• sinemayı "vazgeçilmez bir ödev" olarak gören akad'ın elinden çıkma bir türk sinema klasiğidir. türk sinemasının ilk gerçekçi tavırlarını l.akad'ın bu filminde görmek mümkündür.
  • müzik işleri nida tüfekçi tarafından kotarılmıştır.
  • yılmaz güney ve lütfi ömer akad'ı buluşturan ilk filmdir. hakkında şöyle de bir bilgi var:

    hafif düzeyde spoiler içerir

    "güney'in sansür kurulunca reddedilen senaryosu, akad'ın urfa'da bir otel odasında hazırladığı düzeltmesiyle "motor" alır. ne var ki bu düzeltme urfa emniyeti'nin akad'ın sansür kurulu onaysız gerekçesiyle gözaltına alınmasını engellememiştir. bir yandan yapımcı; dadaş film senaryoyu "dağların kanunu" adıyla ankara sansüre göndermiştir. neyse ki bu sefer senaryo tasdik edilecektir. ama bir koşulla! güney'in oynadığı "hıdır", son nefesinde "oğlum ben bu yolda ölüyorum, sen bu yola düşme" repliğini söylemesi ile tekrar "motor" der."
  • film ile ilgili yönetmeni lütfi akad:

    “filmdeki devlet-fert ilişkisine gelince: aslında orada yaptığım tahkikat, araştırma sonucu bunun tam tersi olduğunu gördüm. hatta bana oldukça garip olaylar da anlattılar. vahim olaylar da anlattılar ama, bunların hiçbirisini senaryoya koymak mümkün değildi. belki yılmaz güney’in ilk yazdığı hikâyede de, gerçekte olduğu gibiydi devlet-fert ilişkisi, ama tasdik edilmeyeceğini yüzde yüz bile bile, böyle bir şey koymaya gerek yoktu… biraz, biraz değil adamakıllı büyük mikyasta [ölçekte parrhesiaturkiye] mübalağa ederek idealize ettik devlet-fert ilişkisini. budur…”.

    demiş. kürtleri hikayeden iptal et sonra da masumiyete sığın. bravo.
  • filmden geriye kalan parçaları izleyerek filmi bütün olarak değerlendirmeye almak pek doğru olmaz. oyunculuklarla ilgili konuşulabilir tabi. benim oyuncularla ilgili olarak en çok dikkatimi çeken şey osman alyanak'ın (hasan derviş ağa) yürümek, koşmak ve zıplamak arasındaki hareket salınımı oldu. pek ilginç bir şeydi. tam olarak şundan bahsediyorum.
  • lütfi akad'ın çekimler başlamadan henüz hazırlık aşamasında bir kaçakçı ve onları yakalamakta usta, bir üstçavuş ile günler süren görüşmeler gerçekleştirdiği, bu yönüyle çok saygı duyduğum bir filmdir. akad; ışıkla karanlık arasında kitabında bu filmin altında yatan ana fikri açık eder. kaçakçılık varsa iş alacalıdır. yani devlet katında kaçakçılara yardım edenler vardır. ama o günün sansür koşullarında bunu dile getirmek olası değildir. film siyahla beyazın mücadelesi normlarında çekilir.

    bu filme ilgili bu başlık altında; "sansür varsa çekmeselermiş" diyen çomarlar göze çarpıyor. çekmeseler merdivenin ikinci basamağı eksik kalır, merdivene çıkmak için üç basamak sıçraman gerekirdi demek geliyor içimden. bizi biz eden, türk sinemasının rüşdünü ispatlama işlerinden biridir. sağlıklı kopyasının olmaması milletçe hepimizin ayıbıdır.
  • sırf yılmaz güney oynadığı için şişirilmeye çalışılan bir film. klasik falan değildir. 50 yıllık filme spoiler de olmaz. sınır kaçakçılığı yapan köylülere karşı sınıra mayın döşeyen devlet. askerleri vuran kaçakçılar, askerlerin vurduğu kaçakçılar. köye okul yapmak isteyen devlete karşı davarları kim sürecek diyen köylüler. okul yapılmasını isteyen kaçakçı, bir kadın öğretmen, filmin sonuna doğru kötülük numarasının tillahını yapan erol taş, gerekesiz diyalogları hatta monologları olan osman alyanak, bir de kesim kesim kesilen bir film. oradan oraya sıçrayan sahneler vs vs. bu kesilmeleri de türk sineması gayet tırt ve kanıksanmış bir şekilde filmin en can alıcı yeri olan sonunda yapar. bütün filmin içine itinayla eder.
  • mayıs ayında criterion collection tarafından law of the border adıyla yayınlanacak olan ömer lütfi akad ve yılmaz güney filmi. bu film, martin scorsese tarafından kurulmuş olan film foundation’s world cinema project katkılarıyla restore edilerek dünya kamuoyuna sunulan ikinci türk sineması filmi olacaktır. bundan önce de susuz yaz filmi yine criterion collection ve film foundation katkılarıyla yayınlanmıştı.
  • yeni türk sinemasını mümkün kılan bir avuç insandan ikisinin (lütfi akad ve yılmaz güney) sinemamıza hediyesi. filmin gerçekçi altyapısının -sansür zulmüne rağmen- türk sinemasında bir değişimi temsil ettiği açıkça görülüyor...
  • roy armes'in sistemleştirilmesinde çaba gösterdiği üçüncü dünya sinemasına bir örnek de bizim coğrafyadan verilecekse işte o bu filmdir. kara bir anadolu şiiri. pastoral bir western. acılı bir hudut hikâyesi. sömürülenlerin, bile isteye geri bırakılanların, yoksulluğa mahkûm edilenlerin tragedyası. filmin en sevdiğim sahnesinde:

    bir sergio leone westernindeki şiiriyeti yüksek bir düelloyu anıştıran ölüm seremonisinde her ölümcül kurşun için ayrı bir kesmeye başvurur ömer lütfi akad. ölüm fiziki boyutu aşmış, estetik bir artalan kazanmıştır. bir başka deyişle, zalimin zulmedilenlerce katli olumlanmış, geçerlilik kazanmıştır.

    yeşilçam çölündeki bir vaha: hudutların kanunu.
hesabın var mı? giriş yap