• " "biz bu insanların hepsine akla gelen her tür çekilmezlik ve iğrençlik siteminde bulunuyoruz kendimiz ise daha az çekilmez ve iğrenç değiliz, belki de daha çekilmez ve iğrenciz onlardan"

    thomas bernhard a ilişkin hep yapılan insan düşmanı suçlamasının nasıl da yersiz olduğunu gösteren son romanlarından biri sanırım. aslında en ağır eleştirileri kendine de getirir. o sanatsal akşam yemeğinin ayrıcalıklı, üstün bir üyesi olmadığının farkındadır. en az onlar kadar rezildir, genç yazarlarla da aynı yollardan geçmiştir-bir zamanlar sadece kahkahaları vardır.

    ama engel olamadığı bir nefreti de vardır. her şeye karşı. çünkü çoğu kez gerçeği en yalın, çıplak haliyle görür. sanatsal masturbasyonun, kendini kandırmacanın elbette farkındadır. buna rağmen sonunda tek yapmak istediği bu geceyi, sanatsal akşam yemeğini yazmaktır. pisliğe, kokuşmuşluğa aynı silahlarla kaşılık verir. çıkışta bayan ausberger in alnını öptüğü gibi.

    kitabın üslubu genel olarak insan zihninin anıları düşünürkenki akışına benzer. düzensiz, oradan buraya atlayan ve yer yer tutarsız. bu yüzden bir oturuşta ve plansız yazılmış izlenimi verir ki büyük ihtimalle de öyledir. oyun, edebiyat replikleri, kurmaca hepsi zaten bernhard ın kendi gerçekliğinin parçasıdırlar. onları yaratmak için uzun uzun planlara gerek yoktur. sadece yazması yeter, hemen ve şimdi ve hemen.

    sanatsal akşam yemeği, burg tiyatrosu (oyuncusu), ekdal, yaban ördeği, ibsen, orman yüce orman odun kesmek."
    diye düşündüm
  • tam ve özgün adı, "odun kesmek-bir öfke" olan bernhard romanı. sarmal anlatım tarzı ve yoğun bilinç akışı tekniğiyle zor "ve fakat" güzel bir kitap.

    daha uzun bir incelemesi için bkz;

    (http://sarikent.blogspot.com/…kuma-odun-kesmek.html)
  • ben 52. sayfada, berjer koltuğunda terkettim thomas'ı. ve uzun bir süre kimse bana berjer koltuk demesin istiyorum.

    özet: olay berjer koltukta geçiyor.
  • hacmine gore uzun zamanda okudugum thomas bernhard eseri. bunda alisamadigim tek paragraflik yazma seklinin, sarmal anlatiminin etkisinden ziyade benim tembelligim var.

    --- spoiler ---

    burg oyuncusu odun kesmek istiyormus, kitabin ismimin kaynagi bu

    --- spoiler ---
  • insanda berjer koltuğa oturup, ona buna kurulma isteği uyandıran kitap.
  • thomas bernhard’ın şahane romanı, odun kesmek. itiraf etmek gerekir ki, ilk 50-60 sayfası biraz zorluyor okurken. hem içerik bakımından hem de biçim bakımından bu zorlanma. zira kahramanımız istemediği halde bir oldubittiyle davet edildiği bir akşam yemeğinde, oturduğu berjer koltukta diğer davetliler, sanat/edebiyat camiası, ilişkiler, kendi geçmişi ve bir arada olmalarına neden olan intihar etmiş arkadaşı joana hakkında sürekli bir gidiş geliş halinde hatırladıklarını, gördüklerini anlatmaktadır. davetteki kişiler (ve kendisi) üzerinden başlayan eleştiri, alay hatta küfürler giderek sanat edebiyat camiası kritiğine ve en nihayetinde devleti ve devletin kültür politikalarını yerin dibine sokmaya dönüşür. roman avusturya’da geçmektedir ama siz onun yerine dilini konuştuğunuz ülkenin adını da koysanız pek fark etmemektedir, zira aynı yozlaşma her yerde vardır.

    okurken zorluyor demiştik. nitekim 151 sayfalık kitap boyunca ne bir paragraf ne bir boşluk var. ben bunu yazarın edebi bir şov yapmaktan ziyade yerleşik kabullere (çoksatar formülleri, reçeteleri vb.) karşı bir bayrak açması şeklinde yorumluyorum. anlatılan gel git şeklindedir. aynı olaylara sürekli geri döner ve her defasında genişleterek, ayrıntılara girerek anlatır öyle ki bir an kuyruğunu ısıramayan köpek gibi sürekli kendi etrafında döndüğünü hissediyor okur. bernhard'ın zekasına, kurmaca yeteneğine, ayrıntıları yakalama gücüne ama o ayrıntıyı bir cümle ile anlatıp ziyan etmeme sabrına, ince ince, azar azar, keyfine vara vara açmasına, yatıp kalkıp hayran oluyor insan... sezer duru’nun müthiş çevirisini de anmadan geçmeyelim bu arada…

