• bir doğan cüceloğlu kitabı. az önce facebook'ta denk geldim canlı yayın yapıyor kitabın içeriğini anlatıyor adam. çok tatlı.

    paylaşayım da yararlanan olur belki.

    canlı yayın
  • üreten/huzurlu özgür bireylerden değil, tüketen/sindirilmiş primitif sürü hayvanlarından müteşekkil toplum meydana getiren kültür.
    korkutanı sevmek, bağrına basmak; kısır döngü.

    (bkz: korku/#69758116)
    https://chomsky.info/199607__/
  • korku zihinlere hakim hale gelince, dünyadaki sorunlar ve zorluklar abartılmaya ve olası çözüm yolları gözardı edilmeye başlanır. korku ve panik kendi kendini haklı çıkaran bir dinamiğe sahiptir.

    tanım: (bkz: frank furedi)'nin (bkz: ayrıntı yayınları)ndan çıkmış bir kitabı.
  • (bkz: füredi) nin kitabıdır şuan yeni 42 sayfasını okudun kendileri ne kadr haklılar oysaki gittikçe herşeyde riskten kaçıyoruz. ve bilimle gittikçe dünyada daha çok parazit olup probleme çözüm olmaya çalışırken problemin kendisi olmaya başlıyoruz alkışlıyorum
  • bu konuda benim da bazı tespit ve analizlerim olacak: insanın en temel ihtiyaçlarının başında güven duygusu gelir. insan, güven duygusunu hissetmediğinde varlığının ve benlik bütünlüğünün tehdit altında olacağını düşünerek daha çok alt beyin (bkz: limbik sistem) bölgesine ait olan kaygı, korku ve panik gibi duygular geliştirir. alt beyine ait bu duygular ne kadar yoğun yaşanırsa üst beyin (bkz: korteks) devre dışı kalarak kişinin bilinçli bir şekilde karar alma, düşünme ve muhakeme yapma gibi zihinsel becerileri sekteye uğrar. böyle bir tablo karşısında insanlar -deyim yerindeyse- sığınacak bir liman arayarak etrafındaki kişilerin telkin ve yönlendirmelerine açık hale gelir.

    anlatılan bu duruma en tipik örnek son zamanlarda giderek artan telefonla yapılan dolandırıcılık yöntemleridir. birçok insan telefonla aranarak terör örgütüne yardım etme veya başka illegal işlere karışmış olma gibi suçlamalarla tehdit altında olduklarını hissettirilip telkin ve yönlendirmelere açık hale getirilmiş ve bunun neticesinde art niyetli kişiler tarafından çeşitli talimatlarla paralarını kaptırmaktan kendilerini kurtaramamışlarıdır. hatta ülkemizde tanınmış bir kadın profesör hocamız* bile bu tuzağa düşmüş ve olayı takip eden polisler yardımıyla son anda dolandırılmaktan kurtarılmıştır.

    dolandırılan birçok insan gibi bu profesör hocamızın olay sonrası kendisine ilk sorduğu soru “ben nasıl tüm bunlara kandım ?” olmuştur. zekâ ve eğitimli olmakla fazlaca alakalı olmayan bu sorunun cevabı yazının başında bahsettiğim konu ile doğrudan ilintilidir. şöyle ki; insan güvenliğine zarar verecek ağır bir tehdit altında kaldığını hissederse korku ve panik tüm ruhsal sisteme hâkim olur ve bilinçli zihin (korteks) devre dışı kalır. bu durumun bir sonucu olarak kişi –adeta hipnotize edilmiş gibi- diğer insanların telkin ve yönlendirmelerine açık bir akıl tutulması yaşar.
    bu anlattığım örnek işin mikro boyutta yaşanılan hadiseleridir, olaya daha makro boyutta baktığımız zaman, toplumsal bazda insanların benzer tepkiler verebildiği söylenebilir.

    kaçınılmaz ölüm gerçeği, insanın varoluşsal bir anlam arayışı, ölümden sonraki yaşam gibi bilinmeyen olgular toplum ve bireyler bazında somut cevapları bulunamayan konular arasındadır. insanların kendilerini güvende hissetmeleri için bu sorulara cevap bulmaya ihtiyaçları vardır. günümüzde inanılan dini inançlar ya da öğretiler bu muallâkta kalan sorulara kendilerince cevaplar vermektedir. bu manada, inanç sistemlerinin güven duygusu ihtiyacını tam olarak karşılayamamış kişilere kendilerini iyi ve güvende hissetmelerine olanak tanıdığı söylenebilir. ancak söyle bir sorun var ki, her ne kadar bazı inanç ve öğretiler insanın varoluşsal sorularına “tatmin edici” cevaplar verse de onları bambaşka bir sorunla karşı karşıya bırakabilmektedir; “tanrı tarafından cezalandırma kaygısı”.

