• imf'in hazırlıklarına başladığı yeni kripto para birimi olabilirmiş.

    http://uzmanpara.milliyet.com.tr/…uyor/74000/74423/
  • bu bu nedir bu dediğim para birimi. önce bitcoin denediler baktılar oluyor. şimdi sıra bunda. gerçekten dünyayı devletsiz yönetmek için adımlar atıyorlar. belki kalıcı barış mümkün
  • (bkz: sdr)

    (bkz: #74025937)
  • bitcoin ile küresel yeni parasal sistemde çıkarılacak kripto paranın bir borsası olur mu yani paranın taarrufs aracı olma özelliği* devam eder mi diye denendi. deneyin sonucu 10 yıldır evet oldu.
    hatta geçmeyen bir paranın borsası oldu. o derece.
    virüsle de ekonomileri durdurdular
    yakında işten çıkarmalar başlar
    şirketler küçülür
    bazıları iflas eder (küresel elitler gelir alır)
    ülkeler darboğaza girmek üzere zaten
    herkes imf’nin kapısını çalacak
    bretton woodstan sonra kurulan sistemden (ki o sistemde herkes doların altınla olan karşılığı kesilince farkında olmadığı bir köle idi) dünya yeni parasal sisteme geçecek.(bu da yeni kölelik düzeni)
    virüs de işte bu düzeni kurmak için bir savaş idi.
    tıpkı ikinci dünya savaşı gibi.

    buradaki ayrı başka tehlike şu:
    para elektronik olduğu için bir gün baba sen suçlusun suç şüphen güçlü deyip devlet hepsine el koyabilir. kıps?
    o derece insanlar kontrol altında tutulacak küresel elitler tarafından.
  • büyük reset ile geliyor gönlümün efendisi...

    size levent toprak ve erkan öz ün yazıları ile başbaşa bırakıp 32 iki yıl önceden bize bugünlerin geleceğini söyleyen ve bi de bunu kapağına taşıyan the economist'in 1988 yılındaki kapağını, yazının türkçe çevirisini ve orijinal yazının linkini de en sona bırakacağım.

    levent toprak'ın yazısı...

    "büyük reset" yani diğer anlamda parasal sistemin değişimi 2021 yılının en önemli hareketi olarak önümüze gümbür gümbür geliyor. zira time dergisinin gelecek hafta ki kapağı tamamen bunu konu alırken gelecek senenin davos toplantısının ana gündem maddesini teşkil ediyor. aşağıda ki yazıyı sakin kafayla bir okumanızı ve konu ile ilgili gelişmeleri iç ve dış yayım organlarından takip etmenizi naçizane tavsiye ederim.
    kapitalizmin tarihsel anlamda bir sistem krizi içinde kıvrandığına dair belirtilerinden birisi de egemen sınıfın önde gelen çeşitli figürlerinin ve kurumlarının sistemin tıkanmışlığını bir biçimde ifade eden değerlendirmelerinin artan ölçüde yoğunlaşmasıdır. düzenin tepelerinde bu tür değerlendirme ve çıkışların yapılması her zaman olan bir şey değildir. tarih boyunca egemen sınıf ve katmanlar katında genel olarak tanık olunan şey düzenin övülmesi, aklanması, ona özürler bulunmasıdır. bu eğilim daima olmuştur ve nitekim şimdi de vardır. ama derin kriz dönemlerine özgü olan şey bunun yanı sıra egemen sınıf içinde düzenin gidişatına dair “bu böyle gitmez”ci eleştirel değerlendirmelerin artmasıdır. bu tür tavırların da genel hatlarıyla iki ucu vardır. birincisi çeşitli derece farklılıklarıyla otoriter rejimlere geçişi arzulayan tavırken, ikincisi düzenin bazı “aşırılıklarını” törpülemeyi içeren reformist denebilecek tavırdır.
    derin kriz ve tıkanıklık dönemlerinde kapitalist düzenin olağan liberal olumlaması inandırıcılığını ve itibarını yitirmeye, solarak geri plana düşmeye başlarken, bir yanda otoriter diğer yanda reformist sesler daha çok işitilir olur. marksist tutum olarak sistemin derin hastalığının bu önemli belirtilerini gelişimleri ve çeşitlilikleri içinde zaman zaman ele alıyoruz. içinden geçtiğimiz tarihsel dönemin niteliğini kavramak bakımından bu işaretlerin doğru okunması önem taşıyor. bunlar aynı zamanda egemen sınıf içi çelişkilerin de ipuçlarını vermektedir.

    kapitalizmin temel palavralarından biri olan “zenginler daha çok kazanırsa herkes kazanır”ın tam anlamıyla çöktüğü ve kimsenin de eskiden olduğu gibi bunu iddia etmek üzere kibirle sahneye çıkmaya kalkışmadığı bir dönemdeyiz. burjuva iktisat literatüründe “damlama etkisi” (trickle down effect) diye de adlandırılan bu sözde teoride sermaye ve zenginler semirdiği ölçüde zenginlik ve refah damla damla aşağılara kadar iner, herkes zenginlikten nasiplenmiş olur. oysa özellikle son onyıllarda tarihte eşi görülmedik servetler yapılmış, ama buna mukabil diğer uçta sefalet denizi daha da enginleşmiştir. tam da budala kibirleri içinde burjuva ideologların başından beri inkâr ettiklerinin aksine marx’ın söylediği gibi, kapitalizmde bir uçta zenginlik diğer uçta sefalet birikir! kısa ve orta vadeli kısmi olgu ve gözlemlere dayanarak ve bunları çarpıtılmış biçimde yorumlayarak, onca yıldır marx’ın yanıldığını iddia edenler, onunla alay etmeye kalkanlar, şimdi suspus marx’ın intikamını tadıyorlar. dahası sistemin bekası için bu durumun düzeltilmesi gerektiğini vurgulayıp reçeteler yazmaya girişiyorlar.

