• ormanlarında kendini kaybetmiş kuduz köpekler gibi lada niva sürerken bir traktörün arka tekerlerinin açtığı çukurlara lastik kaydırıp aracı gövdesinin üstüne oturttuğumuz cennet parçası.

    kar kış soğuk. yerler çamur içinde. aracın vinci var ama çevredeki ağaçlar ince, tutunup aracı çektirmeye kıyamıyoruz. biz öyle beyhude çırpınırken ilerideki "güya" evden adamın biri çıkgeldi. meğer bir çiftliğe girmek üzereymişiz. kaba saba direk dalga geçecek bir adam beklerken, incecik ve gayet nazik bir ses, hoş geldiniz, geçmiş olsun demez mi? derdimize ortak oldu ve traktör sürmeyi bilen var mı dedi. kendi bilmiyormuş. ben arkadaşıma dönüp bakana kadar ömründe hiç traktör sürmemiş arkadaşım sürebileceğini beyan etmişti bile. yalnız aracı geldiği yöne çıkarmamız için traktörün arkadan dolanması gerekiyor. kaldığımız yolun etrafı ağaçlarca kapalı. arkadan dolanmanın uzun olacağını, arkadaşım giderken benim de içerde bir çay içebileceğimi belirtti vatandaş. güya ev dediğim kulübeye girdik. tek göz oda. bir soba yanıyor ve üstünde demlik. çayları yudumlarken bir zamanlar savcı olduğunu, zengin ve ilçede saygın bir adamın aleyhine baktığı davadan sonra memleketinden kaçmak zorunda kaldığını, şimdi burada 600 liraya çalışan bir işçi olduğunu anlattı vatandaş. paranın kirlettiği bir kader daha. ama ormanların içinde o tek göz kulübede mutlu. bir de sobanın biraz berisinde yavru tavşanlar bir şeyler kemiriyor. abi dedim hayırdır, yemek için mi büyütüyosun bunları? yok dedi, ormanda hayvan kalmadı. kedilerin yiyemeyeceği büyüklüğe kadar bakıyorum sonra ormana salıyorum. adam ormanı besliyor lan. yani bir insan da ormanı besleyebilir, yeryüzüne bir şeyler verebilirdi. bildiğin ufkum genişledi.

    böylece unutulmaz oldu. manzaranın manzara, ormanın orman, denizin deniz, insanın insan olduğu yer diyebiliriz.
  • köy merkezinde çok ucuz fiyata mükemmel ev yemekleri yapan bir lokantası var. iş yerindeki lütfiye teyze'den ve hatta ananızdan bile daha güzel yapıyorlar yemeği. ayrıca dosthane hizmetleri de sizi dayıoğlunun evinde gibi hissettiriyor. gerçi bu atmosfer bütün köye hakim. nisan aylarında gidildiğinde makinelerinizin objektiflerine mükemmel pozlar yansıyacaktır. 'kadrajım yetse de 360 tavaf etsem' dersiniz amma naçar. kalmak için murathan otel ideal. denize sıfır ve önü plaj. pencereden atlayınca kumların üzerine düşüyorsun. iki adım daha attığında ise karadeniz'e giriyorsun. denizin pek albenisi olmasa da ferahlamak için gayet tabii kullanılabilir. iğneada'ya gelip de limanköy'e gitmemek olmaz. yerinizde olsam 45 dakikalık yürüyüşle giderim. zira iğneada-limanköy arası yürümeye öyle elverişli ki sanki mahalle arkadaşın koca götlü hanife ile sabah belgrat'a temayül ederek yürüyüşe gitmişsin gibi. burada zecren yapılacak hiçbir şey yok. ruhun seni yönlendiriyor. limanköy'den fener'e doğru giderken -küçük- yaylaların denizle birleştiğini göreceksin. sakın şaşırma. bazı ağaçların altında oluşmuş gölcükler de mekanda cennet havası estiriyor. bazı şekil şemail açısından caiz görülen ağaçlara tahtadan salıncaklar yapılmış. bunların üzerine binip yamaca doğru sallandığınızda kendinizi 1700'lerin britanya'sında hissediyorsunuz.

