel içim çok fena, yağmur yağmasa da gel,
    gel gözlerinden içime rengarenk paletler.
    gözleri gökkuşağı olan kadınım, gel.
  • tavlamaya değecek güzellikte ve ağlayan kadınlara söylenebilecek bir teselli. kullanımı şöyledir:

    ağlamakta bulunan kadına yaklaşılır. cepten mendil çıkarılır. zarif bir hareketle, kadına uzatılır. kadın gözlerini mendilinizle silip mendili küçük ellerinde buruşturup size bakacaktır. işte tam o anda, "gozleri gokkusagi olan kadin, bana ismini bahşeder mi acaba?" denilir. kadının gözlerinin, gerçekten de yağmurdan sonra çıkan bir gökkuşağı gibi farklı renklerin cümbüşü halinde yanıp söndüğünü göreceksiniz.
  • bir masalda yaşar kendisi oysa ki gerçeğe çok yakın.
    güldüğünde gözlerinde yedi renkli çiçek açılır.
  • kendisi için yazılmış bir şiir bulunur, aşkamları okunur. sözleri de şöyledir.

    -gözleri gökkuşağı olan kadın için yazılmış şiir-

    gülüşüne asarım tüm saatleri
    bir bir geçerim bilmediğim yollardan
    zamanın akrebi yoksulluğun cebinde
    ve her günün ömrümüzden gittiğini bildikçe
    yelleri kovmayalım rüzgarlara davet
    bu sıcakta güneş istemeyelim şiirde.

    işığa aşık ufak böcekler
    aşığa ışık gözlerinden habersiz
    öldüler yine dün gece
    ölsünler.

    ama biz;
    polyannayı ebe seçelim mutluluk oyununda
    baskı resim yaptırmayalım çocuklarımıza
    uzun uzun sevelim , sevişelim yeri geldikçe
    yeri gelmedikçe de sevişelim ne çıkar
    uzun uzun yaşayalım dünyanın her yerini
    gülümsemek fabrikasında işçi olalım
    kapının girişinde çıkaralım tüm dertlerimizi.

    yeter ki biz;
    bir hiç uğruna dökmeyelim düşlerimizi.
  • evimde yaşar, gülücükle beslenir, benim kalbimdir, kaşlarını çattığı zaman yağmur yağar, ıslanır tüm hayallerim.
  • saka degildir bu. gozleri gokkusagi gibi olan insanlar** vardir. dis kismi siyah harelidir* bu kisilerin gozlerinin, sonra kahveye, elaya, yesile ve maviye doner sira ile. saskinlik vericidir. sanat eseri niteligindedir bu gozler.
  • bu kadının gözleri ve o gözlere bakma eylemi, bir şekilde günah olmalıdır ancak bakmak mı günah bakmamak mı orasını halen anlamış değilim.
    bakmaya başlayınca gözünü alamazsın, kendi iraden dışında bakmaya devam edersin ki bu günah semptomudur, bakmamaya çalışırken ise mükemmel bir yaratıya hak ettiği değeri, ilgiyi vermiyormuş hissiyatı dolar içine ki bu da dinlerde 'tanrıyı sallamamak' olarak kabul edilir, günahtır.

    en güvenli durum sanırım 'bakamamak, bakma olanağından yoksun olmak' olabilir, bu kör olmak olur, çevrenizde hiç böyle kadın kalmaması olur, ama en güvenlisi budur.

    güvenlik arayan var mı peki? sanmam.
hesabın var mı? giriş yap