    kapitalizmin günümüzdeki derin krizi covid-19 salgınıyla birlikte farklı bir boyut da kazanmış bulunuyor. salgın iki önemli etki doğurmakta. bir yandan egemen sınıfın belirli kesimleri tarafından sistemin derin krizinin üzerini örtmek için kullanılırken, bir yandan da, özellikle bu düzen altında son onyıllarda giderek kötüleşmeye başlayan hayat koşullarının düzen namına yarattığı olumsuz algıyı büyütüyor. sonuç olarak, üstünlüğü ve gücüyle övünen, bilimi ve teknolojisiyle göz kamaştırıcı harikalar yarattığı izlenimi veren bir düzen, o kadiri mutlak görüntüsüne rağmen, tüm dünyayı saran ve esas olarak emekçi kitleleri olumsuz etkileyen bir sağlık sorunu karşısında bir iflas görüntüsü sergilemektedir.

    covid-19 salgını emekçi kitlelerin hoşnutsuzluk ve öfkesinin dondurucuya kaldırılması sonucunu getirmedi. belki egemenler ya da onların bir bölümü bu beklentiyi taşıyorlardı, ama böyle olmadı. aksine emekçi kitlelerin hoşnutsuzluğu, sağlık sorununun daha büyük çarpanla birikime eklendiği yeni bir düzleme yükseldi. abd’de ırkçı polis terörünün yeni bir vukuatıyla tetiklenen patlama, düzen temsilcilerinin, medyasının ve ideologlarının da itiraf etmek zorunda kaldıkları üzere, kesinlikle ırkçılığa tepkiyle sınırlı kalmadı. yoksul emekçi kitleler biriken tüm sorunların getirdiği momentumla abd’yi salladılar. kaldı ki abd de dâhil olmak üzere dünya genelinde zaten yoksul emekçi kitleler aynı genel sorunlar temelinde çeşitli vesilelerle eyleme geçip isyana durmaktaydılar. özetle egemenler salgının bir dikkat dağınıklığı yaratacağını ummuş olsalar bile evdeki hesap çarşıya uymamıştır. üstelik şimdiye dek olan, önümüzdeki süreçte olacak olanların küçük bir parçası gibi görünmektedir. zira salgın gerekçesiyle uygulamaya konulan önlemlerin emekçi kitleleri vuran sonuçları henüz tüm kapsamıyla realize olmuş değildir.

    hem sistemin genel tıkanıklığı hem de emekçi kitlelerin bariz biçimde artmakta olan hoşnutsuzluğu düzen sahipleri açısından ciddi bir endişe oluşturmaktadır. insanlığın yüzyılların mücadeleleriyle biriktirdiği demokratik mirasın ortadan kaldırıldığı, dolaysız ve açık baskıya dayalı otoriter-totaliter yolu bir an için hariç tutacak olursak, harıl harıl “ne olacak bu kapitalizmin hali” tartışması yapılıyor, yeni programlar, yeni reçeteler oluşturulmaya çalışılıyor. dünya burjuvazisinin düşünce üretimiyle meşgul zirveleri dâhil olmak üzere muhtelif düzen düşünürleri ve kurumlarının son yıllarda düzenin bekasına dair envai çeşitlilikte fikirler ortaya attıkları ve alarm zilleri çaldıkları artık bir sır değil. “paydaşlar kapitalizmi” mi dersiniz, “ekolojik kapitalizm” mi dersiniz, “mutluluk ekonomisi” mi dersiniz, “adil kapitalizm” mi dersiniz, “tobin vergisi” ya da “servet vergisi” mi dersiniz, ne ararsanız var…

    büyük reset
    şimdilerde pandemiyle birlikte oluşan ortamın bu arayışlara yeni bir itilim verdiği söylenebilir. bu arayışların belki de en başta gelen odaklarından biri olan dünya ekonomik forumu (def) bu noktada hızlı davranarak öne çıkmışa benziyor. kısaca “davos” diye anılır hale gelen elit küresel toplantıların organizatörü ve ev sahibi olan forum önümüzdeki yılın (2021) başlarında yapılacak zirvesinin gündemini büyük reset adını verdiği konu olarak belirlemiş durumda. 40 yılı aşkın bir süredir faal olan forumun kurucusu klaus schwab kapitalizme büyük bir reset atmanın zamanının geldiği fikrini ortaya atıyor. yazılar ve konuşmaların yanı sıra bu konuda bir kitap da kaleme alan schwab’ın görüşü son yıllardaki benzer eğilimli sayısız öneriye nazaran daha kapsamlı bir nitelik taşıyor ve bu son yılların önerilerinin bir tür bütünleştirici özeti gibi duruyor.
    aslında büyük reset’in bu yönü kapitalizmde varlığı şimdiye dek pek kabul edilmeyen derin bir sorun olduğunun da itirafı sayılmalı. çünkü daha önceki çeşitli önerilerin hemen hepsi tek yanlı küçük tadilatlarla sorunun hallolabileceğini varsayımını taşıyordu ağırlıklı olarak. büyük reset ise, adının da çağrıştırdığı üzere, kapsamlı bir değişim gerektiği düşüncesini ima ediyor: “…dünyanın birlikte ve hızlıca hareket etmesi ve toplumlarımızın ve ekonomilerimizin tüm yönlerini yeniden şekillendirmesi gerekiyor. abd’den çin’e her ülkenin katılması ve petrolden teknolojiye her sektörün dönüştürülmesi gerekiyor. kısaca, kapitalizmin bir «büyük reset»ine ihtiyacımız var.”[1]
    büyük reset ana hatlarıyla toplumsal eşitsizlik ve yoksulluk sorununu, ekolojik krizi, sanayinin dönüşümü sorununu ve jeopolitik meselelerin çözümü bağlamında küresel siyasal sistemin yeniden yapılandırılması sorununu birlikte ele alarak, dünya burjuvazisinin hâkim kesimlerinin önüne özde neo-liberal dönemden çıkış anlamına gelen bir “program” koyuyor. schwab ırkçılıktan dağ gibi yükselen kamu borçlarına, çevre sorunundan eğitime kadar çeşitli boyutlarda görüşlerini ayrıntılı argümanlarla işleyip genişletiyor, ancak bizim burada tüm bu ayrıntıları serimlemek gibi bir amacımız yok. ana çizgilere ve öze odaklanarak bu girişimin anlamını yakalamaya çalışmak gerekiyor.

