• size hemen bir güzergah çizeyim;

    üsküdar'dan marmaray'a biniyorsunuz. sirkeci'de inip ayasofya'ya doğru yürüyorsunuz. sultanahmet meydanını bitirip beyazıt'ta ilk molayı verdikten sonra kapalıçarşı'dan aşağı kaptırıp eminönü'ne geliyorsunuz. mısırçarşısı, tahtakale derken haliç köprüsündesiniz ( yeni olan ) manyak bi yürüme güzelliği vardır o köprünün. köprüyü bitirip karaköy'ün arka sokaklarından yukarı istiklal'e tırmanıyorsunuz. götünüze güveniyorsanız ordan sol çapraz yapıp tarlabaşı'ndan dolanıp ara sokaklardan tünele dönersiniz. ve tekrar yukarı doğru istiklal boyunca yürüyorsunuz.

    istiklal bitince yine poponuzun durumuna göre sıraselviler'den mecidiyeköy'e, ya da gümüşsuyu'ndan kabataş'a. mecidiyeköy'e giderseniz metrobüsle, kabataş'a inerseniz tramvayla evinize dönersiniz.

    bu küçük turumuzdu. daha büyük turlarda var. ve bu turdaki görülmesi gereken güzellikler. ama yazmaya zaman ve yetenek yok. yürüyün, yürümek güzeldir. hele de istanbul'da.
  • hafta içi güzeldir.

    yanınızda kafa dengi ve sevdiğiniz bir insan yoksa, biri veya birileri ile dolaşmak pek zevkli bir aktivite olmayabilir. örneğin; devamlı olarak mızmızlanan, ikide bir laf geçirmeye çalışan, suratından memnuniyetsizlik akan, enerjisi düşük ve kendini dayatan insanlar ile dolaşmayı sevmem.

    tek başına kadıköy sokaklarını dolaşmak, sonrasında vapura binip karşıya geçmek, ara sokaklardan geçerek karaköy'e gitmek, küçük dükkanları ve yeraltı çarşılarını keşfetmek, salaş bir mekan bulup afiyetle bir şeyler atıştırmak, bazen uzun uzun yürümek, bazen oturup öylesine denize bakmak...

    istanbul gerçekten de güzel. insan ya nefret ediyor, ya da aşık oluyor. ben her iki duyguyu da birden yaşayanlardanım.
  • tek başına olmak istanbul'da güzeldir.
    1997 den beri her yıl eylül ayının son haftası yaptığım aktivite. daha birkaç gün önce döndüm.
  • bazen hafta sonu erkenden uyanır kadıköy’e giderim yürüyerek. o yeni açılan 3. dalga kahvecilerden adını bilmediğim bir kahve alır, bir de sigara yakar moda caddesi’ni izlerim.

    sonra oyun atölyesi ve moda sahnesi’nde ne var ne yok diye bakarım, şanslıysam sabahın köründe kimsenin izlemek istemediği bir film olur ona giderim. moda sahnesi’nin sineması benim evin salonu kadar, küçücük. film yoksa haftanın yedi günü dükkanı sabah yedide açan iplikçi amcaya gider ip, etamin, keçe alırım.

    saati 12-1 ettiysem eğer zeplin’e gider, caddeye bakan basamaklarda oturup bir bira içerim. çalışanlarla ahbap olduk zaten fındık fıstık ikram ediyorlar iki hoş beş ediyoruz. yanımda varsa kafa dergisi’nden cem davran ve zafer algöz’ün yazılarını okurum. gerisi çöp zaten ya, kafa dergisi şişirilmiş bir balondur.

    sonra balık pazarındaki baharatçılara gider, asla içmeyeceğim yeşil çay, beyaz bilmem ne otu falan alırım. oradaki amcalar da bilir beni. en son mephisto’ya uğrar, ayrıntı yayınları’nın kitaplarından bir iki sayfa okur artık dönüşe geçerim.

    benzer bir geziyi salacak - kuzguncuk arasında da yaparım bazen.

    ben 3-3,5 yıl öncesine kadar avrupa yakası’nda oturuyordum, istanbul’da kendi kendine vakit geçirilebileceğini, in bin yapmadan sakin bir semtte dolaşılabileceğini bilmezdim. otuzumdan önce öğrendim, bunlar iyi gelişmeler.

    bu sabah da kadıköy’deyim ve bu hafta sonu biraz üzgünüm. yine istemediğim şeyler söylediğim bir hafta bitti. insanın aklından aşk geçerken ağzından nasıl nefret çıkıyor anlamıyorum. aylar sonra gördüğü birinin boynuna sarılmak isterken yüzüne neden bakamıyor bilmiyorum.

