• edebiyat tarihinin en önemli yazarlarından biri, birçok iyi yazarın ilham kaynağı ve "öncüsü". bilinç akışı ve iç monolog tekniklerini kullanarak edebiyatla insanı, edebiyatla psikolojiyi/psikiyatriyi (her ne kadar sevmese de psikiyatristleri), okuyucuyla kitabı ve karakterleri bir adım daha yaklaştırmıştır. bu yüzden okunan her kitabı sırasında kitapla fazla içli dışlı olmak, son bulan her kitabının ardından da, o kitabı başucunda tutmaya devam etmek olasıdır.

    yapılan psikiyatrik testlerde zeka zayıflığı ortaya çıkmıştır; fakat yazdıklarını okudukça şahsen düşündürür, "bu adamda düşük zeka seviyesi varsa, ben baya bir gerizekalı olmalıyım".
  • açlık* romanında yarattığı karakter öyle naif, kırılgan, onurlu ve şiirsel ki, yaşadığı hayal kırıklıkları, açlığından ileri gelen fiziksel tepkimelerin zihninde yaptığı şiirsel tekrarlar, bu tepkimelere rağmen gururunu ve bunu takiben onurunu kıracak, kendisini istemediği bir hale sokacak herhangi bir aşırma ya da doğrudan hırsızlıktan kaçınması; onun bu hallerine duyarsız insanlar, muhatapları.. işte bütün bunlarla yediğim lokmaları, okuduğum süre zarfında boğazıma dizen bir dile ve öngörüye sahip yazar. bunda, muhakkak, çevirmenin de etkisi var elbette, ama salt yazı her haliyle iyi olurdu, sanırım. yine de, bütün bu naifliği içinde barındıran bir insanın, nazilere destek çıkmasını neye bağlamalıyız, anlayabilmiş olamadığım konu. bir kez daha boğazımda bırakıyor, hem yediğimi, hem kitabı sevmemi.
  • “gürültüsüz, patırtısız ve tabiat kadar büyüktür. kitaplarını okurken orada geniş, hudutsuz ve derin bir insan ruhundan başka bir şey aranmamalıdır.”
    sabahattin ali
  • mark twain'e hayranlık duymuş yazar.
  • kitaplarını behçet necatigil çevirisiyle okuduğumuz yazar.
  • sadece bu adamın kitaplarını çevirmiş olmak bile behçet necatigil'in cennetlik olmasına yeter dedirten yazar ötesi.
  • herkes aclik romanini bilir, en mehsuru odur zira.. herkes onu sever.. ben ise, bu yazarla daha aclik adini bile duymadan toprak yeserince ile tanistim.. berbat eski bi turkceyle yazilmis bu kitap, babannemlerin koy evine gidince sikintidan boceklerle savasip, uyumak icin okudugum bi kitapti..

    ne hamsunu biliyodum o zamanlar, ne de kitabin neleri sembolize ettigini anlayacak kadar tecrubem vardi..

    aradan yillar gecti, dedemin vefatindan sonra toplayip butun kitaplari bizim eve goturdum.. nobel edebiyat serisi.. aldim yeniden elime toprak yeserinceyi..

    kiyida kosede kalmis 2 insan.. aynen kitabin kendisi gibi.. hayatta asla, bi konuda "en" olamicak 2 insan.. bi kadin, cirkinlikleri ve kompleksiyle, cahilligi ve ilkel duygulariyla..

    islerini yoluna koymaktan baska bi derdi olmayan bi adam.. eve biyiklarini ve gobeklerini goturen, biraz da raki oldu mu, bi de hanim soz dinledi mi hayattanbaska beklentisi kalmayan cogunun babasi gibi.. ortalama insanlar.. ve tirmanmaya basladikca bozulan huzur..

    hamsun, bi kitapta kapitalizmi, modernlesmeyi, daha zengin olmayi oyle yikici bisi olarak anlatmis ki; cok zengin olmaktan korkar oldum.. bizim zaten arabesk turk kulturunde olan seydir bu.. zenginler pictir, dejeneredir, fakirler ise namusludur. fakir ama gururludur..

    he iste o an dusundum, lan dedim hamsun acaba karadenizli miymis.. hamsun belki sadeligi oven ilk edebiyatci degil ama, sadeligi bu kadar yasamis gibi anlatan sayili yazarlardan..