    bazı din adamları ya da din kitapları tarafından tasvir edilen cehennem olgusu, yanmak, yakılmak, ebedi azap çekmek gibi konular kitleler üzerinde “öteki aleme” dair bambaşka bir güven sorunu beraberinden getirmektedir. derinlerde hissedilen bu güvensizlik kitlelerde bilinçdışı bir korku ve panik duygusu yaratmakta ve bunun neticesinde –tıpkı telefon dolandırıcılığında olduğu gibi- insanların muhakeme becerilerini devre dışı bırakarak bir takım din adamlarının ya da liderlerin tüm telkin ve yönlendirmelerine açık hale getirmektedir.

    ülkemizde ve birçok orta doğu toplumunda yaşanılan toplumsal kaosun ya da çatışmaların en önemli nedenlerinden biri de kitlelerin bağlandıkları lidere ya da gruba yönelik bilinçdışı teslimiyetleri ve bunun neticesinde onlar tarafından kolayca yönlendirilmeleri yatmaktadır. öyle ki, bir süre sonra bu durum liderlere ve yöneticilere karşı koşulsuz biat halini alabilmektedir.

    sonuç olarak, hayatımızda yoğun korku ve tehdit unsurları var olduğu sürece alt beyinlerimizle hareket eden düşünme ve muhakeme yeteneklerini kullanmayan kişiler olmamız kaçınılmaz bir sonuçtur. bu açmazdan çıkmanın yegâne anahtarı ise sorgulama cesareti sergileyerek kişisel hayatlarımızda, toplumsal ilişkilerimizde ve de inançlarımızda mümkün olduğunca sevgi ve güvene dayalı bir model ortaya çıkarabilmektir.
  • frank furedi'nin ayrıntı yayınlarından çıkmış kitabı. korkunun insanları birbirine yabancılaştırdığını, yalnızlaştırdığını ve giderek aktif olmaktan çıkıp toplumu nasıl pasif bireylere dönüştürdüğünü güzel bir şekilde irdeliyor.

    kitabı okurken yazarla birlikte hayatın her alanında hakimiyeti başkalarına verişinizi sorguluyorsunuz. mesela son yıllarda "danışmanlık" çok yaygınlaştı. evlilik, cinsellik, boşanma, ebeveynlikten tutun da sigara bırakmaya, şirket yönetimine kadar her yerde bu danışmanlar ordusu var. insanlar giderek daha bilgili olduğu halde eskiden tek başına halledilebilecek durumları neden başkalarına danışma ihtiyacı duyuyorlar? bu kurumların insanları nasıl pasifleştirdiğini, toplumda korkunun git gide nasıl yayıldığını gösteriyor.

    dolayısıyla "bilgi güçtür" diyenlere kocaman bir nah yapıyor aslında bu kitap. bilginin artışıyla insan hayatında belirsizliğin nasıl arttığını, korku unsurunun hayatımıza nasıl yerleştiğini gösteriyor. medyanın neden yaygın riskleri haber yapmayıp da çok az riskli durumları pompalayıp toplumda güveni zedelediğini düşünmeye başlıyorsun. düşününce hayatımızda risksiz bir yer yok gibi geliyor. güneş ışınları kanser yapıyor, et yemek kolestrol yapıyor, telefonlar radyasyon yayıyor, bilgisayar oyunları bağımlılığa sebep oluyor, büyük baş hayvanlar sera gazı salınımı yapıyor, buzullar eriyor... diye listeyi uzatabilirsiniz.

    "1995 yılında zaide'de ebola virüsünün ortaya çıkması uluslararası medyanın ilgisini oldukça çekmişti. medya bu haberin yapılması için epeyce para harcamış ve böylece batılı kamuoyu yeni bir tehlikenin daha farkına varmıştı. ancak bu riski anlatan kişiler ebolanın afrika için bile görece küçük bir sağlık sorunu olduğunu belirtmeyi unutmuştur. zaire'de uyku hastalığı yüzünden ölen insanların sayısı ebola salgını da ölenlerden daha fazlaydı."