    köylü ahaline diyecek yok. esnaf çok candan. size yardımcı olabilmek için amade oluyorlar. eğer bisiklet kiralamak istiyorsanız gidebileceğiniz tek yer var. o da limanköy'ün merkezindeki köy kahvesi. kahvenin işletmecisi ve de sahibi olan güzel insanın kızı bu işle ilgileniyor. saati 3 lira. bisikleti alıp ilk işiniz fener'e gitmek olsun. fenere geldiğinizde (zaten etrafı çimlerle çevrilmiş. sanki yüzyıllardır hiç bozulmamış ve değişmemiş bir havaya sahip) bisikletleri altınızdan fırlatarak çimlere emanet edin ve siz de çimlerin üstüne atlayın. fener zaten burunda. 180 derecelik bir görüş açısında uçsuz bucaksız bir deniz görünüyor. bu manzarayı gördükten sonra hayatın anlamında bazı kaymalar yaşanıyor. ve bu kaymalar sonucu her şey yerli yerine oturuyor. insan, yeryüzünde sadece bir canı türü. sanki insanlık yok olursa her şey bitecekmiş gibi geliyor. yanılıyoruz. bunu biliyoruz ama yine de bilmemezlikten geliyoruz. yaşam, öyle ya da böyle, insanlarla ya da insanlarsız istimrar edecek.

    böylece ilk gezi yazımı da yazmış oldum. teşekkürler iğneada.
  • çocukluğum...
    henüz beş yıldızlı otel dikilmemişti denizin kıyısına zebani gibi. yol boyu yazlıklar da yok. tek katlı, beyaz kirece boyalı, ön bahçesi peynir tenekelerine ekilmiş çiçeklerle dolu evler var yalnız. tatilcilerden anladığımız, çavuşun yeri ne ve mert gölü kıyısına kurulan çadırlardan ve okul bahçesinde kamp kuran izcilerden ibaret.

    sabah uyanır uyanmaz denize bakılır (alışkanlık, hala bakarım) dalgalı mı, değil mi, küçük korunaklı koya rüzgar tersten eserse vay haline iğneada'nın. dalgalanır deniz, coşar, kararır. hayatta göndermez annen, götürmez de.. süt limansa sorun yok, uzaktaki pancar motorunun sesi eve kadar gelen balıkçı tekneleri haber verir zaten.. bugün iğneada süt liman.... ön bahçeden toplanan biber ve domateslerle denize karşı edilen kahvaltı.. ekmek almaya gittiğimiz bakkal ismail abi dükkanda yoksa, evinin önüne gidip bağrılır avaz avaz. - ismaaaaaiiil aaaaabbbbiiiii... karşı bahçenin içinden geçilerek denize inilen yokuş (bayır) boyunca toplanan bardak eriklerinin sulu, ekşi tadı.. incecik kuma serilen ve hiç kullanılmayan havlu.. dudaklar morararana, eller buruşana kadar kalınan denizden çıkılıp incecik kuma yatılır ısınmak ve kurulanmak için. havlu da ne ki? arkada çam ağaçları, kavaklar, bir gün önceki dalganın getirdiği yosun kokusu.. kumsalda sürekli verilen selamlar, birbirne gönderilen sandviçler, sular..kanaralıka yürünür mutlaka korka isteye.. sınırdır kanaralık.. iğneadanın boylu boyunca göründüğü kumsal ile, mert gölünün durgun suyu ve ardındaki longozların arasındaki keskin sınır.. çok eskiden bir kız düşmüş bu minik uçurumda, kanamış hep uçurum. olmuş kanaralık.. bakir doğa ile minik köyü ayıran sınır oluvermiş. yorgunluktan bayılarak "bayır yukarı" eve dönüş.. akşam yemeği saati.. izcilerin çadırlarına dönüyor. arkasından da, çıngırak sesleriyle "otlamaktan" dönen büyük baş hayvanlar. (aralarında mutlaka deniz kenarında karşılaştığımız otlak kaçkını keyifçi inekler olan. )
    süt alma saati muazzez teyzelerden.. bahçelerine girdiğimde kesif bir süt - ahır kokusu.. eve dönerken yukarı mahalleden gelen motor gürültüsü. dolu süt bidonu alel acele eve bırakılır.. iğneada'nın hala pek bir meşhur sivri sineklerini sözüm ona kovmaya çalışan, çocukların eğlencesi geçer yoldan. dumandan ve koşmaktan yorgun, oyunlar kaldığı yerden devam eder. akşam ezanı saati, ezan çiçeklerinin açılışını izlemek için beklenir tüm mahalle çocuklarıyla.. gündüz başında ezan okuyan çocuğa inat akşam ezanında açıverir koca koca çiçeklerini..akşam yemeği sonrası liman yoluna yürür tüm kasaba halkı ellerinde gündöndülerle.. çavuşun yerindeki çadırcılar ateş yakıp eğlenirler, uzaktan bakılır. izcilerin eğlencesi varmış bu akşam.. koşa koşa gidilir.. herkes herkesi tanır, herkes herkesi bilir. yabancılar sevilir.

