• akıl hastalarının yazdığı şiirleri içeren bedia tuncer tarafından derlenen kitap. bazı şiirler okudukça insanın içine oturuyor , felaket güzel şiirler var. akıl 'hasta'larının akıllarının ne kadar değişik olduğunu anlıyorsunuz. pdf hali internette mevcut zaten. şöyle bir şey var içinde mesela:

    doğdum büyüdüm okuma, başıma oldu dert;
    askerlik çağı, vazife itham, emir, terhis et...
    dünya evi varmış, anladım o da dert!...
    alnıma çizilmiş tımarhane elim akibet cür'et
    sonu ne olur bilmem ne bir adalet?
    uyan kabrinden ey ünlü filozof sokrat,
    yolunu öğret beni de filozof et...
    ya da allah'ım yeter azat et!...
  • "inilti akıl hastalarının yazdığı siirler" adıyla 1964 yılında yayınlanan, bakirkoy ruh ve sinir hastaliklari hastanesinde yatmakta olan hastalarin yazdigi şiirlerden olusan, bediha tuncer in derlediği kitabın adıdır.
    kitapta yer alan, beni çok etkileyen bir şiirden ufak bir bolum;
    deniz kokulu dudagin dudagima değerse beni çıldıracak ama
    seni dudakların için de sevmiyorum
    çünkü sen benim vücudum
    ben de senin ruhunum.
    40. servisten b... d... 1961
  • acıyı taşıyan kesik sesler.

    bu sabah çok erken saatlerde, ezandan önce başladı sesler, uykudaydım, rüyamın seslerine karışıyorlardı, yataktan kaldıracak kadar yakından gelmiyordu, tanıdık birinin sesi de değildi. sürdükçe sürdü, yağmurun sesine karıştı sürdü, rüzgardan kıpırdayan perdelerin hışırtısına karıştı sürdü. sonra yağmurun rüyada değil gerçekten yağdığını anladım üşüyünce. kalktım. iniltilerin geldiği yöne ulaştım. pencereyi aralayıp yan apartmandan gelen ağlama seslerini dinledim, kimseyi göremedim önce.

    - sen sırdaşımdın, gittin.
    .
    .
    .
    .
    - beni yapayalnız bırakıp gittin.

    22-23 yaşlarında genç bir çocuk, feryat ederek ağlıyordu. bir yandan çantasını toparlıyor, elinin tersiyle yüzünü siliyor, gözlüğünü önce fırlatıp atıyor sonra göğsündeki sarsıntı biraz hafifleyince silip yeniden takıyordu. o ağladı, ben izledim.

    sonunda evden ayrılacağı sırada pencereleri kapatırken göz göze geldik, hiç yapmayacağım bir şey yaptım, elimle kolumla işaret ettim, açtı camı. neyin var dedim. ne kötü soru. bir şeye ihtiyacın var mı diye ekledim, bu daha da kötü .
    dedi ki: babaannemi kaybettim. köye gideceğim.
    berbat sorumu yine sordum; yardım edebilir miyim? yok dedi, eğdi başını. sesinin dışarıdan duyulmasından utandı.

    o ana kadar ağlamadan durdum ben, ama oradan sonra çıktım balkona, yağmurun altına saklandım. o babaanneyi çok yakından olmasa da tanırdım, çamaşır asarken, pervazın tozunu alırken karşı balkonda kemiklerini ısıttığını bilirdim, yorgun ve sade gülümseyişle "yıpratma yavrum kendini yarın gene toz olur, şöyle bir sil geç, bunlar için bu kadar yorulma ömür geçiyor" diyen sesini duymuştum. hiçbir şey konuşmasak ne olurdu? yine özlerdim balkonda şimdi bomboş duran sandalyesinde oturmuş sokağı izleyen eğik vücudunu. insan saksıdaki çiçeğe alışıyor, onu özlüyor. karşı balkonda bazen kederle bazen de huzurla oturan bir insan özlenmez mi?