    "yunanistan'da yaşanan ve birkaç abd vatandaşında etkileyen bir terörist saldırıyı ele alan tek bir haberin avrupa'ya gitmeyi düşünen turist sayısını nasıl düşündüğüne değinir. evdeki banyo küvetinde boğulan amerikalıların sayısının teröristler tarafından öldürülenlerden daha fazla olmasına rağmen avrupa'ya gitmek tehlikeli bir iş olarak görülür oldu."

    "günümüzde "seks eşittir risk" denklemi kabul ediliyor. 1960'larda geniş kabul gören "seks insana hayat verir" fikri gitmiş yerine "seks tanımı gereği risklidir" inancı yerleşmiştir."

    "insanoğlunun yıkıp yok etme potansiyeli o kadar büyük ki bunun korkunç sonuçları ancak gelecek kuşaklarda ortaya çıkacaktır. insanoğlunun karşısındaki risklerin gerçek boyutunun ancak ileride ortaya çıkacağı düşüncesi bugün yaşadığımız korkuyu daha da arttırıyor riskin sınırlarının olmadığını gittikçe daha fazla inanıyoruz davranışlarımızın yarattığı risk uzun yıllar geçmeden ortaya çıkmayacaktır."

    "bireyi toplumdaki diğer insanlara bağlayan kurumların nispeten zayıf oluşu yalıtılmışlık halini daha da yoğunlaştırıyor. bireyselleşen kişi kendisini daha korumasız hissediyor. artık birçok insan fiilen yapayalnız. bu tür bir toplumsal yalıtılmışlık güvensizlik duygusunu şiddetlendiriyor. toplumun karakteristik saplantılarının -sağlık ve güvenlik- birçoğu bu tür bir toplumsal yalıtılmışlığın ürünüdür."
  • doğan cüceloğlu'nun henüz yeni bitirdiğim bu zamana kadar okumamış olmamdan ve sözlükte yeterince ilgi görememiş olmasının beni üzdüğü kitabı.

    birçok kitaptan bir şey öğrenirsin de ama bazı kitaplar vardır ya hani senin ufkunu gerçek anlamda açar ve bu kitabı herkesin okumasını istersin, yakınlarına okuması için tavsiye edersin işte bu kitap bende bu duyguları hissettirdi.

    kitap doğan cüceloğlu'nun oğlu timur ve öğretmen arkadaşı arif'le (doğan cüceloğlu'nun hayalindeki kişi) olan sohbetlerinden oluşuyor. bu kitaptaki konuşmalar bu üç kişinin istanbul'dan başlayarak özel arabalarıyla karadeniz'e oradan sivas, adana, mersin, afyon derken tekrar istanbul'a döndükleri bir seyahatte geçiyor. seyahat sırasında konuşmaların yanı sıra doğan cüceloğlu'nun yaptığı çevre betimlemeleri okuyanın o yolculukta dördüncü kişi olarak hissetmesini sağlıyor.

    konuşmalardan oluşan bir kitap olması beni önce biraz tereddütte bırakmıştı çünkü daha önce böyle bir kitap okumamıştım ve bu şekilde konuyu çok da iyi veremeyeceğini düşünmüştüm ama yanılmışım. ayrıca kitabın başından itibaren ben bir çocuk korku kültürü içinde nasıl yetişir, doğru çocuk nasıl yetiştirilir gibi bir bilgi bombardımanı beklediğim için ilk kısımlarda biraz hayal kırıklığı yaşamıştım tabi bu benim içerikten kişisel beklentimdi ama kitabın sonunu istediğimden daha fazlasını alarak getirdim.

    kitabın içeriğinde korku kültürüyle yetişmiş olan ülkemiz insanlarının olaylar karşısındaki takındıkları tavırlar örneklerle ve yolculuk sırasındaki yaşadıkları olaylarla inceleniyor, üzerinde konuşuluyor. bu tavırlar aslında senin, benim günde bilmem kaç kere rast geldiğimiz abartılı halini gelip ekşide rezalet başlığı altında açtığımız olaylar. bu kitabı okuduktan sonra yaşadığım bu olaylara karşı bir farkındalık kazandım diyebilirim. en azında karşımdaki insanların o davranışları neden yaptığını anlayabiliyorum artık. artık türkiye'deki herkesin gergin ve mutsuz olması şaşırtmıyor beni çünkü bu geçmişten beri kültürümüze çocuğun dünyaya anlam verme aşamasında maruz kaldığı "korku kültürü"nün doğal bir sonucu.