    güzeldi iğneada.. çocukluğum kadar güzeldi... şimdi de güzel... ama onu şimdi gören, benim iğneadam ile aynı şeyi göremez, benim aldığım kokuyu alamaz.. bencilce, biliyorum ama o'na benim kadar hayran olamaz..
  • burada bir öğretmen kampı var(dı). öyle lüks filan değil ha bir düzine bungalov bir düzine de çadır yeri. hizmet olarak parasını verirseniz yemek, elektrik, duş. doğanın içinde çadırınızı kurar, huzur içinde ailenizle tatilinizi yapardınız. gelenler genelde birbirini tanırdı. tanınmayanlar da bir kaç sene içinde müdavim olduklarından araya kaynardı. devlete yük olacak bir yer kesinlikle değildi. zaten bu saydığım 2-3 hizmetin parasını da verirdiniz. çadır yeri kirası dahil. kendi kendini döndüren belki de kar yapan bir kamptı.
    ve orglar iktidara geldi. deniz mi? kamp mı? haşema da yok. o zaman biz burayı kapatalım dediler. bungalovlar, çadır yerleri olduğu gibi hazır duruyor. ama kapıda koca bir asma kilit.
    allah belanızı versin.
  • iğneada rotamı dağ yolu olmasına rağmen longoz ormanları manzarasının tadına varmak için buna uygun şekilde planlamıştım. yol devam edilemeyecek derecede bozuk olmasına rağmen manzarası harikaydı.yolunuza yıldız dağının eteklerine kurulmuş demirköy üzerinden devam etmeniz gerekecek. gezmeniz,görmeniz gereken birkaç yeri yazacağım:

    beğendik köyü: evet burası nereden çıktı diyeceksiniz. fakat yapısını kaybetmemiş oldukça iyi niyetli insanların yaşadığı bir yer burası. her yerde görebileceğiniz manzaraya sahip pek bir özelliği yok fakat insanlarının samimiyeti için görmek isteyebilirsiniz. tenekede tavuk olayının kendilerine ait olduğunu sürekli bunu yaptıklarını söylediler ve bu daha güzel olması için birkaç meslek sırrı da aktardılar bana(tabi ki söylemeyeceğim (bkz: swh). şansınız varsa düğünlerine denk gelirsiniz öve öve bitiremediler bir amca torununu çağırıp videoları falan izletti bana. ben denk gelemedim. denizi fazlasıyla güzel ve temiz. kesinlikle girmek isteyeceksiniz o yüzden hazırlıklı gidin.

    dupnisa mağarası: 2 mağaradan oluşan bir mağara(o ne öyle demeyin gidin bir görün). iki mağara birbirine bağlıydı ve altta kalan sulu mağara olarak da anılıyor(dupnisa mağarası). yarasa korkunuz varsa kapıdan bir bakıp çıkabilirsiniz ilerilere gittikçe korkunuz artabilir(ben denk gelmedim). kısaca güzel bir anı olacaktır. dupnisa'ya gelmeden güzel bir piknik alanı mevcut karnınız acıktıysa ya da dinlenmek istiyorsanız değerlendirin. yolu biraz bozuk.

    longoz ormanları: yürüyüş yapmayı seviyorsanız bu rotada yürümediğiniz için pişman olacağınıza eminim. evet o kadar iddialıyım.sakin rotalarda yürümeye alışmış olanlarınız için orman biraz tehlikeli sayılabilir. vahşi birkaç hayvanın adını burada söyleyerek ürkütmek gibi bir amacım yok sadece bataklıklara dikkat etmeniz gerekiyor. riskli gördüğünüz bölgeyi adım atmadan önce kontrol ediniz. harika doğasıyla birlikte biraz adrenalin fena olmuyor açıkçası.

    mert gölü: temizlenmiş,yolu açılmış hazır bir rotadan yürümek istemeyen doğayı her şekliyle kabul eden arkadaşları buraya alıyoruz. genellikle orman içinde bir patikadan yürüyüp göle ulaşıyorsunuz.