    sabaha karşı bir evde yapayalnız ölüm haberi alan, o yükü duvarlarla beraber taşımaya çalışan, inleyen, ağlayan bir çocuktan başlamıştım bu özlemek meselesine, her yol nasıl hep çocukluk köyüne çıkıyorsa bu da öyle oldu.
    ben o çocuktan yaşça büyüğüm, babaannem de hayatta. -yaşadığı şeye hayat denirse-
    bir babaannenin ardından böyle yıkılmayı anlamadı aklım, kalbim. babaanne için saatlerce inlemeyi, babaanneyi kaybedince sırdaşsız kalmayı anlayamadım. önce sandım ki, çocuğun sarsıla sarsıla ağlayarak çektiği, samimiyetinden zerrece şüphe duymadığım acısı canımı yakıyor, sonra o acıyla tek başına kalmış olmasına bu kadar üzüldüğümü zannettim. bunlar da yeterince gam dolu olsa da beni balkonda o halde bırakan başka türlü bir şeydi.
    gün içinde o hali üstümden dağıtmak için çocuklara sarıldım, sevdiğim şarkılara sığındım, dışarı çıktım, yürüdüm, bir müze gezdim sevdiğim birine açıldım bile. ama saatler sonra bence hala balkondayım, yumruklarım sıkılı, o andan dışarı çıkamadım.

    bir babaanne için nefes nefese kalana dek ağlamak...

    ben babaannemle büyüdüm, 12 yaşıma dek aynı evde, 18 e kadar yan dairede. benim babaannemle o 18 yıldan tek bir güzel anım yok. çok uğraştım bir tanesini bulmaya, sevgiyle çaya batırılmış bir bisküviyi yedirdiği bir an aradım, kendi tülbentini başıma bağlayıp bana güldüğü, fış fış kayıkçı oynadığımız bir an aradım. oyuncaklarımı beraber topladığımız bir an... yok bulamadım.

    yerine bir sürü kötü hatıra. yerine bir sürü yok sayılma, hakaret, şiddet, yerine başkalarına duyduğu öfkeleri hınçla bana döktüğü kötü ikindiler, mosmor kollar buldum. yerine 39,50-40 derece ateşle kısa mesafe taksiye binilmesin diye yarım saatten fazla yürünmüş yollar, o yollarda yere düşüp paramparça olmuş bir çocukluk buldum. herkesten nefret eden bir kadının sevgisini aramakla geçen bir çocukluk, başka yetişkinlerce hep haklı sayılan otoritesinin altında her daim hissettiğim bir suçluluk buldum.
    ben babaannemden hiç masal dinlemedim. kendi kurguları vardı; gece yatar sabaha senaryosunu oynardı. bazı sabahlar hırsız olduğumdan emin uyanırdı, bazı sabahlar annemi başka erkeklere gülümsemekle itham eder, şişle kovalardı. yok üstelik hiç demans ya da alzheimer falan olmadı. o yıllarda henüz 55 yaşlarındaydı. mutsuzdu ve herkes mutsuz olsun isterdi. dünyada her şey onunla ilgiliydi. kendi aramızda gülüşsek, bana gülüyorsunuz derdi, sessizce otursak, dedikodumu ediyordunuz şimdi sustunuz derdi. yüzüne söylesek işte siz iblis tohumusunuz derdi. kendi evladı olan babamdan da nefret ederdi. (hala eder) herkesin niyetini bilir, gün düşlerinde beyin okur, nefretine hem bir haklı gerekçe bulur, bulamazsa vahiy yoluyla edinirdi.

    mezuniyet elbisemi kolumda ısırarak oluşturduğun kocaman simsiyah bir iz yüzünden giyemedim babaanne. diplomayı aldım, üstüne başka diplomalar da aldım. ama o yaraladığın çocuğun kolundaki iz geçmiyor, geçmiyor ki 20 sene sonra hala kolsuz giyemiyor.