    --- spoiler ---

    “billroth'un ve ardından da schreker'in hayat arkadaşının kültür bakanlığının tören salonu denilen yerde yürüyüp bu iğrenç adamın elinden avusturya devleti büyük yazın ödülü'nü almaları uzun sürmeyecek ve hiçbir şey onu yanaklarından öpmelerini ve tatsız bir teşekkür konuşması yapmalarını engellemeyecek. ama yalnız schreker (ve onun hayat arkadaşı) ve billroth değil, yıllardan beri hiç durmadan en aşağılık biçimde devlet parası ve devlet onurlandırmaları denen şeyi idare eden insanlarla kendilerini bayağılaştıranlar bu ülkede, hemen hemen tüm avusturyalı sanatçılar o yaşlarını aldılar denilen yaşa gelir gelmez bu yolu seçiyorlar, yirmi beş ya da otuz yaşlarına kadar en büyük kararlılıkla ve en yüksek sesle sözümona çok düşük durumdaki sanatçı ahlakını gerektiğinden fazla yükselten ve her yerde savunan kişiler, devlet parası ve ödülü ve emeklilik maaşı veren kişilerle kardeş oluyorlar. bütün avusturyalı sanatçılar sonunda devlet ve onun alçak politik emelleri tarafından satın alınıyor ve kendilerini bu insafsız, adi ve alçak devlete satıyorlar, büyük bir bölümü de hemen işin başında satıyor. onların sanatçılıkları devletle işbirliği yapmaktan başka bir şey değil, gerçek bu…

    …avusturya'da sanatçılık çoğunluk için ne türlü olursa olsun devlete boyun eğmek ve ona kendini yaşam boyu besletmek anlamına geliyor. avusturya sanatçılığı devlet çıkarcılığının hain ve yalancı bir yolu, burslar ve ödüllerle yapılmış, madalya ve onur nişanları ile süslenmiş olan bu yol, merkez mezarlığındaki bir onur mezarında son buluyor. schreker gibi basit bir düşünce üretmekten âciz ve onyıllardan beri yalnız saçmalık yazmış biri, entelektüel kadın yazar sayılıyor, tıpkı ondan daha budala olan billroth'un sayıldığı gibi, diye düşünüyorum, diye düşündüm; bu gerçek yalnız bugünkü rezil avusturya düşünce yaşamını belirlemekle kalmıyor, aynı zamanda genel düşünsel yaşamı tanımlıyor…

    … iğrenç olan burada hep daha iğrençti, tatsız olan hep daha tatsızdı, komik olan hep daha komikti. ama her şey başka türlü olsaydı, diye düşünüyorum, ne ve nerede olurduk? schreker ve onun hayat arkadaşı ve jeannie, yirmi yıldır gençliğe boyun eğmeme, devrim ve ilericilik rolü keserken, aslında bu yirmi yıl içinde para dağıtan bakanlıkların arka merdivenlerinde bir aşağıya bir yukarıya koşuşmak dışında hiçbir şeye daha çok enerji harcamadılar, ikisi de her zaman aynı düşüncedeydi; gençliği kandırma ve rezil bakanlıklara baskı yapma sanatları yüzünden bana zaten hep iğrenç görünmüşlerdi.”
    --- spoiler ---
  • edebiyatın nadir hak edilmiş dogmalarından, yukarıdan izler.

    alıntısı kendisidir, ne eksik ne fazla.
  • "insanlarla en içten biçimde arkadaş oluyor ve bunun gerçekten ömür boyu süreceğine inanıyor ve günün birinde bu her şeyden çok takdir ettiğimiz, hayranlık duyduğumuz, hatta sevdiğimiz insanlar tarafından hayal kırıklığına uğratılıyor ve onlardan tiksiniyoruz ve onlardan nefret ediyoruz ve onlarla hiçbir ilişkimiz kalsın istemiyoruz, diye düşündüm, berjer koltukta, tıpkı eskiden duyduğumuz eğilim ve sevgi gibi, nefretimizle de onları ömür boyu istemediğimiz için onları kafamızdan tamamen siliyoruz."