    burada schwab her ne kadar kişi olarak ön planda görünse de savunduğu perspektifin kişisel görüşlerden ibaret olmadığını peşinen vurgulamak gerekiyor. dünya ekonomik forumunun zaten temsil ettiği kurumsal boyut bir yana, bu tartışmayı ya da temel yaklaşımları benimsediğini duyurarak destekleyen simalar açıkça dünya burjuvazisinin belirli bir kesiminin perspektifiyle karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyuyor. bm genel sekreterinden ımf başkanına, prens charles’tan microsoft ceo’suna kadar birçok kişi bu listede arzı endam ediyor. hepsinin mesajlarında görülen temel özellik, her zaman adını açıkça koyarak olmasa da, doğurduğu sonuçlar üzerinden neo-liberal “çılgınlık partisine” artık bir son verilmesi gerektiğini söylüyor olmaları. konu ister çoğunlukla olduğu gibi zenginlerin servetindeki fahiş artış ve bunun karşısında yoksulluğun, sefaletin inanılmaz artışı olsun, ister doğanın acımasız talanı nedeniyle gezegenin hayatiyetinin tehlikeye girmesi olsun, ister ırkçılık ya da zaman zaman “popülizm” diye niteledikleri baskıcı otoriter eğilimlerin yükselişi… mesajların hepsi vurdumduymaz kâr, servet ve güç hırsının dünyayı dört bir koldan bir felâkete sürüklediği fikrini barındırıyor.
    sistemin bekasını sağlamak burjuvazinin bütününün ortak kaygısı olsa da ve bu tür proje ve programların temel amacı buysa da, büyük resetçilerin dolaysız kaygısını dünya kapitalizminin belirleyici güçlerinin (sermaye grupları, devletler, çeşitli düzlemlerdeki kurumlar) ikna edilmesi oluşturuyor. bir örnekle anlatmak gerekirse, büyük resetçiler ikinci dünya savaşının bitiminde dünya kapitalizminin oluşturduğuna benzer bir mutabakatın tesis edilmesini istiyor ve bunun için çalışıyorlar. belirleyici güçlerin ortak bir programatik çerçevede anlaşmamaları halinde dünyanın “felâkete” doğru yol alacağını ısrarla vurguluyorlar. schwab’ın, dünyanın şu anda içinde bulunduğu dönemin benzeri görülmemiş bir durum olduğunu sıkça belirtmesine karşın, çeşitli kayıtlarla da olsa, tam da ikinci dünya savaşının bitimindeki duruma atıf yapmaktan kaçınamadığını görüyoruz. schwab o dönemde bretton woods anlaşmaları, ımf, dünya bankası, birleşmiş milletler, avrupa birliği vb. kurumlarla da somutlanan ve uzunca bir dönem işlevini yerine getirmiş olan mutabakatı olumlu örnek olarak veriyor.
    yalnız schwab’ın ve şürekâsının unuttuğu ya da unutmuş görünmeyi tercih ettiği kilit bir nokta var. bu nokta lenin’in emperyalizm analizindeki temel noktalardan biridir. rekabete dayalı bir sistem olan ve emperyalizm aşamasına ulaşmış kapitalizmde çeşitli düzeylerde keskinleşen çelişkilerin nihayetinde savaştan başka bir çözüm yolu yoktur. kapitalist güçler ancak yıkıcı savaşlarla birbirlerine boyun eğdirdiklerinde mağlupların kabul etmek zorunda kalacakları geniş kapsamlı “mutabakatları” oluşturabilirler. bu bağlamda büyük resetçilerin istediği şey, ikinci dünya savaşının getirdiği düzeyde yıkımlar yaşanmadan, çekişme ve kapışmalar o raddelere vardırılmadan bir mutabakat çerçevesine ulaşılmasıdır. ama bu kapitalizmin temel işleyiş süreçlerine aykırıdır.
    işte bu noktada devreye pandeminin girdiği söylenebilir. büyük resetçilerin mesajlarında kilit bir noktayı pandemi vurgusuyla aciliyet çağrısı ve pandeminin aynı zamanda büyük bir fırsat anlamına geldiği düşüncesi oluşturuyor. tarihte büyük salgınların insanlığı hayati dönüşümlere zorlayan kavşak noktaları oluşturabildiklerini, bu anlamda tarihin akışını değiştiren bir rol oynadıklarını savunan schwab, mevcut salgın için de benzer şekilde düşünülebileceğini ileri sürüyor. büyük resetçiler, “bu salgını atlatalım ve işler yine eskisi gibi olsun” demenin mümkün ve kabul edilebilir olmadığını net biçimde vurguluyorlar. bunun yerine “işler zaten çok kötü bir hal almıştı, pandemi bunun üzerine tüy dikti. gelin bunu bir fırsat olarak görüp sistemin tüm bozuk yönlerini değiştirelim” diyorlar. bir bakıma ikinci dünya savaşının küresel kapitalizmin güçleri üzerinde yaptığı etkiye benzer bir etkiyi pandeminin yapmasını istiyorlar.
    schwab’ın ikinci dünya savaşı sonrasındaki kapitalist mutabakata yaptığı atıf sadece “bakın nasıl da bir mutabakat oluşturulabiliyor” düşüncesini örneklemekten ibaret değil. büyük resetçilerin savunduğu programı doğru kavramak bakımından bir diğer boyut olarak, içerikte de olumlu bir atıf söz konusudur. 1930’lardan itibaren abd’de roosevelt ile başlayan keynesçi new deal politikalarının savaş bitiminde küresel ölçekte tüm dünya kapitalizminin politikaları için bir genel çerçeve oluşturması olumlanmaktadır. işsizliğin küçük oranlarda seyrettiği (“tam istihdam”), sosyal güvenlik sistemlerinin kapsayıcı ve genel hale getirildiği, yoksulluk sorununun görece yatıştırıldığı bu politika ve programlar, sonraki neo-liberal politikaların olumsuzlaması eşliğinde sunulmaktadır.