    limanköy: limanköy feneri(fransız feneri) 1866 yılında yapılmış bir deniz feneri bulunuyor. kıyı şeridinden çevreyi gezerken zaten önünden geçersiniz,güzel bir yer. beğendik köyünde tenekede tavuk yedikten sonra sıra limanköy'de balık yemeye geldi. her şeyleri balıkçılık neredeyse halkın. palamut balığı köftesi meşhur bu civarda,kesinlikle deneyiniz farklı bir tat.

    sislioba: çok farklı bir köy. ormanın içinde yaşayan insanlardan oluşan bir yer. fakat yaşayan insan sayısının eskiden çok fazla olduğunu insanların geçinemediği için burayı terk ettiklerini söylediler. evlerin bazılarının kapısı açık. bunu bilinçli olarak yaptıklarını ve kamp yapıp,konaklamak isteyen insanlara yardım etmek istediklerini söylediler. canlarını yediklerim.

    aklımda olan fakat vaktim yetmediği için göremediğim yerler ise:

    -monopetra kayalıkları
    -kerevizdere cehennem şelalesi

    naçizane bir ricam olarak kampanyaya bir imza atarsanız sevinirim,seviniriz.
  • akkuyu ve sinop'tan sonra hedeflenen üçüncü nükleer santral için düşünülen doğa harikası.
    enerji bakanı taner yıldız, hepimiz adına yememiş, içmemiş, büyük fedakarlıklarla insan ömrü için risk teşkil eden durumları araştırmış.

    keşke, tepkilere vereceği yanıtlar için, bunun yerine, iğneada'nın sahip olduğu doğal güzellikleri, 544 çeşit bitki , 194 çeşit kuş , 28 çeşit balık , 46 çeşit memeli , 17 çeşit sürüngen , 310 çeşit böcek türüne hayat veren habitatıyla longoz ormanlarını, kuşların göç yolu üzerinde bulunması nedeniyle sahip olunan eko sistemi, subasar ormanlarının toprağa kazandırdığı verimliliği bu projenin etkileyip etkilemeyeceğini, ivedilikle milli park projesine konu olması gereken bir alanın neden nükleer enerji santrali için projelendirildiğini açıklayabilseydi.

    (bkz: ne diyorum ben)

    ya da; siz üç çocuk doğurun, korkmayın, biz üç santralle hakkından geleceğiz nasılsa onların deseydi.
  • yolu uzerinde bir cesme bulunan ve cesmenin onunde birakilan arabanin vitesinin bosa alindiginda yokus yikari cikan bulgaristan sinirinda nadide yer domuz avlanir mantar toplanir ismail abi balik tutat bulgarlar kara sularina girdi diye ismaili abiyi yakalar ismail abi yuzme bilmez balikcidir karisi atlar kurtarir
  • 1 haftalık tatil sürecinin 3 günü hayvanlar gibi yağmur yağar muhakkak buraya.sokaklar sel olur.geceleri serindir.sivrisinekleri 6-7 cm boyunda birer vampire dönüşmüştür.kalın kotun üstünden öyle bir sokarlar ki kişi kıçında çıban çıktı zanneder.yakın deniz ve öğretmenler kampı diye 2 ye ayrılmıştır sahiller.yakın deniz dalgalı ve birden derinleşir,öğretmenler kampı ise sığdır ve sahili daha güzeldir.fakat denizi hiç şakaya gelmez,3 arkadaş tatile gidip 2 arkadaş dönen çok olmuştur.
    (bkz: karadeniz)
  • eskiden ormanın içinde mis gibi kumları olan bir sahilden denize girebileceğiniz aile ortamında çadırınızı kurup keyifle tatil yapabileceğiniz bir öğretmen kampı olan belde. güneyde tatil yapmak gibi bir imkanı olamayan öğretmenlere yıllarca hizmet vermiş öğretmen kampını kapatan, işlemez hale getiren badem bıyıklılara da selam ederim.
  • çerkezköy fotoğraf klubünün düzenlediği bir etkinlikte gidip görme fırsatı olduğum trakya cenneti. belki kışa denk gelmesinden dolayı fazla keyif aldığım söylenemez. bölgedeki en ilginç ayrıntı fransız fenerinden bakıldığı zaman ufuk çizgisinin eğimli olmasıydı. buradan bakarak dünyanın yuvarlak olduğu görülebilir.
    not: yaz ve sonbahar mevsiminde gidilmesi önerilir. ayrıca nükleer santral yapmak isteyenleri osman aganın eşeği öpsün.
hesabın var mı? giriş yap