    bugün bunları düşünüyorum. tiyatro sezonu açıldı, şanslıysam kimsenin gitmek istemediği bir oyunun en erken seansına bilet bulur, düşünmeye devam ederim.

    karar aldım; evdekiler bitmeden yeşil çay almayacağım, zeplin’e gitmeden kahvaltı edeceğim ve yarın daha güzel bir sabaha uyanacağım.
  • şu hayatta en çok sevdiğim, aklımı ruhumu en çok besleyen şeylerden biriydi bu eylem.
    galata ve pera bölgesi, tarihi yarımada, boğaz kıyıları. eşsiz tarihi ve kültürel yapılar. aksaray'daki pertevniyal camii'yi görmek*, balat'taki sveti stefan kilisesi. nişantaşı'ndaki eski apartmanların orijinal yangın merdivenleri. kurtuluş'taki ermeni mezecileri. dolapdere'de sabaha karşı gittiğim mezatlar.
    hepsini çok özledim. burnumda tütüyor. unutmak ve bu özlemi bastırmak için ne yapacağımı şaşırıyorum.

    çok seviyordum, çok aşıktım istanbul'a. bırakmamak için elimden geleni yaptım. ama şehir beni de kustu. güvenli bir şekilde öylece dolaşamayacağım için biraz da, temelli bıraktım. ben artık orada yaşayamasam da bu muhteşem şehrin yeniden ayağa kalkacağı, pisliklerden temizleneceği ve hak ettiği hale getirileceği günü görmeyi bekliyorum.
    bu şehri bir daha sağcılara, talancılara, inşaatçılara, rantçılara bırakmamak için ne gerekiyorsa yapın istanbullular.
  • "deus nobis hoc otia fecit"

    istanbul'da nefes alanlar, 8 milyarlık dünya nüfusu arasında ne denli şanslı olduklarını iyi düşünmeliler.

    çoğu ıstanbullu'nun bildikleridir yazacaklarım, belki şehir dışından üniversite okumaya geldiysen, şehri yeni yeni tanıyorsan, ilgini çekebilir.

    tek başına öylece dolaşmaya fransızlar, flanörlük diyorlar. flanör, endüstri devrimiyle beliren modern bir kavram, modern çalışma kültürüne karşı bir tavrı içeriyor. mfö'nün sanatçının öyküsü adlı sait faik'in bir hikayesinden ilhamla kaleme aldığı şarkısı, flanörün aslında işe yaramaz bir kimse, boş gezenin boş kalfası olmadığını, yaratıcı yönünü ve bunun diğer insanlardaki olumlu etkisini gösteriyor.

    bu nedenle, herkesin hayatının bir bölümünde flanörlüğe meyletmesi, zaman zaman kendini dinlemesi, hem kendisi hem de çevresi için bir iyiliktir. yeryüzünde, dinlendikçe tazecikleşiriz.

    istanbul tüm karmaşasına karşın, insana yenilenmek için cennetten düşmüş güzelliklerin hediye edildiği bir şehir.

    en çok sahafları, bahçeleri ve mezarlıkları severim. buralarda dinlenir, buralarda düşünür, buralarda yaşarım. sen kendi meşrebine göre kendi haritanı oluştur ve kaderinin yollarını çiçeklendir.

    - bahçeler; büyük çamlıca koruluğunda ağaçlık alan yıldız, emirgan, fethipaşa, mihrabat korularına nispeten geniştir ve iç kesimlere inildikçe ıssızdır, sosyal tesislerin dışında yer alan koruluk alanında bi'başınalık güzel yaşanır. ayrıca şerit halinde alanı boydan boya karşılıklı olarak gidip gelen güvenlik görevlileri sayesinde emin bir ortam vardır. papağan sesleri arasında yürüyüş yapar, kitap okursun. vaktin daha genişse, elbette güzel havalarda atatürk arboretumu tercihin olsun. ardından heybeliada'nın en tepesine çık, göreceğin evin solundan dümdüz en uca kadar yürü, uçurumun kenarına geldiğinde hüda'ya şükredersin, uçurumun güzelliği gözlerine yaş olur. bakırköy ruh ve sinir hastalıklarının bahçesinde yürümek de güzeldir.