    büyük resetçiler en temel sorunlardan biri olarak gördükleri “toplumsal bölünmeye” ilişkin olarak son yıllarda abd, ingiltere, fransa gibi gelişmiş kapitalist ülkelerde yükselen kimi sol siyasi hareketlerin söylemleriyle de flört ediyorlar. küçük bir azınlığın çıkarları mı esas alınacak yoksa çoğunluğun çıkarları mı diye soruyorlar! schwab’ın satırlarına bakalım: “toplumlar daha eşitlikçi de olabilirler daha otoriter de; daha fazla dayanışma çizgisine de oturabilirler daha fazla bireycilik çizgisine de yönelebilirler, azınlığın çıkarları doğrultusuna da yönelebilirler çoğunluğun çıkarları doğrultusuna da. ekonomiler, toparlanmadan sonra, daha geniş kesimleri kucaklama yolunu da tutabilirler ve böylece küremizin halk tabakalarının ihtiyaçlarına daha uyarlı olabilirler, ya da yeniden eskisi gibi işlemeye dönebilirler.” benzer içerikli başka satırlarında da schwab açıkça daha eşitlikçi, daha dayanışmacı, geniş yoksul kitlelerin durumunu iyileştirici bir perspektifi ileri sürmektedir. burada sıralamaya gerek olmayan daha birçok ayrıntıyla birlikte (sağlık sigortası, işsizlik sigortası, hastalık izni, temel hizmetler, işçi güvenliği vb.) bu perspektifin politik çizgi olarak özünün sosyal demokrat olduğu açıktır. bu doğrultuda, önümüzdeki davos zirvesinde, son yıllarda yükselen ve özde sosyal demokrat olan sol hareketlerin çeşitli temsilcilerinin boy göstermesi şaşırtıcı olmaz.
    büyük reset’in toplumsal eşitsizlik, yoksulluk, sınıf ayrımlarının törpülenmesiyle ilgili temel boyutunun dışında bir diğer temel boyutunu çevre sorunu oluşturmaktadır. resetçiler ekolojik krizin sorumlusu olarak gördükleri kirli teknoloji ve yöntemlerin tasfiyesini ve bu temelde bir yeşil kapitalizmin tesis edilmesini istiyorlar. aslında programın bu çevreci ayağını bir diğer ayak olan sınai-teknolojik yenilenme ile bir arada ele almak gerekiyor. zira çevre dostu teknolojilere dayanan bu yeşil perspektif, sanayi 4.0 olarak da anılan endüstriyel dönüşümü içeriyor. daha açık biçimde ifade etmek gerekirse ekonominin yeni teknolojiler temelinde daha fazla dijitalleştirilerek yenilenmesi, aynı zamanda kirli ve eski teknolojilerle yöntemlerin de tasfiyesi anlamına geliyor. bu büyük yenilenme sürecinin içereceği doğayı korumayı amaçlayan ya da doğa dostu yeni yatırımların 2030 yılına kadar 400 milyona yakın yeni iş yaratacağı iddia ediliyor. gıda, toprak ve denizlerin kullanımı, altyapı ve çevre inşası, enerji ve madencilik gibi üç başlıkta incelenen alanlarda bu çerçevede yapılması gereken yatırımların yılda 2,7 trilyon dolar gerektirdiği hesap edilmiş. bu rakam ilk bakışta büyük görünebilirse de pandemi sürecinde ekonomiyi canlandırmak için yapılan 2,2 trilyon dolarlık harcamayla karşılaştırılabilir düzeydedir diyor resetçiler.
    sermaye cephesinde farklı eğilimler
    büyük resetçilerin dolaysız kaygılarının sermayenin tüm belirleyici kesimlerini ikna etmek olduğunu yukarıda söylemiştik. daha önceki bir yazımızda derin tarihsel krizi içindeki kapitalizmde farklı sermaye kesimleri arasında çekişmenin kızıştığına değinmiştik.

    “elbette böylesi büyük bir kriz karşısında neler yapılması gerektiği konusunda sermaye içinde bir fikir ve irade birliği olduğundan söz edilemez. işler hiçbir zaman böyle yürümemiştir. krizler, hele de böylesi büyük krizler, sadece emekçi kitlelerin hasar alması anlamına gelmez, sermaye içinde bazı kaybedenlerin olacağı anlamına da gelir. sermayenin ulusal, sektörel vs. düzlemlerde zıtlaşan çıkarları temelinde kriz, çekişmelerin yeni bir sahnesini oluşturmaktadır. ekonomik işleyişin virüs gerekçesiyle önemli oranda durdurulması çeşitli sektörler üzerinde ağır baskı yapıp kimilerinde yıkıcı etkiler yaratırken, başka bazı sektörlerde ise şahlanma ya da büyük avantajlar elde etme sonucunu getirdi. ilk grup açısından konuşacak olursak, bu durum belki kimi şirket ve sektörler için geçici olsa da, kimileri için kapitalizmin ilerleyişi içinde zamanla yapısal anlamda zayıf konuma gelmelerinin bir ifadesidir. deyim yerindeyse «vadesi dolanlar» için şu anki ağır kriz bir tasfiye olma ya da konum kaybetme anlamına gelecektir.