    ayrıca bu kitabın yazılış aşamasında doğan cüceloğlu dışında oğlu timur'un ve öğretmen arkadaşı arif'in katkılarını da görmezden gelemeyiz. timur amerika'daki yaşadığından olaylara iki kültür arasında bağlantı kurarak anlam vermeye çalışıyor bizde bundan nasipleniyoruz tabi ki. bizim her gün yaşadığımız üzerine düşünmediğimiz, bize olağan gelen olaylar timur'a olağan dışı geldigi için ve bu sosyolojik olaylara cüceloğlu ve arif gibi hakim olmadığı için sorularıyla ve yönlendirmeleriyle doğan cüceloğlu'nun konuyu daha ayrıntılı işlemesini sağlıyor. arif ise konulara eğitimci kimliğiyle dahil oluyor.
    ayrıca belirteyim bu kitapta yazar korku kültürüyle yetişmiş bir toplumu işliyor. güven ve saygı kültürüyle çocuk nasıl yetiştirilir anlatmıyor. zaten cüceloğlu da kitapta bunun başka bir kitabın konusu olduğunu belirtiyor. bu kitap da muhtemelen bundan bir önce okuduğum kitabı geliştiren anne baba.

    bu kitaptan yola çıkarak günümüzdeki siyasi atmosfer çok daha iyi çözümlenebilir. insanların neden bağıran, sert görünen, sert konuşan, gücü elinde tutan kişilerin peşinden koştuğunu çok daha iyi idrak edebiliyor insan. çünkü "korku kültürünün en temel değeri güçtür." korku kültürüyle yetişen insanlarımız bu yüzden sakin görünümlü, kibar, her çevreyle iletişime açık insanları başımızda görmek yerine kaba, sağa sola tehditler savuran yani gücü elinde bulunduran insanları başımıza getiriyor. doğan cüceloğlu kendisi bu çıkarılması yapmıyor tabi ama içindeki bulunduğumuz siyasi ortamın korku kültürüyle nasıl da yoğrulduğunu görmemek için de alim olmaya gerek yok.
    aynı zamanda bu ülkede atatürk devrimlerinin tam olarak neden yerleşmediğini hala neden çağlar öncesindeki zihniyetlerin etkisinin devam ettiği de anlaşılabilir.

    sonuç olarak ülkemizde bir şeylerin değişmesini istiyorsak öncelikle farkındalık kazanmalıyız. bu farkındalığı kazanmak adına bu kitabı okuyun ve yakınlarınıza da okumalarını tavsiye edin.
  • daha önce bu kitap hakkında yazmıştım. bu girdimde kitaptan aldığım notlardan toplum açısından önemli gördüğüm her birinin üzerine saatlerce konuşulması gereken saptamaları paylaşacağım.

    "bir toplumda salt bilgi odaklı, malumat aktaran bir öğretim düzeni oluşturulmuşsa zaman içinde o toplumun okula gitmiş, okumuş insanlarının çoğunun bilgi yüklü ama duygusal yönden gereği kadar gelişmemiş odluğunu görürsün. malumat yüklemeye “eğitim” diyen bir toplumun “eğitilmişleri” yalnız duygusal yönden gelişmemiş olmayacaklar, aynı zamanda onların sistematik düşünme yetenekleri de gelişmemiş olacaktır. olaylara ve yaşama bakışları, okula gitmemiş yurttaştan farklı olmayacak ama onlar okula gittikleri için kendilerini diğerlerinden daha iyi biliyor sanacak ve egoları şişecektir. tabi bu şişkin egolar, onları makam sahibi olmaya yöneltecek ve geldikleri makama sıkı sıkıya sarılacaklardır. makam sahibi, şişkin egolu “okula gitmiş” kişi kendini diğerlerinden üstün gördüğü için de onlara önem vermeyecektir."

    "bir insanın ana vatanı çocukluğudur, çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması zordur. o nedenle, bir anne ve babanın en temel görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamalarına olanak yaratmaktır."

    "bir insanın yaşamındaki en önemli bilinç kendisiyle kurduğu ilişkinin farkında olmaktır."

    "bir insanın yaşamında hakkaniyet anlamını kaybederse zamanla her şey anlamını kaybeder."