    aclik ise, sov yapma kitabi.. gercekci tasvirler, her insanin etkilenecegi garanti bi konu.. bence hamsun acliktan daha cok ekmek yemis, cok unlu olmus, cok entel cevrelerin arasinda saygi kazanmistir.. ama icinde bi yerde yarim damakli o ciftcileri unutmamistir.. aynen kitaptaki gibi..
  • açlık romanını okuduktan sonra tabağımda yemek bırakmamak için elimden geleni yaptığım, harika yazar.
  • (bkz: uçarı)
  • zülfü livaneli knut hamsun'un, halkı tarafından şiddetsiz bir protestoyla evinin önüne dağ gibi yığılmak üzere ellerindeki kitaplarını bırakmayla utançtan ölüme mahkum edildiğini yazar. her şeye rağmen, bence de örtülü nazi olmasının suçuna rağmen hamsun büyük yazardır. belki orada olsam ben de kitap bırakırdım, sanırım saklıdan okumayı da sürdürürdüm.

    sult/açlık kitabını (özgün ilk basım 1890) okuyorum. bildik hamsun doğallığı, sadeliği. ve büyük oranda terk edilmiş çocuksuluğu, temizliği, yüce gönüllülüğü. artık dünyada ve yaşamda hiç karşılığı kalmamış bile olsa -ki var, azalan değerler ölmüş olmuyor- açlık'ın hamsun'u ve anlayışı bir kenarda durmalı, kendince demlenmeli ve beni çağırmalı. herkesin bir ylajali'si gönlünde, acil durum için canlı kalmalı. herkes olmasa da bazımız bokundan, bağırsağından, pat diye bir kuboaa neolojisi, bilinmeyen bir sözcüğü çıkarmalı. üstünde ve anlamında söz/hak sahibi olmak için.

    sadece örtülü/açık faşist, nazi hayranı değil aynı zamanda cinsiyetçidir, kadının evinin kadını olmasını ister, çocuk doğurmayı unutmasını eleştirir. kitaplarındaki kadın kişiliklerine bakılırsa diş ve söz geçiremeyeceğinin de farkındaydı. kuzey paganizmine yaslanan burzum gibi death metal midir, dark metal midir müzik, sanat akımlarının da olasılıkla besleyicilerindendir. anders behring breivik bile belki de babasını küçümseyerek onun çocuğu olduğunu ileri sürebilir. gene de onun kendi çelişkileri, acısı kendine yeter. eril/totaliter/milliyetçi özelliklerinden kuşkum yok, gene de kitaplarını, insanı anlamasını, ifade gücünü ayrı tutuyorum, onun kendinde katlandığına biz onda niye katlanamayalım?

    hangi kitabıydı? asıl tanıştıran, hayran bırakan doğal, pastoral fonda, yaşam mücadelesi bir yandan sürerken bir kadın-erkek ilişkisine odaklanıyordu, madam bovary gibi aşağı doğru sürüklenen, sadakatsizlik, gelgitler, öğüt alamamalarla giden bir evlilik çözülüşü. orada aynı zamanda hermann hesse'nin yalnızlık, asosyallik, yaşlanma temalarını da paylaşılmış, yeniden üretilmiş görmüştüm. göçebe üçlüsünün kitaplarından biri olmalı büyük olasılıkla: hüzünlü havalar, sonbahar yıldızları altında veya son mutluluk. bu durumda, bulmak için her üçü de okunacak, oku! yoksa rosa veya uçarı mı?

    spoiler şeysi: "karanlık, zihnimi kavramış, beni biran olsun kendi halime bırakmıyordu. ya içinde erir, karanlığa karışır gidersem? yatakta doğruldum, kollarımı sağa sola savurdum."

    sanatçı burada çocukların karanlık ve uyku korkusunu ayniyle hissedip açımlıyor.

    netekim birkaç an sonra andreas tangen polis'teki yukarıdaki yedek (nezaret) odasında kuboaa sözcüğünü bulacak, anlamının ne olduğuna karar veremeyince ne olmadığı üstünde de kendinden emin fikirler yürütecektir.
hesabın var mı? giriş yap