    “örneğin, her ne kadar sermaye içi ayrımlar konusunda kesin ve mutlak çizgiler çizilemese de genel olarak ve en çok, yüksek teknoloji şirketlerinde ifade bulan bir eğilimin, krizin aşılması için kendi alanlarını kilit önemde gördüklerini ve asıl olarak bu alandaki yeniliklere dayalı olarak yapılacak yeni büyük sabit sermaye yatırımlarıyla «selamete» çıkılabileceğini düşündüklerini seçebiliyoruz. esasen onların bu doğrultuda bastırmakta olduklarını, kendi sektörlerinin hareket alanını genişletmeye, kendi «normallerini» genelleştirmeye çalıştıklarını görüyoruz. bu şirketlerin somutladığı sektör, salgın süreciyle birlikte yeni bir sıçrama noktasına gelmiştir. faaliyetleri ve ciroları bu süreçte diğer sektörlerin çoğunluğunun aksine artan bu sektör, yüksek teknolojinin, yeni bilişim uygulamalarının hayatın her zerresine indirilip yaygınlaştırılması doğrultusunda bastırmaktadır. aslında bugünlerde twitter ile trump arasında adeta bir savaş halini alan sürtüşmenin, sermayenin bu kesimleri ile nispeten daha klasik ve geriye düşmekte olan kesimleri arasındaki çatışmayı mükemmelen sembolleştirdiğini söyleyebiliriz.”

    bu satırlar yazıldıktan haftalar sonra açıklanan bazı ekonomik veriler çarpıcı bir doğrulama sunmuştur. abd ekonomisi krizin hüküm sürdüğü ikinci çeyrekte tarihsel rekor anlamına gelen %33 (yıllık bazda) daralma kaydederken, başta gelen bazı teknoloji şirketlerinin (apple, google, facebook ve amazon) cirolarının iki haneli artışlar gerçekleştirdiği görülmüştür. sermayenin iç dengelerinde yaşanan kaymaları somutlayan bu güncel veriler büyük reset bakımından da anlamlıdır. büyük reset’in en azından bazı yönlerinin bu tür şirketlerin çıkarlarıyla uyumlu olduğu, onları yansıttığı söylenebilir. nitekim bu programın savunucuları arasında microsoft ceo’sunu ve kurucusu bill gates’i, benzer sektörlerden başka bazı figürleri de görüyoruz. ekonominin daha fazla dijitalleşmesinin, otomasyonun, sanayi 4.0 kapsamındaki dönüşümlerin en çok bu sektördeki şirketlerin işine geldiği malûmdur. ama bu aynı zamanda başka bazılarının zarar göreceği anlamına da gelmektedir.
    bu nedenle büyük reset’in de sermaye içi bir anlaşmazlık konusu olmaması düşünülemez. her şeyden önce bizzat schwab mevcut politikaları eleştirerek kendi perspektifini ortaya koymaktadır. örneğin son aylarda tüm dünyada krizle mücadele adına yaratılan dev kaynakların “eski sistemdeki çatlakları doldurmak için” kullanılmaması gerektiğini, aksine, dile getirdiği uzun vadeli dönüşümlerin finansmanına akıtılması gerektiğini söylüyor schwab.

    bir mutabakat olmadığına dair elbette daha dolaysız veriler de var. sözgelimi foxbusiness kanalında yer alan bir makalede great reset hareketi “radikal” ve “sosyalist” olarak niteleniyor ve biden’ın bu hareketle “rahatsız edici bağlantısı” olduğu söyleniyor.[3] yazı içinde great reset’in “sovyetler birliği’nin çöküşünden bu yana belki de kapitalizm ve bireysel haklar için en büyük tehlike” olduğu vurgulanıyor, bu projenin “sosyal adalet ve iklim değişimi kaygılarını mülkiyet haklarının üzerine çıkardığı” söyleniyor. genel olarak trump çizgisine yakın olan bu büyük medya odağında yansıyan tutumun keskinliği sermaye içindeki tartışmanın hiç de kibarca yürümeyeceğinin bir işareti olarak görülmeli. esasen abd’de yaklaşan seçimler bağlamında bugünlerde trump’ın sergilediği tutumlar da (seçimlerin ertelenmesi talebi, seçim sonuçlarını tanımayabileceğine dair açıklamalar vb.) bunun kokusunu veriyor.

    elbette büyük resetçilerin sosyalizmle ya da kapitalizme tehlike oluşturmakla ilgisi bulunmuyor. onlar sivri uçların törpülenmiş, sınıf farklarının yumuşatılmış olduğu, yenilenmiş bir sanayi temelinde kapitalizm için yeni bir yükseliş döneminin açılmasını istiyorlar. bir bakıma, kapitalizmin altın çağı olarak da anılan ikinci dünya savaşı sonrası dönemdeki gibi… onlar artan sınıfsal eşitsizliklerin dalga dalga doğurduğu isyanları doğru okuyor ve biriken öfkenin daha şiddetli patlamalara yol açabileceğini biliyorlar. eğer çelişkileri yumuşatacak tavizler verilip sisteme çeki düzen verilmezse işin devrimlere kadar gideceğini söyleyerek diğer sermaye kesimlerini uyarıyorlar: “bu bir «olsa güzel olur» meselesi değil mutlak bir zorunluluktur. toplumlarımızın ve ekonomilerimizin kökleri derin sorunlarını ele alıp tamir edemezsek, nihayetinde, tarih boyunca olduğu gibi, çatışmalar ve hatta devrimler gibi şiddetli şokların dayattığı bir reset riski yükselmiş olacak.” bu kadar açık olamazdı: ya kapitalizme bir reset ya da devrimci reset!