    - mezarlıklar; tüm sessizlikleriyle kafamızdaki seslerin en üst perdeden açığa çıkmasını sağlayan mekanlar. kafa boşaltmak için bazen arkadaşlarla buluşursun, bazen bir enstrümanla ilgilenirsin, belki fotoğraf çekersin, ama bunlar yeterli olmadığında, koca koca kabristanlar aklına düşer. aşiyan mezarlığında ölüler içinde ölümü unutturup, sonsuza değin yaşayacağın hissini tadacağın bir huzurla adımlarsın. münir nurettin'in şarkılarıyla ilk adımı atar, yahya kemal ve ahmet hamdi'nin şiirleriyle girişte durursun. ardından yukarı tırmanmaya başlar, orhan veli'nin ruhuyla buluşursun. soldan biraz tırmanıp hilmi ziya ülken'in kabriyle karşılaştıktan sonra, ülken'in sol üst çaprazında turgut uyar'ı gördüğünde biraz dinlenir, yanında getirdiğin şiirlerinden rastgeleni okursun. daha sonra ülken'in mezarına inip sağa doğru biraz yürüyünce, yukarı kısımlarda uzunca bir sütun görürsün, yanına gittiğinde edip cansever'in kabrinde dinleneceğin anlarda zamanı unutabilirsin. sevdiğin diğer yazarları ve şairleri bulmak artık sana kalmış. ben bu kadarını söylemekle yetineceğim. belma sebil'in aşıkının kabrinin yerini bulamadım hiç, içimde uktedir, belki sen bulursun. herkesi gördükten sonra üst kısımda rumelihisarını göreceğin en uca kadar yürü, nihayetinde deryayı seyret, ölümün vakitle dansını yaşa.

    - deniz; vaktin olursa, şile ve ağva'ya kıyasla daha yakında bulunan kilyos kumsalını yürümek için tercih edebilirsin, kimsecikler olmaz yaz dışında. poyrazköy'ün şirin kumsalı da dinlendiricidir. yine beykoz tarafındaki harikaları keşfetmeyi ihmal etme.

    - sahaflar; kitaba, araştırmaya meyyalsen beyoğlu aslıhan pasajı, bahariye kafkas pasajı dışında, tekil dükkanları olan bu işin erbabı yaşlı kimselerin müdavimi ol, çok şey öğrenirsin. turkuaz, nigar, sakallı lütfü, simurg vb. birçok hazine vardır. işe yeni atılan kıymetli gençleri de es geçme, onların sohbeti de capcanlıdır, bağlarbaşı'nda yaklaşık 2 yıl evvel açılmasina rağmen adına yakışan kadim sahaf bunlardan biridir. bu dükkanlarda dönem dönem sanatçı ve yazarların katıldığı kültürel faaliyetler olur, bunları takip etmek şehri tarihiyle ve bugünüyle solumanı sağlar.

    -aciller; aşırı şımardığını düşündüğünde, geceleri gündüzden dertli eski hastanelerin acillerinde -haydarpaşa numune gibi- koşuşturanlar arasında flanörlük yapabilir, onların derdine kulak kabartabilirsin.

    bu şehir 18 milyonluk nüfusu, yüzlerce farklı milletten insanıyla her sokağında, her bankında bir filmin, bir şarkının, bir hikayenin her an yeşerebileceği bir yer. kıyamete değin yeryüzünün en güzel şehri, şehrin şiir halinde vücut bulduğu yer.
  • çok mutlu etti yazarın entrysi beni. benim gibi gören var mı diye düşünüyordum bazen. herkesin şikayetleri varken bir ben mi böyle seviyorum bu şehri diyordum. bu şehirde asla yalnız değilsiniz, hep iki kişisiniz aslında.
  • işte bu ben! istanbul'da yaşamaya başlayınca anladım ben yahya kemal beyatlı'yı. bu şehir kanına karışıyor insanın. nefes aldığını hissediyorsun ortaköy sahilinden rumeli hisarı'na yürürken. çok milletli osmanlı zamanlarındaymışsın gibi yürüyorsun sanki beyoğlu sokaklarında. sanki her şey istanbul'da daha anlamlı. şarkıların tesiri değişiyor boğaz'ına bakarken mavi gözlüm. işte böyle dolaşıyorum seni dere tepe, kendimi arıyorum, tek başıma.
  • ne yazık ki egzoz dumanından zehirlenip sağlığınızdan olmanıza, gasp edilmenize, taciz edilmenize veya bir kazaya kurban gitmenize sebep olabilecek etkinlik. ne yazık ki....
  • kadıköy’de yapmayı pek sevdiğimdir, rıhtım’dan başlarım yürümeye, bir iki plakçı gezerim, aralarında kaybolur moda’ya çıkarım.

    eskiden de karaköy üzerinden istiklal caddesi’ne çıkmayı severdim, yokuş tırmanarak, şimdi tünel’de zorunlu bir işim yoksa pek tercih edemiyorum.
hesabın var mı? giriş yap