• ne kadar kadem destek falan dense de,onlar bile tartışılsın deniyor.lgbt ilk netflix ile gündeme gelse de o işin bahanesiydi esas istanbul sözleşmesi üstüne gitmekti.ilk yoklamalar 2019 yılında yapıldı.bende gene bu konuya o zamanlar yazmıştım.o sıra pek ses getirmemişti sonra bu lgbt ve netflix vs diye nefret aşılandı.sonra istanbul sözleşmenin bazı maddeleri çarptırarak lgbt olayına çekip bu sözleşmenin türk örf,adet vs argümanlar arkasına saklanarak kaldırtmaya çalışıyorlar.başarılı olanacak mı şu an kaldırılsın diyenlere bakın hepsi hükümet yakını ne yazık ki başarılı olma ihtimalleri yüksek.peki hükümet daha doğrusu erdoğan bir sürpriz yapar mı zannetmiyorum.erdoğan en fazla yapacağı şey ne şiş yansın ne kebap zaten oy kaybı yaşanıyor sözde demokrat kesimi de iyice kaçırtmayalım amacıyla 1-2 madde de oynamaya gidip sözleşmeye devam diyebilir.böylece hem radikal kesim istediğini almış olur hemde demokrat kesime bakın kaldık havası verilir.
  • istanbul sözleşmesi hakkındaki tartışmanın gidişatını kamuoyundaki derin tepkiye rağmen pek olumlu göremiyorum ne yazık ki.

    bu kadar kalabalık maddelerden oluşan paketler çoğu zaman sıkıntılı süreçlere gebe olurlar. nedeni de artık giderek yoğunlaşıp karmaşıklaşan günümüz dünyasında sıradan vatandaşların 70-80 maddelik paketlerin hepsini okuyup anlaması, önce kendi içinde muhakeme edip ardından başkalarıyla tartışmasının zorlaşması esasında.

    yürütmeden sorumlu taraf yetkilere sahip bizimse elimizdeki tek koz sayısal kalabalığımız olabilir ancak.

    gezi parkına benzer biçimde bir sürecin burada da önümüze sunulmasından çekinmek lazım. gezi parkının başında sosyal yaşama ilişkin pek çok madde öne çıkmıştı. ama zamanla bu maddelerin içi gücü elinde tutan karşı tarafça boşaltıla boşaltıla bu sesler "gezi olayları" ismi altında "paket" bir hale sokuldu.

    bugün "gezi olayları" dendiğinde yaşananların gölgesinin gölgesinin gölgesi biçiminde anlatılara tanık oluyoruz. hem biz, o günün muhalif gençleri, hem de karşımızdaki hükümet ve hükümet yanlısı vatandaşlar açısından gezinin çıkış noktasından uzak, kısır bir tartışmaya sürükleniriz. kaldı ki bugün oy kaygısıyla öpücüklere boğulan z kuşağı, o günün çocukları, gezinin ne olduğunu nereden anlasın. oturup bir avuç nitelikli sosyolog ve kamuoyu araştırmacısının çalışmalarını araştırıp okuyanların oranı çok fazla değildir diye düşünüyorum.

    buradan yola çıkarak istanbul sözleşmesi tartışmalarının da her ne kadar iktidarın kendi organları içinde de tartışma yaratmasına rağmen benzeri bir akıbete sürüklenmesi ihtimalinin sandığımızdan yüksek olduğunu düşünüyorum. böyle giderse paketin içindeki maddeler ayıklanacak, kalan bazı maddeler değiştirilecek ve paket asıl halinden bambaşka bir şeye dönüştürülüp sadece adı aynı kalacak. sonunda da "alın işte, size istanbul sözleşmesini yaptık. size gene yaranamadık" diyerek de kamuoyunun geneline hoş gözükmek için aynı taktiğe sığınılacak.
  • sorunlu bir anlaşmadır lakin sorun olmasının eş cinsellik ile bir alakası yok, zira eş cinseller ile alakalı pek bir şey yok. sözleşme neredeyse tamamen kadın-erkek arasındaki ilişkiler üzerine yapılmış.

    buradaki ilk sorun 4. madde 4 bölüm.

    ''kadınların toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşı korunması için gerekli olan özel tedbirler, bu sözleşme hükümlerince ayrımcılık olarak sayılmayacaktır.''

    şimdi şunu birazcık değiştirip,

    suriyeli mültecilerin zenofobiye dayalı şiddete karşı korunması için gerekli olan özel tedbirler, bu sözleşme hükümlerince ayrımcılık olarak sayılmayacaktır.

    yani görüntüde ortada bir sorun yok, ırkçılığa karşı korumak istiyorsunuz insanları ancak bu maddenin altına kimse imza atmaz. ırkçı oldukları için ya da suriyelilerden nefret ettikleri için değil, toplumun bir kesimine ayrıcalık tanınması için ön yol olduğundan dolayı kimse imza atmaz. kibar ve hukuk dilinde yazılmış olması tehlikeli bir madde olduğu gerçeğini değiştirmiyor. zaten batı ülkelerinde internet ortamında dönen tartışmalar bu madde etrafında döner.