    güzel bir kesit diye düşündüm berjer koltukta.
  • "...sonunda ben onlara taşra mesenleri unvanını verdim, neredeyse bir karnaval nişanı gibi; benim bu acı şakamı ciddiye almışlardı. esaslı yolculuklar yapıp bu esaslı yolculuklarda her açıdan kendilerini düzeltebileceklerken, akla gelebilecek en esaslı yolculukları yapabilecek paraları da varken, zamanlarını ve dolayısıyla onlarca yıllarını, o birinci sınıf denen şeyi kopya etmek ile aristokrat kopyacıları olarak, kuşkusuz iyileşmek istemedikleri için, hiçbir şeyin onları iyileştiremeyeceği aristokratlık kaçıklıkları içinde mahvoldular, diye düşündüm."

    finaldeki kreşendosu ayrı bir hoş olan thomas bernhard kitabı. hangi kaynakta okumuştum sonradan hatırlamıyorum musiki ve şiirle olan ilişkisinin yazın temposu üzerine etkisinden söz ediliyordu. kafa ağrılarıma iyi gelen kitaptır. keşke dağıtmasaydım kitaplarımı dedirtir.
  • öncelikle, "diye düşündüm berjer koltukta" lafını insanın beynine kazıyan kitap.

    rüyamda görmüş dahi olabilirim bu sözü. bu söz o kadar çok geçiyor ki kitapta, keşke nick olarak bunu seçseydim, diye düşündüm.*

    kitap, yirmi yıl aradan sonra londra'dan viyana'ya dönen baş karakterimizin, bay ve bayan auersberger çiftinin evinde verilecek olan "sanatsal akşam yemeği"ne davet edilmesiyle başlar. kahramanımız auersbergerlerden aslında nefret etmektedir, yirmi yıl önce auersberger çiftinin peşinde pervane gibi koşmaktayken, bu ailenin ve onların etrafında kümelenen sanat çevresinin ikiyüzlülüğünü, samimiyetsizliğini, kofluğunu, çürümüşlüğünü görmüş ve viyana'dan uzaklaşıp londra'ya taşınmıştır. kendi şehrine yıllar sonra tekrar geri döndüğü gün, eski dostu joana'nın intihar ettiği haberini alır ve bu vesileyle auersbergerlerin yemek davetini geri çevirmek istemez. auersbergerlerin evine gider ve bir berjer koltuğa oturur. yemek başlayana dek etrafını süzer, insanları gözlemler ve biz de onun viyana'ya, sanata, tiyatroya, sanatçılara, küçük burjuvalara, yarı-entelektüellere, biliyor-muş gibi yapanlara, popüler kültür şakşakçılarına olan bakış açısını öğreniriz.

    yemek, aslında viyana'da bulunan burg tiyatrosu'nda oyunculuk yapan, hatta burg tiyatrosu'nun en iyi oyuncusu olarak kabul edilen, ismini öğrenemediğimiz fakat erkek olduğunu bildiğimiz sanatçı şerefine verilmektedir. burg tiyatrocusu eve gelir gelmez yemeğe geçilir ve bu sefer daha çok burg tiyatrocusu'nun görüşlerini dinleriz, ana karakter ise burg tiyatrocusu'nun anlattıkları üzerinden kendi görüşlerini aktarmaya başlar. tabii bu esnada esas adamımız da berjer koltuktan yemek masasına geçtiği için artık cümlelerini "...diye düşündüm berjer koltukta" şeklinde bitirmez, daha kısa keser; "...diye düşündüm"

    kitap zor başlıyor fakat sonradan toparlıyor. konuya pat diye girdiği için atmosfere biraz geç dahil oldum fakat yazarın üslubuna bayıldım. uzun ama sıkmayan cümleler bolca mevcut. sık yapılan tekrarlar da bugüne dek pek şahit olmadığım bir üslup tarzıydı. fakat baymıyor. tam tersine, ufacık bir detayı birkaç farklı cümleyle üzerine basa basa anlatması, o durumu daha iyi anlamanızı sağlıyor. benim için kitabın tek olumsuz tarafı bölüm geçişleri olmamasıydı. evet, kitap başlıyor ve başladığı gibi bitiyor. parçalara ayrılmamış. üstelik paragraflar arasında da boşluk yok. sonradan thomas bernhard hakkında okuduklarımdan öğrendim ki bu yazarın zaten tüm kitaplarında mevcut olan bir anlatım tarzıymış. sık tekrarlar, uzun paragraflar ve bölümler arası geçiş yapılmaması thomas amcamızın nev-i şahsına münhasır bir özelliğiymiş.