    büyük resetçilerin girişiminin sermaye güçleri cephesinde bir etkisinin olup olmayacağını ya da ne gibi süreçler doğuracağını önümüzdeki dönemde göreceğiz elbette. işin aslı schwab büyük reset’in kolay bir iş olmadığını, yol üstünde çok büyük zorlukların olduğunu belirtiyor. ama başka türlüsünün sistemin hepten yıkılışına yol açacağını düşündüğü için aciliyet çağrısıyla dünya kapitalizminin belirleyici güçlerini masaya oturmaya çağırıyor. açık ve çıplak baskı, şiddet, otoriterlik, savaş, militarizm ve hudutsuz doğa talanı yolunun insanlık ve gezegen için çok büyük bedelleri olan kesin bir yıkım yolu olduğunu görüyor. ancak büyük resetçilerin işi gerçekten de kolay değil. zira schwab’ın da yakındığı gibi 2008 krizinin ardından mevcut krizde de kapitalist devletler ortalığa fütursuzca para savurmalarına rağmen bu kaynaklar işlerin buraya gelmesinde rol oynayan finansal alicengiz oyunlarının kumarhane fişlerine gidiyor. istihdam yaratıcı türde üretken yatırım yeterli ya da çabuk kâr vaat etmediği için çılgın parti devam ediyor. onca para akıtılmasına rağmen abd ekonomisinin son çeyrekte %33 küçülmesi bunun çarpıcı bir ispatıdır.

    birçoklarının olduğu gibi büyük resetçilerin de görmediği şeylerden birisi kapitalizmin tarihsel bir sistem krizi içinde olduğu ve bunun bir parçası olarak zaten bir savaş konjonktüründen geçmekte olduğudur. üçüncü dünya savaşı sonuçlanmamıştır, yürürlüktedir. savaş tamamlanıp galipler ve mağluplar netleşmedikçe kapitalizm altında küresel bir mutabakat oluşmasının zemini yoktur. nitekim aslında schwab da pandemi öncesinde zaten büyümekte olan köklü sorunların pandemiyle daha da şiddetlendiğini söyleyerek aslında gidişatın mevcut niteliğini saptamış oluyor. onun yaptığı şey bu gidişatın kapitalizmde kalınarak insanlığın geneli açısından iyiye doğru değiştirilebileceğini savunmaktır. bu pek mümkün değildir. schwab’ın büyük zorluklar dediği şeyler gerçekte kapitalist sistemin işleyişinin doğurduğu aşılması imkânsız engellerdir. ama elbette bu gidişatın bertaraf edilerek insanlık açısından olumlu bir rotaya girilmesi mümkündür. schwab’ın “imkânlar” olarak ele aldığı şeyler gerçekte kapitalizmi aşarak sınıfsız ve sömürüsüz bir toplum kurmaya yarayacak olan imkânlardır. doğrusu sapır sapır dökülen kapitalist makinenin reset tutacak tarafı kalmamıştır, onun layığı ümitsiz bir reset değil hurdalıktır, tarihin hurdalığı. reset vakti geçmiştir, ama kapitalizmi yıkıp sınıfsız topluma giden yolu açmanın vaktidir.

    *****

    erkan öz'ün yazısı

    1929 krizi’nden sonra özgürlükler ülkesi amerika 1933’te vatandaşlarına altın sahibi olmayı yasakladı. devlet ülkedeki tüm altınları topladı. parasını ödeyerek tabi. ama tüm altınları toplayan hükümet birden altın fiyatını yükselttiğini açıkladı. yani hukuk ve demokrasinin kalesi abd bayağı kendi vatandaşlarını bir güzel kazıkladı.
    peki buradan elde edilen gelir ile ne yapıldı: cıa, dünya bankası ve ımf kuruldu.
    uluslararası para fonu yani ımf, aslında dünyanın merkez bankası olması için hayata geçirildi. peki neden adı ‘dünya merkez bankası’ değil? öyle olsa ımf’yi kuranların niyetleri belli olurdu da ondan.

    zaten bu kurum ımf adıyla bile yeterince şimşekleri üzerine çekti. bir çok gelişmekte olan ülkeyi borç batağına batırıp sömürmenin aracı oldu. en son 2001 krizi’nde türkiye’de yaptıkları hala akıllarda. ımf’in önerdiği programla krize girdik. para basıp bankalarımızı kurtarmak istedik. “olmaz öyle şey” dediler. sonra 2008 krizi’nde kendileri para basmanın alasını yaptı. biz milli bankalarımızı yabancı sermayeye kaptırdığımızla kaldık.

    ımf aslında bir merkez bankasıdır. çünkü hem altın rezervleri hem de kendi para birimi vardır. ımf’nin para birimi special drawing rights (sdr) yani özel çekim hakları, 1969’da fonun kuruluşunun 24. yılında çıkarıldı. uluslararası kodu xdr ve bugün 1 sdr = 8,17 tl.

    hemen hangi döviz bürosundan alıyoruz diye saldırmayın çünkü sdr sadece fona üye ülkelerin merkez bankaları arasında kullanılabiliyor.
    sdr ilk çıktığında 1 dolara eşitti. o dönemde dolar altına bağlı olduğu için sdr de altına bağlıydı. 1971’de dolarla altının bağı kopartılınca sdr küresel rezerv para birimlerinin bir sepeti haline getirildi. sdr’nin tam da dolarla altının bağının kopartılmasından sadece iki yıl önce çıkartılması da ‘zamanlama manidar’ dedirten bir olay.
    sdr’nin hangi küresel para birimlerinden ve ne kadar ağırlıklarla oluşacağı beş yılda bir belirleniyor. bugün sdr sepeti dolar, euro, ingiliz sterlin’i, japon yen’i ve çin yuanı’ndan oluşuyor.

    işte bu ımf son yıllarda sdr’yi bir kripto para haline getirmeyi de dillendiriyor. bu projeye basının taktığı isim: ımfcoin. dönemin ımf başkanı christine lagarde, 2017’de sdr’de mevcut rezerv paraların bir dijital para ile değiştirilmesinin “zorlama bir hipotez olmayacağını” söyledi. konu hakkında the wall street journal’da 5 ekim 2017’de, james macintosh imzasıyla çıkan makaleye göre fonun proje hakkında danışmanlık aldığı uzmanlar, ımfcoin’in piyasalarda oluşan oynaklığı bitireceğini düşünüyor. çünkü ımfcoin’in ülkeleri rezerv biriktirmekten alıkoyacağını varsayıyorlar. bu ‘uzmanlar’a göre ımf dünya ekonomisinin durumuna göre dijital olarak ımfcoin miktarını istediği gibi artırıp azaltabilecek.

    elbette bu bir kabus senaryosu: tıpkı bugün fed’in istediği şekilde hiçbir sınır olmadan dolar basması gibi ımf de ımfcoin basacak. üstelik ülkelerin kendilerini savunabilecekleri rezervler tutmalarına da engel olmaya çalışacak. merkezi bir otorite olan, seçimle iş başına gelmeyen bir grup ımf bürokratı dünyada kimin zengin kimin fakir olacağına para basarak ya da basmayarak adeta karar verecek.
    yalnız burada bir tuhaflık var: bu anlatılan dijital sdr projesi bugünkü klasik dijital bankacılık ile de kolayca yapılır. bugün fed dolar basarken çoğunu klasik dijital yöntemle üretiyor. trilyonlarca doları kağıt olarak basmıyor. öyleyse ımf neden kripto para oluşturmak peşinde.

    çünkü ımf ve arkasındaki küresel sermaye güçleri ımfcoin’in dünyanın rezerv parası olmasına en önce abd’nin karşı çıkacağını biliyor. abd doların statüsünü kaybederse bugün kolayca dolar basarak kapattığı bütçe ve cari açıklarını kapatamaz. koskoca abd ımf’den yardım dilenen muz cumhuriyeti ekonomisine döner. abd, bugünkü mevcut yapı (örneğin swıft) üzerinde çalışan bir dijital sdr’yi kolayca engeller. oysa block zincir vb. dağıtık veritabanı teknolojileri (dlt) üzerinde çalışacak bir kripto-dijital ımfcoin’i engelleyemez. dlt üzerinde çalışan sistemleri kapatmak için sisteme üye milyonlarca bilgisayarın hepsini kapatmak gerekir. bu da neredeyse imkansızdır.
    şimdi küresel sermayenin lider yayın organlarından the economist’in 1988’de çıkan kapağı daha anlamlı hale geliyor: kapakta boynunda zincir ve coin (sikke) olan bir kuş diğer kağıt milli paraları ayakları altında eziyor ve yakıyor. bitcoin on yıldır diğer milli paralarla yan yana varlığını sürdürüyor. oysa ımfcoin danışmanların da ifade ettiği gibi milli rezervleri dolayısıyla milli paraları ortadan kaldırmayı amaçlıyor. kapak bitcoin’in değil işte bu ımfcoin’in geleceğini bildiriyor.

    milli paralar tıpkı bitcoin gibi üretim miktarlarını sınırlarsa varlıklarını güçlenerek korurlar. oysa ımfcoin projesinde ımf zaten sınırsız para basma hakkı istiyor. sınırsız para bastıkça milli paralar da güç kaybetmeye mahkum.
    lagarde 2017’deki açıklamasında çok önemli bir şey daha söyledi: kripto-dijital ımfcoin’in dünya rezerv parası haline gelmesi için ‘jeopolitik’ bir olayın gerekli olduğunu ifade etti. yani ya bir savaş ya da ekonomik kriz.
    1998’de ltcm isimli tek bir hedge fon dünya finansal sistemini yok etme noktasına getirmişti. new york’ta bankalar toplandı bu fonu kurtardı. 2008’de bu sefer bankalar iflas etti. küresel finans sistemi yine çökme noktasına geldi. bu kez merkez bankaları tarihte görülmemiş oranlarda para basarak bankaları kurtardı. bir dahaki krizde merkez bankalarının bilançoları da para basmaktan dolu olacak. yani merkez bankalarının kendisi batacak. bu durumda bilançosu temiz ımf kurtarıcı olarak önümüze getirilecek. tabi bir şartla: ımfcoin’i (ya da sdr’yi) küresel rezerv para olarak kabul etmemiz istenecek.

    bir sonraki krizde özgürlüğümüzü kaybetmek istemiyorsak, bu ımfcoin (ya da ismi her ne olacaksa) projesine karşı uyanık olmalıyız. geleceğimiz sınırlı paralara yani altın, gümüş ve bitcoin’e ve bunlarla birlikte çalışan milli paralara bağlı.

    *****

    the economist’in 1988 tarihli bitcoin yazısı

    phoenix’e hazır olun
    bundan otuz yıl sonra, amerikalılar, japonlar, avrupalılar ve birçok zengin ülkedeki insanlar ve nispeten fakir olanları muhtemelen alışveriş için aynı para birimiyle ödeme yapıyor olacak. fiyatlar dolar, yen ya da d-sembolü ile değil, diyelim ki phoenix (anka kuşu) olarak adlandırılacak. phoenix, şirketler ve alışveriş yapan kişiler tarafından tercih edilecek, çünkü günümüzdeki ulusal para birimlerine göre daha uygun olmuş olacak ve o zaman son yirminci yüzyıldaki ekonomik yaşama büyük bir aksaklık oluşturacak tuhaf bir neden olarak görülecektir.