    şimdi bayramlarda onu aramamı söyleyen herkese omzuma yakın yerdeki o kocaman morluğu göstermek istiyorum, görmezler, biliyorum. ama orada ve 20 senedir geçmiyor.

    bir babaannenin vefatına öyle sarsılarak nasıl ağlanır bilmiyorum. sen ölsen babaanne, ben de ağlarım, sana değil, kolunu koparır gibi ısırıp yere savurduğun çocuğa ağlarım.
  • fantazi gönülsporluların nümayişlerini sunuyoruz

    fenerbahçeli'lere

    ey fenerli gözünü aç geçti fener devri
    gönülsporlular dünyaya nam verdi
    biz elektrik gibi yanar, hem de yakarız
    usta futbolcuları bakışından çakarız.
    hey, bize derler kadın futbolcu, gönülsporlu
    futbolda hem ustayız hem de zorlu
    naci-şeref-basri hani nerdeler?
    belki de şimdi kurbağalıdere'deler.
    biz ne kurbağayız ne de derede balık
    erkek futbolcular da alık mı alık
    eğer devam ederseniz bu cakalı gidişte
    sonra mumunuzu söndürürüz bir üfleyişte.

    beşiktaşlı'lara

    işte geldik karakartal beşiktaş
    ne olduğumuzu anlarsın yavaş yavai
    şükrü ile şeref'in geçti modası
    haddinizi bildirmek için geldi sırası
    bizden öğren sen vole ile korneri
    gönülsporluların vardır binbir hüneri
    mânalı bir bakışla sizi yere sereriz
    onbirimiz topla kalenize gireriz

    galatasaraylılara

    galatasaraylı işte geldik karşınıza
    bilir misiniz neler gelecek başınıza?
    gündüz'ün artık kesmiyor kılıcı
    bilmeyiz o da kulüpte acep neci?
    niye yenemediniz acaba milan'ı
    suya mı düştü coşkun özarı'nın planı
    boyunuzu görelim meydan açık
    erkeklerden futbolcu olur mu hey kaçık

    vefalılara

    sizin gibi değiliz amma bozacı
    sonra dersiniz olur ha pek de acı
    futbol yürümez boza ile şıra ile
    gönülsporlular geldi artık dile
    ey veffalı milli ligden mahalli lige buyur
    bizden sana öğüt doğru otur
    sonra bozalar boğazında kalır boğulursun
    bize fiyaka yapma pişman olursun

    diğer dövizler

    1. kadın her sahada erkeği geçmiştir
    2. çalım kadınlara has bir meziyettir.
    3. boza içip sahaya çıkmayınız
    4. baygın bakışlarımızdan sakının

    35. servisten ş. k.

    inilti - akıl hastalarının yazdıkları şiirler
    derleyen bedia tuncer
    matbaa teknisyenleri basımevi, divanyolu, biçkiyurdu sokak 12
    istanbul - 1964
  • “bütün şiirlerde söylediğim sensin
    suna dedimse sen leyla dedimse sensin
    seni saklamak için görüntülerinden faydalandım salome'nin belkıs'ın
    boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
    kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
    ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
    deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
    ey gönüllerin en yumuşağı en derini
    sevgili
    en sevgili
    ey sevgili
    uzatma dünya sürgünümü benim”
  • düşmüş baktı bir gün
    aynada saçına kırlar
    geçmişti kaybolmuştu
    mazide kalan yıllar.
    bir de baktı başlamış vücudunda sızılar.
    dedi; gitti kayboldu
    geri dönmeyen yıllar. �����
    ������ ����� ��� ��� ������ ������ ������ �������� ����������� ������ ����� ������� ��� �� ����� ������ ����� ��� ��� ������ ������ ������ �������� ����������� ������ ����� ������� ��� �� ����� �������� ��������� �������� ����� ����� �������� ���� �������� ������� �������� ��������� �������� ����� ����� �������� ���� �������� �������
    ���� �� ���� ���� ������� ������� ���� ����� ������������ ������ �������� �������� ����� ��������� ������� ������������� ���������� �������� �����33-a servisinden b..i...
    prot no. 962/6277

    13 salı 1963 ağustos tarihli son saat gazetesinde, kitabı derleyen öğretmen bedia tuncer'le yapılan (personelleri yetiştiren hastane) başlıklı röportaj da bu şiir neşrolunmuştur.