    aslen hollandalı olan fakat uzun yıllar avusturya'da yaşayan thomas bernhard, avusturya'dan neredeyse nefret etmesiyle ve her kitabında bu ülkeyi ve bu ülkenin sanatçılarını aşağılamasıyla meşhurmuş. zaten odun kesmek'te de bunu görüyorsunuz. (joana'nın cenazesinin anlatıldığı bölümde, "bakkal kadın gri bir yağmurluk giymişti, bu cenazede gördüğüm en akıllı giysi buydu." cümlesi ile oradaki tüm sanatçıların samimiyetsizliğini, şekilciliğini anlattığı satırlar beni benden almıştır.) ne diyorduk; evet, yazar, avusturya'daki sanat anlayışını, sanat çevrelerini, devletin sanata olan bakışını inanılmaz küçük görüyor. bu küçük görme öyle bir boyuta geliyor ki, açık açık "nefret" kelimesini de kullanıyor zaten kitapta. fakat "düzenbaz sosyete mastürbasyoncuları" nasıl bir tanımlamadır be thomas amca?

    bitirelim.

    kitaptan altını çizdiğim bazı satırlar:

    --- spoiler ---

    "taşrada yaşayan insanların, kentte yaşayanlardan daha fazla çekingenlikleri vardır."

    "insanlarla en içten biçimde arkadaş oluyor ve bunun gerçekten ömür boyu süreceğine inanıyor ve günün birinde bu her şeyden çok takdir ettiğimiz, hayranlık duyduğumuz, hatta sevdiğimiz insanlar tarafından hayal kırıklığına uğratılıyor ve onlardan tiksiniyor ve onlardan nefret ediyoruz ve onlarla hiçbir ilişkimiz kalsın istemiyoruz, diye düşündüm berjer koltukta, tıpkı eskiden duyduğumuz eğilim ve sevgi gibi, nefretimizle de onları ömür boyu istemediğimiz için onları kafamızdan tamamen siliyoruz."

    "joana'nın ölümü, intiharı, beni kilb'de çok üzmedi, diye düşündüm berjer koltukta, daha çok onun arkadaşlarına öfkelenmeme neden oldu, hem de neden böyle olduğunu kendi kendime açıklayamadan. gerçekten bakkal kadının bana joana'nın intiharını bildirdiği telefon konuşması sarsmadı beni, sarsılmış gibi yaptım, diye düşündüm şimdi, ben değildim sarsılan, meraklıydım, ama sarsılmış değildim, bakkal kadına karşı sarsılmışım gibi rol yaptım, ama meraklıdan başka bir şey değildim ve bakkal kadından joana'nın intiharı hakkında her şeyi öğrenmek istemiştim, benzersiz vurdumduymazlıkla, bu beni ancak şimdi, berjer koltukta sarsıyordu, yani üzüntülü değil de meraklı olmam ve bakkal kadının bana kıyasla terbiyeli olması, söylemek istediklerinden çok daha fazlasını söylemeye onu zorlamış olmam, telefon konuşması sırasında her türlü görgüden yoksun oluşum."

    "herkese her şeyi oynadım hep; tüm yaşamım boyunca, yalnız oynadım ve aldattım, dedim kendi kendime berjer koltukta, gerçek, asıl bir biçimde yaşamıyorum, yalnız tasarlanmış olarak yaşıyor ve varlığımı sürdürüyorum, her zaman yalnız tasarlanmış bir yaşamım oldu, hiçbir zaman asıl, gerçek bir yaşamım olmadı, dedim kendi kendime ve bu tasarımı o kadar ileriye götürdüm ki, sonunda bu tasarıma inandım."

    "uzun süre bir insanın yalnız bir yanını görüyoruz, çünkü başka bir yanını görmek istemiyoruz kendimizi koruma içgüdüsüyle, diye düşündüm, sonunda bir insanın tüm yanlarını görüp bundan irkilinceye kadar, diye düşündüm."

    "onlar, auersbergerler, her zaman insanların kendilerine hayranlık duyduğuna inanırlardı, oysa insanlar onlara değil, aslında mobilyalarına ve diğer sanat objelerine ve bunları evlerinde rafine bir biçimde düzenleyişlerine hayranlık duymak için geliyorlardı."

    "çünkü yalnızca düşleri ve masalları kendi yaşam içeriği yapmış biri, bu dünyada hayatta kalamaz, kalmasına izin verilmez, diye düşündüm."

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap