• kendini olunan yere ait hissetmemek durumunun bir ileri safhasıdır. ilk başta içinizde ait olmaya karşı bir inanç vardır. daha sonra mekan ve insanlar değiştikçe ait olamama konusunda hiçbir şeyin değişmediğini gözlemlersiniz. sorun mekan ya da insanlar değildir. siz yalnızlık müptelası olmuşsunuzdur. yüzeysel arkadaşlıklarla ve olduğunuz mekanda yuvarlanır gidersiniz. belki de ait olduğunuz tek şey yalnızlığınızdır, mekanın bir önemi yoktur.
  • kendi çemberini çizip merkezine geçince yaşanan durumdur.
  • kaldım yine sap gibi. hiçbir yerde, hiçkimsede huzurlu değilim, mutlu değilim. sıkılıyorum, hem de çook. gerçekleşmeyen planlarıma mı üzülsem, aynı kavgaları yüzlerce kez yapıp tüm enerjimi kaybettiğime mi yansam bilemiyorum. bir döngünün içinde kaldım, koşuyorum sürekli ama gene aynı yerdeyim, boğuluyorum. koş, koş, koş... elde, avuçta yine aynı şeyler, aşılamayan problemler, gerçekleştirilemeyen vaatler...
  • tam olarak hissettiğim durumdur. seviyorum bu durumu. bana özgürlük veriyor.

    "hiç kimsenin ilgisine ihtiyaç duymadığın gün olgunlaşırsın. hiç kimseden beklentiye girmediğin gün yara almazsın. hiç kimseye bağımlı kalmazsan kazanırsın."

    osho
  • tüm hayatını bir valize sığdırabilip, gidileceği zaman o valizi alıp gidebilme arzusudur, hayatı piç edendir. sevgiliye sarılırken bile tereddüt yaşatır adama, lan buna, buraya ait değilim, çok fazla alışmasın, "benim adam bu" demesin istenir. oysa en güzel tanımlamalardan biridir aslında bir erkek için sevdiği birinin "herifi" olmak , lakin bu bile korkutur. acı vermekten, kendine alıştırmaktan korkar insan, ama temelinde aslında istenildiği zaman gidememek korkusu vardır. kök salmaktan, seni olduğun yere bağlayan bir şeyler olmasından. işyerinde bile önemli olmaktan korkutur adamı bu duygu. önemli hissederseniz benimserler çünkü, gidişiniz zorlaşır. tüm bu ait hissedememeklerin ortasında, zaman içinde, fark etmeden ait hissettiklerinizi fark etmek daha bir tedirgin hissettirir adama kendini. bok gibidir özetle. varacağınız sonuçta bellidir aslında, kadınlar derler ya hep, "nereye kadar?" diye. işte o kadına kadar olur genellikle.
  • sebebi hic kimseye ve hicbir yere ait olmamaktir, fark edilme zamani ise durdugumuz yere baglidir (bkz: bakis acisi)
    boyle hissetmeye basladigimiz an, buyuk bilmecede bonusu saglam bi sirri daha kesfettigimiz, puanlari topladigimiz icin buyuk bi gurultu olur, orkestra dubudubudubub cikitiktiktisssssssss diye efekt verir, basimizdan asagi konfetiler yagar ve bir alkis tufani kopar (korkmayin) bu his insani buyuk bir yalnizlik denizine iter ve ardindan iki turlu sey sunar: ya saglam bir ozguven ya da saglam bir depresyon. ozguven, yalnizligi ozgurluge donusturur ve kim bilir belki sonsuz mutluluga ulasirsiniz. depresyon ise yalnizligi hastaliga donusturur ve basta kesfettiginiz buyuk sirrin yalan olduguna inanmak icin, bir seylere ya da birilerine ait hissediyormus gibi oluncaya dek tedavi olursunuz.
  • ben bu dünyaya ait değilim, o zaman niye burdayım? diye zaman zaman isyana yönelmenize neden olan bir ruh halidir bu.

    "ben bu dünyaya bir türlü alışamadım
    bu yüzden insan içine karışamadım"

    (bkz: adem olan anlar)

    sanki herkesin bildiği, bir sizin bilmediğiniz birşeyler vardır.
    bi oyun vardır da herkes kurallarını biliyordur.
    ama kimse size bişey anlatmamıştır.
    kitabına uyduran herkes yolunu tutmuştur bi şekilde.
    siz yabancı kalırsınız herşeye, herkese, dünyaya.
  • bu hissi yaşayacağım söylense inanmazdım, insanlara ve mekana aşırı bağlı bir insandım ama zamanla değişiliyormuş. büyüdüğüm şehir için ağlamışlığım vardı, sevdiğim insanları saymıyorum bile.

    önümde 2 ay var. mezun olup bir yere savrulacağım ve inanır mısınız neresi olmuş şehrimden ne kadar uzakta hiç umrumda değil. olsun diye çabaladığım bir yer yok tek isteğim kendime yine bir ev kurayım boş zamanlarımda orada kalayım. kimseyi bu kadar önemsemezken bunları nasıl anlatıp benim için önemini gösterip yoluma ilerleyeceğimi ise bilmiyorum.
  • bazıları özgürlük demiş bunun için, doğrudur evet. lakin dünden beri böyle bir insanla saatlerce konuştum. sohbet ettim, dinledim onu. ne gördüm biliyor musunuz? acı. acı gördüm yüzünde. gülerken bile bir haykırış vardı gözlerinde.. "kurtarın beni" diyordu. çünkü "kimseye ait olmak, bağlanmak istemiyorum" diyerek, arkadaşlıklarını, dostluklarını, aşkını feda etmişti.