    ���� ����������� ���� ����� ��� �
    ������ ����� ��� ��� ������ ������ ������ �������� ����������� ������ ����� ������� ��� �� ����� �������� ��������� �������� ����� ����� �������� ���� �������� �������
    ���� �� ���� ���� ������� ������� ���� ����� ������������ ������ �������� �������� ����� ��������� ������� ������������� ���������� �������� �������� ����������� �� ���� ���������������
    ���� ����������� ����
  • bir halk türküsüne nazire

    kahveci oldum: çayın cibresi ile çay sattın
    dediler, pılımı pırtımı haciz ettiler.

    şoför oldum: karınca ezmemek için
    caddelerde yalpa yaptırdım otoya. sarhoş diye
    ehliyetimi aldılar.

    ressam oldum: tablo yaptım resimlerime
    bakıp güldüler.

    çorapçı oldum: sen ayağımıza değil
    başımıza çorap örersin dediler.

    artist oldum: sen çok meşhur bir jönsün
    perdeye sığmazsın dediler.

    yarışçı oldum: hiç tavuk kovalamasını bilmiyorsun diye müsabakaya almadılar.

    tayyareci oldum: evvela yerde yürümesini
    öğren diye beni bebek askısına taktılar.

    sobacı oldum: senin gibi boruları biz
    takmıyoruz dediler. siz söyleyin boru mu bu?

    kaptan oldum: sen lenger takip denizin
    dibini su üstüne çektin ada yaptın, dediler.

    hastanede hastabakıcı oldum: yan gelip
    yatmasını bilmiyorsun, sen hastasın dediler.

    doktor oldum: çelikten kalp ve sinirlerin
    varsa sana servis şefliği verelim, dediler.

    akıl hastası oldum: normalsin. taburcu
    oldun, delirdin dediler.
    nihayet bütün dünya benimdir, diye
    dayattım. tımarhaneye yattım.
    keşifler yaptım – resimler sattım.sayın okuyanlar şimdi oldu mu?
    taş gediğini buldu mu?
    14-b servisinden r…t…b…
  • inlemek eyleminin sesi.
  • akıl hastaları tarafından yazılan şiirlerin bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde bir dönem personele okuma yazma eğitimi vermiş olan bedia tuncer tarafından derlendiği şiir kitabı. bakırköy ruh ve sinir hastanesinde yatan hastaların ruh halini bundan daha iyi bir şekilde hiçbir araştırmanın, bilimsel çalışmanın ya da edebi eserin açıklayacağını sanmıyorum.

    "zorba kız kaçırır,
    kamarot kurşun kaçırır.
    karaborsacı döviz kaçırır,
    zengin hanım kürk kaçırır.
    ağa koyun kaçırır,
    orman eşkıyası kütük kaçırır.
    ve sonunda kaçırmak için bizlere,
    elbette akıl kalır!"

    “günlerim taburcu olmamı beklemekle geçiyor.
    gençliğim delilere hoş görünmekle bitiyor.
    gün güne her gün daha çok eriyorum.
    güldüğümü rüyamda pek az görüyorum.”

    "aşağı hasta, yukarı hasta,
    tımarhane bahçesi dolu hasta,
    gel hasta, git hasta!
    taburcu ol hastaneyi asta!
    türkçe'de en sevmediğim kelime hasta!"

    "buraya düşenin başına geçiyor doğruluk tacı,
    ne polis tanır ne de jandarma,
    bu dünya yalandır, boşver aldırma!"
hesabın var mı? giriş yap