    bir diğer sorun 5. madde 1. bölüm

    ''taraflar kadınlara karşı herhangi bir şiddet eylemine girişmekten imtina edecek ve devlet yetkililerinin, görevlilerinin, organlarının, kurumlarının ve devlet adına hareket eden diğer aktörlerin bu yükümlülüğe uygun bir biçimde hareket etmelerini temin edeceklerdir.''

    bu kısım tamamen devletin uygulayacağı şiddetin kontrolü hakkında konulmuş olan bir madde. halbuki devletimiz bir eyleme müdahale ederken erkeklere karşı çok daha sert davranır. plastik mermi ile gözü çıkarılanlar, gaz kapsülüyle beyin kanaması geçirtilenler büyük çoğunlukta erkektir. burası rastlantı değildir zira polisin ve askerin davranışı genelde kasıtlıdır (kadına ve erkeğe farklı davranma konusun). aynı suçtan göz altına alınan bir kadın ile erkekten hangisinin dayak yeme ihtimali daha yüksek diye soracak olursak buna herkes erkek diye cevap verir. ya da okulda disiplin suçu işleyenler arasında erkekler daha fazla dayak yerlerdi (şuan durum ne bilmiyorum ama ceza konusunda hala erkeklere daha sert davranılıyordur). ayrıca akran zorbalığına maruz kalanların çoğuda erkek çocuklardır. ama ne hikmetse bu madde erkekler sanki devlet karşısında hep tolere edilen grupmuş gibi görüyor. bu madde yede pekala suriyeli metaforu kullanılabilir.

    anlaşmanın geri kalanı da benzer şekilde ilerliyor, sanki tüm şiddet olayları erkekten kadına doğru oluyormuş kabulü ile yazılmış bir anlaşma, halbuki cinayetlerin %80'inde ölenler erkek oluyor. hatta kadın ölüm oranları nedense gelişmiş ülkelerde daha yüksek oluyor. kaynak. bunu dile getirdiğimiz zaman ise erkekleri öldürenler de erkek o yüzden umrumuzda değil cevabıyla karşılaşıyoruz. geçmişe gidersek örneği bu ay içerisinde 25 temmuz 2020 evinin bahçesinde öldürülen köpek ve alp erkin başlıklarına toplam 288 entry girilmiş (aynı olay için oldukları için topladım) ve nafaka için eski kayınpederi öldürmek başlığına 177 entry girilmiş. kısaca yaşlı adamın öldürülmesi burada bir köpeğin öldürülmesi kadar ilgi çekmedi. zaten o başlığa yazanların da yarısı olay adliyede gerçekleştiği için yazdılar.

    bir diğer nokta şu resim gösterilerek 2011 yılında kadın cinayetinin en az olduğu yıl çünkü bu anlaşma en iyi o yıl uygulandı deniliyor. halbuki anlaşma 11 mayıs 2011 tarihinde imzalandı ancak 1 ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girdi. yürürlükte olmayan anlaşma nasıl uygulanmış oluyor. 2011 sonrasında yaşanan cinayet artışına bakarak bu anlaşma aslında azaltmamış artırmış da diyebiliriz ancak oda adil olmaz, zira kadın cinayetlerinin en düşük olduğu yıl 2008, kaynak. tabi kadın cinayetleri artarken erkek cinayetleri sabit kalmıyor ya da azalmıyor, gerçi onun istatistiğini bulmak pekte kolay değil kimsenin umrunda olmadığı için.

    bana bu çıkarımlarım için zorlama çıkarımlar yaptığımı söyleyebilirsiniz, söylediğim maddeleri aşırıya kaçarak yorumladığımı söyleyebilirsiniz. ancak hukuk dili en acımasız olaylar için bile olsa kibar şekilde yazılıyor. ortalama bir ötenazi destekçisine şu madde hakkında ne düşünüyorsun desek ''bouhler and dr. brandt are entrusted with the responsibility of extending the authority of physicians, to be designated by name, so that patients who, after a most critical diagnosis, on the basis of human judgment, are considered incurable, can be granted mercy death.'' muhtemelen ölüm döşeğindeki insanları düşünerek acı çekmesinler diye alınmış bir karar der. zira avrupa'da son yıllarda komada olan ve uyanma ihtimali olmayan insanlara pasif ötenazi uygulanıyor. ama diğer tarafta üstte verdiğim emir adolf hitlere ait olan ve binlerce engelli alman ve avusturyalının gaz odasına gitmesine sebep olan bir emir. uygulaması kağıtta yazdığı kadar mülayim olmuyor tabi.
  • kadına şiddeti bitirmesi için imzalandığı halde lgbt tarafından desteklenen sözleşme.