    bu his, özgürlüktür evet. ancak bir alternatifi olmalıdır kanımca. ve bence bu alternatif, "birisiyle, birileriyle ve birşeylerle birlikte" olmaktır. onlarla birlikte olmaktır. yanlarında olmaktır. içlerinde değil, onlara ait değil, kol kola, omuz omuza, yanlarında, birlikte..
  • mutsuzluk tanımı olarak düşünmemek lazım. ait olmanın kesinlikle gerekli ve iyi bir şey olduğunu kim söyledi?

    arkadaşlarınıza "evim şurada" diyememektir. fakülte döneminde bunu söylemeden hemen önce düşünürdüm; "o ev kimin?" amaaan derdim, annem babam boşandığı için normal kafamın karışması. gerçekten ikisi de, ikisinin evi de evim değil. ama daha önce? onlar birlikteyken o ev, evim miydi? değildi. ilkokuldayken bile 'evim şurada' demezdim, annemler şurada oturuyor, derdim. odamın kendine has kokusu evim gibi hissettirse de tamamen benim değildi. benimmiş gibi hissetmedim. sahiplenemedim.

    ilk sevgilim. onu da sahiplenmedim. ismi vardı. bazen birlikte vakit geçiren iki kişiydik. bana ait değildi. ağız dolusu ' şu benim sevgilim' demedim. belki de o da beni ağız dolusu sahiplenir diye korktum.

    ortaokul ve liseyi 7 sene aynı okulda okudum. onca insan artık içli dışlı. beraber büyümüşsün dahası var mı? hayır, kimse en yakın arkadaşım değildi. 'öğretmenim' dediğim kise olmadı. hepsiyle aram iyiydi halbuki. kalacağım dersleri muhabbet-sohbet-ikna ile geçerdim. ingilizce hocam ve tarih hocam bana çok şey katmıştı, hariç tutayım diyorum, olmuyor. benim değillerdi. uzaktan görünce coşkuyla yanlarına koştuğum olmadı. derslerine geç kalmamamaya çabalamadım. ve ayrılırken ağlamadım. hala hemen hergün hatırlarım onları ve birkaç tanesini daha halbuki.

    en yakın arkadaşıma "ya o, ya ben!" diye rest çektim, onu da sahiplenmedim. "kendine zarar verdiğin sürece ben yokum!" diye patladım suratına. üşendim laf anlatmaya, yardımcı olmaya. yorgun hissettim.

    uzun süren bir ilişkim oldu. evlenelim dedik çocuk aklıyla, salakça. o 16 yaşındaki deli dolu halimle de sonra da ağız dolusu "seviyorum onu" demedim kimseye. sanki söylesem eksilecektim. öyle hissettim. ayrılırken ağlamadım geçen sekiz sene için. canımı yakmak için aldattım, dedi. evet evet, ben de aldattım dedim. onu bir an önce evden çıkarmak istiyordum sadece. sadece gitsin de yalnız kalayım istiyordum. hiç merak etmedim doğru muydu yalan mıydı, diye. hala merak etmem. "canın niye yanmadı?" diye sormuştu kapıdan çıkarken. çünkü sahiplenmedim. o anda başka bir şey için tuttuğum yası ertelemek istemiyordum. bir an önce gitsin, beni melankolimle başbaşa bıraksın, dibine kadar yaşayayım...

    çalıştım. işlere girdim çıktım. "şurada çalışıyorum" demedim ağız dolusu. gururla söylediğim oldu ama sırf vitrinin farkında olduğum için. elimdeki işi sahiplensem de yalnızca kendim için yapıyordum, çalıştığım kurum için ya da kariyer ümidiyle değil. ben yaptığım için, sıkılmamak için, hayranlık uyandırmak için güzel olmalıydı her ne yapıyorsam. " bu da benim işimdir" diyemedim ama. hatta şu anda hizmet sektörünün en zor dalındayım. prezentabl ol, sabırlı ol, uyanık ol, dikkatli ol, egonu bastır, maske tak... aynı işi yapan arkadaşlarım -meslektaşlarım diyemedim çünkü 'mesleğim' diyemiyorum- kurumundan nefret ediyor. kurumunun tabelasını görünce kalbi sıkışan, tv de reklamları dönerken gözünü kapatıp kanal çeviren, her sabah intihara karar veren kişiler tanıyorum. ben yaptığım işten onlardan daha fazla nefret ediyor olsam da ne tabela, ne reklam, ne marka rahatsız etmiyor beni. sahiplenemiyorum. sahiplenmiyorum.

    2 sene baktığım ev hayvanı, annem, babam, kardeşim, bir kaç hatırlı yakın. hepsinden uzağım. fotoğraflarını bile görmek istemiyorum bir süredir. yalandan yakınlaşmalar... kim sahiplenmek ister?

    hiç himse ve hiçbir şeye ait hissetmemek, hiç kimse ve hiçbir şey'in ifadesini bulamadığıdır. yalnızken ya da zaten kainatta zerreyken anlamını bulamayan kelimelerdir. aitliği bilmeyen ait olmamayı nasıl anlatsın?

    daha gerçek ne var ki? kimse ait değil aslında. kendisini bir şeye ait olarak tanımlamak rahatlatıyor insanları. memleket, okul, aile, iş... bunlar senin uydurduğun etiketler.

    sen inanıyor musun biri öldü diye dizini dövene!? ölenin yerine koyabileceği bir şey ver o ağlayana, bak nasıl susuyor. insanlar ölenin arkasından bile kendi için ağlıyor. böyle sahipleneceğime, sahiplenmek nedir bilmemeyi tercih ediyorum!

    edit: mutsuzluk tanımı olmadığının altını tekrar çizmek isterim efendim. hayatı çok keyifli yaşayan biriyim.
hesabın var mı? giriş yap