    1988 başında bu tuhaf bir tahmin olarak görünmektedir. nihai para birliğiyle ilgili teklifler beş ila on yıl önce çoğaldı ancak 1987’deki aksilik öngörülmedi. büyük ekonomili hükümetler, daha yönetimli bir döviz kuru sistemine, yani radikal para reformu için mantıksal bir geleceğe doğru bir ya da iki adım ilerlemeye çalıştı. altta yatan ekonomik politikalardaki işbirliği eksikliği nedeniyle korkunç bir şekilde çöktüler ve ekim ayındaki borsa kazasında faiz oranlarının yükselmesine neden oldular. bu olaylar, döviz kuru reformcularını küçük düşürdü. piyasanın çökmesi, göstermelik politik işbirliğinin her şeyden daha kötü olabileceğini ve gerçek işbirliği mümkün olana kadar (yani, hükümetler bazı ekonomik egemenlikleri bırakana kadar) daha fazla girişimde bulunulamayacağını öğretti.

    yeni dünya ekonomisi

    1970’lerin başından bu yana dünya ekonomisinde yaşanan en büyük değişim, döviz kurlarını yönlendiren güç olan nakit akışının, mal ticaretinin yerine geçmesidir. dünya finansal piyasaların acımasız entegrasyonunun bir sonucu olarak, ulusal ekonomik politikalardaki farklılıklar faiz oranlarını (veya gelecek faiz oranlarının beklentilerini) biraz rahatsız edebilir, ancak yine de bir ülkeden diğerine finansal varlıkların devasa transferlerini gerektirir. bu transferler, ticaret gelirlerinin akışını, farklı para birimleri için talep ve arz üzerindeki etkilerinden ve dolayısıyla döviz kurlarına etkilerinden dolayı batırıyor. telekomünikasyon teknolojisi ilerlemeye devam ederken, bu işlemler daha ucuz ve daha hızlı olacaktır. koordine olmamış ekonomi politikaları ile para birimleri daha uçucu olabilir.

    bütün bu yollarla ulusal ekonomik sınırlar yavaş yavaş dağılıyor. trend devam ederken, en azından ana sanayi ülkeleri arasında bir para birliğinin temyiz edilmesi, döviz ticareti yapan tüccarlar ve hükümetler dışındaki herkes için karşı konulmaz görünecektir. phoenix bölgesinde, nispi fiyat değişimlerindeki ekonomik düzenlemeler bugün büyük ekonomilerdeki farklı bölgeler arasında olduğu gibi sorunsuz ve otomatik olarak gerçekleşecektir. tüm döviz kuru riskinin olmaması ticareti, yatırımı ve istihdamı teşvik eder.

    phoenix bölgesi, ulusal hükümetlere sıkı kısıtlamalar getirecek. örneğin, ulusal para politikası gibi bir şey olmayacak. dünya phoenix arzı belki de ımf’den türetilen yeni bir merkez bankası tarafından yönetilecek. dünya enflasyon oranı -ve dolayısıyla dar marjlarda, her bir ulusal enflasyon oranı- onun sorumluluğunda olacak. her ülke talebin geçici düşüşünü telafi etmek için vergi ve kamu harcamaları kullanabilecek, ancak bütçe açığını finanse etmek için para basmak yerine borçlanmak zorunda kalacak. enflasyon vergisine başvurulmaksızın, hükümetler ve alacaklıları borçlanma ve borç verme planlarını bugün olduğundan daha dikkatli karar verecekler. bu, büyük bir ekonomik egemenlik kaybı anlamına gelir, ancak phoenix’i çekici kılan eğilimler, her durumda egemenlikleri elden alıyor olması olacak. bireysel hükümetler, az ya da çok dalgalı döviz kurlu bir dünyada bile, politika bağımsızlığını düşmanca bir dış dünyanın kontrol ettiğini görmüşlerdir.

    son söz
    gelecek yüzyıl yaklaşırken, dünyayı ekonomik entegrasyona iten doğal güçler, hükümetlere geniş bir seçim imkânı sağlayacaktır. akışa ayak uydurabilirler, ya da barikat kurabilirler. phoenix’e yol hazırlamak, politikayla ilgili daha az sayıda anlaşma ve daha gerçekçi anlaşmalar anlamına gelecektir. bu, mevcut ulusal paraların yanısıra bir uluslararası paranın özel sektör tarafından kullanılmasına izin verilmesi ve sonra aktif olarak teşvik edilmesi anlamına gelecektir. bu, insanların tek para birimi birliğine geçmeleri için kendi cüzdanlarıyla oy kullanmasına izin verecektir. phoenix muhtemelen özel çekme hakları gibi ulusal para birimlerinin kokteyli olarak başlayacak. zamanla, milli para birimleri karşısında değerlenecek, çünkü insanlar bunu kolaylık ve satın alma gücünün istikrarı için seçecektir.

    alternatif – politika belirleme özerkliğini korumak için – ticaret ve sermaye akışlarında gerçekten aşırı kontrollerin yeni bir şekilde yayılmasını gerektirecek. bu yol hükümetlere muhteşem bir zaman sunuyor. döviz kuru hareketlerini yönetebilir, önleyici olmadan para ve maliye politikasını uygularlar ve enflasyon patlamalarını fiyat ve gelir politikaları ile çözebilirler. büyüme-sakatlanma ihtimali var. 2018 yılı civarında phoenix’in geleceğini not edin ve geldiğinde ona hoş geldiniz diyin.

    *****

    ilgili kapak görseli ve yazının orijinali için: buyrun

    tek diyebileceğim şu ki allah binbir türlü belalarını versin.
hesabın var mı? giriş yap