    ülke bu konuda ikiye bölünmüş durumda. bir kesim diyor ki, kadına şiddeti bitireydi şimdiye kadar bitirirdi. bu minvalde kaldırılması mantıklıdır. diğer görüş ise cinsel kimliklerin görünür kılınıp akışkan hale getirileceği ve böylelikle ahlaksızlığın artacağı ifade ediliyor.

    bir devrim var, önünde kimsenin duramayacağı...
    netflix ile istanbul sözleşmesi ile uğraşarak engellenmeyecek bir devrim. insanlık değişimin arefesinde. şu an ki devlet yapısı aile kurumu ile ayakta duruyor. 40 yıl sonra her şey değiştiğinde klasik mana da devlet kurumunu ihtiyaç olmayacaktır. sınırların olmadığı bir dünyada hazlar-hisler egemen olacak.
    hamiş; dünya genelindeki engellemelerden çıkarılacak sonuç; doğru yolda olunduğuna dalalettir.
  • hukuk, insan hakları, ayrımcılık yasağı nedir bilmeyen cahil mürtecilerin götünü yakan uluslararası sözleşme.
  • şu sözleşmeye lgbti diyerek karşı çıkmak yavşaklıktır. bu ev içi aile içi şiddeti önleme sözleşmesi. eğer lgbti diyerek nefret ediyorsa birisi şunu söylüyordur. onlar şiddete uğrayabilir, onlar nefret suçunun kurbanı olabilir. onlar eşit değildir. lgbti ahlaksız buluyorsunuz diye yok olmuyor insanlar. varlar. yobazların en büyük handikapı bu. önceden de vardılar. şimdi de varlar. sözleşme cinsiyet ayırt etmeksizin şiddet karşıtı bir sözleşme. bu kadar. düşünün ülkede kadına karşı şiddet sözleşmeye rağmen 6284 sayılı kanuna rağmen önlenemiyor. ve yobazların tek derdi hayallarindeki lgbti korkusu, bir gender kelimesi geçiyor diye. kadınlar öldürülürken, şiddete maruz kalırken, ya birileri öylesine uzaklaştırma kararı çıkarırsa diye ve sırf gender kelimesi geçiyor diye kadınları ölüme ve çaresizliğe mahkum etmek üstelik adı istanbul olan sözleşmeden çıkmak ne çeşit iğrenç bir yobazlığın eseridir bilemiyorum. bu sözleşmeden çıkarsak bilin ki türkiyeden insan hakları namına, kadın hakları namına tek bir umut kırıntısı kalmamış demektir.

    birisi de yazmış ki single momlara merhaba deyin, cinsiyetsiz topluma vs. bizim görüşlerimiz. türkiye ve bu kavramlar ha. kadın cinayetleri ve her gün artan şiddet değil de single momlar derdimiz. ne kadar geniş çaplı bir sorun türkiye için değil mi. insan utanır şunları yazarken. şunu bir avrupalıya söylesen sana götüyle güler. türkiye nerde sizin şizofrenik dertleriniz nerde.
  • ak parti içerisinde de çatlağa neden olan sözleşme. elbette bu sözleşmeden çıkılmamalıdır; zira kadın hakları konusunda duyarlı olmayan tarzda bir islamcı siyasetin bu çağda başarılı olma şansı yoktur.

    https://www.dw.com/…mesi-çatlağı-büyüyor/a-54429310
  • bu sözleşme kalksın ya da kalkmasın o kısmını düşünmedim hiç. ayrıca faydalarını ve zararlarını da hiç düşünmedim açıkçası.

    ama şu dikkatimi çekti: twitter'da dolanırken istanbulsözleşmesiyaşatır diye bir hashtag gördüm ve gerçekten yaşatıyor mu diye minicik bir araştırma yaptım.

    malum hepiniz biliyorsunuz ki bu sözleşme 2011 yılında imzalanıp 2014 yılında yürürlüğe girmiş. ben de "acaba bu sözleşme imzalanmadan önce mi türkiye'de kadın cinayetleri daha fazlaydı yoksa önce mi" diye istatistiklere baktım.

    2008'de 80 - 2009'da 109 - 2010'da 180
    2011'de 121 - 2012'de 210 - 2013'te 237
    2014'te 294 - 2015'te 303 - 2016'da 328
    2017'de 409 - 2018'de 440 - 2019'da 474

    bunlar yıllara göre işlenen kadın cinayetleri sayısı, sözleşme sanki pek de işe yaramıyor gibi.

    kadın cinayetlerinin azaltılması böyle sözleşmeyle olacak işler değil. adam cezadan korkmuyor ki bir kağıda yazılı 80 madde adama ne tesir edecek. bu sebeple böyle sözleşmelerin kadınları koruyacağına inanarak gerçek çözümü kaçırıyor olabiliriz.

    demem o ki istanbul sözleşmesinin kadınları korumadığı çok açık, iptal olur ya da olmaz ben o kısmıyla ilgilenmiyorum. kadınları koruduğuna inanılan bu sözleşme yerine daha somut adımlar atılması gerektiğini savunuyorum.
  • anladığım kadarıyla 2011 yılında tüm dünyaya bir sözleşme sunmuşuz, adına “istanbul sözleşmesi” demişiz. bir çok ülke türkiye’nin öncülüğünde hazırlanan bu kuralları doğru bulmuş imzalamış...
    son bir aydır hazırlayıp en başta imzaladığımız bu sözleşmeyi “galiba ilk defa okuyup” insanları eşcinsel yaptığına kanaat getirmişiz. benim anladığım bu.
hesabın var mı? giriş yap