    "bilmeden çocuklarımıza kötülük ediyoruz. ülkemin çocuklarına yazık oluyor. emin ol, şu an bunu anlatırken bile içim parçalanıyor. çünkü mevcut gelişim psikolojisi bilgim çerçevesinde, bağırta bağırta, istemeye istemeye çocuğa zorla yemek yedirme davranışı, gerçekten bir terörist davranıştır.
    çocuğun iradesini kırarak, doyduğunu söylediği halde, ona zorla yemek yediren, onun onurunu inciten, özünü yaralayan anne-babalara terörist demek geliyor içimden.
    “doydum” diyen bir çocuğa “hayır doymadın.” denildiği zaman çok önemli ve çok zararlı bir şey söylenmiş, olumsuz bir mesaj verilmiş oluyor. ilk mesaj: sen kedi aşına karar veremezsin, için ne derse desin biz doğrusunu biliriz ve bizim dediğimizi yapmak zorundasın! sen bize aitsin. en önemli zarar ise çocuk “içinden gelen mesajlara inanma, onları duymamayı öğren, güçlünün dediğini yap, böyle yaşanır, doğrusu budur.” anlam verme sistemini de öğreniyor. böylece çocuk böyle bir ortamca güçlü bir şekilde çaresiz ve aciz kalmayı öğreniyor."

    "insan yaşamının ilginç bir muhasebesi vardır. bu yaşamda ben ne kadar vardım? bu benim yaşamım mıydı? ben, ben olarak yaşadım mı? ömrümüzün sonlarına doğru bir yanımız mutlaka bu soruyu sorar. ve cevabını da bilir.
    bu soruya kabaca iki şekilde cevap verebiliriz: ilki hayır, ben yaşamadım. bu benim yaşamım değildi biçiminde bir cevaptır. benden beklendiği gibi yaşadım. çocukken doya doya oynayamadım, hadi dersini yap, ödevini yap dediler. doyduğum halde zorla yemek yedirdiler. koşma düşersin dediler. mesleğimi, evleneceğim kişiyi, evlendikten –n sonra nerede oturacağımı, çocuğumun ismini kendim seçmedim. benden beklenenleri yaptım. ve şimdi ölüyorum.
    ikincisi evet, bu benim yaşamımdı biçiminde bir cevaptır. onu tribünlerden seyretmedim, sahadaydım. karlı, yağmurlu çamurlu günlerde, sıcakta, toz toprakta sahadaydım. hata yaptım, öğrendim. sevdim, sevildim, mutlu oldum, acı çektim. yenildim, zayıf yönlerimi görmek zor geldi, mücadele ederek kazanmak coşku verdi. kendi ayaklarımın üstünde yürüdüm ve bu yolculuk gerçekti, benim yolculuğumdu. bu yolculukta ben vardım.
    yaşam başarısı, “bu benim yaşamım.” diyebilmektir ve okul başarısı, meslek başarısı, evlilik başarısı, anlamını yaşam başarısı şemsiyesi altında bulur. "

    "geliştiren ailede yemeği birlikte yemek önemlidir çünkü ailenin bütünlüğü “biz bilinci” bir değerdir ve bu değer aile içinde yaşatılıp korunur. üç yaşındaki çocuk banyoda elini yıkarken dikkatini başka bir şeye vermiş olsa ve yemeğe katılmaya geç kalsa bile yemekteki herkes onu bekler ve yemeğe aile tamamlandıktan sonra başlanır. korku baskın ailede yalnız ailenin korkulan “büyüğü” beklenirken, sevgi baskın ailede herkes beklenir, küçük çocuk da dahil. ailenin vazgeçilmez değerli bir parçası olduğunu çocuk bu şekilde sofrada yaşayarak öğrenir. böylece çocuk ait olma duygusunu aldığı gibi aynı zamanda bir birey olarak da değerli olduğunu hisseder."

    "kendini kabul etmiş ve anlamış olgun insan diğerlerine kendisini kabul ettirme gereksinimi duymaz. insanlar onun çevresinde olabilirler ve düşündüklerini rahatlıkla söyleyebilirler. kendini beğenmiş, olgun olmayan insanın diğerlerine kendini beğendirme, sürekli kendi düşünce ve beklentilerini başkalarına kabul ettirme gayreti vardır."

    "bir tek dünya görüşünün doğru olmadığını öğrendim tek doğru yol olmayacağını öğrendim. meksikalı da kendi yemeğini, kendi dilini, müziğini kültürünü seviyor; vietnamlı da. hepsi de yakın arkadaşım oldu, beraber aynı takımda basketbol oynadık, ragbi oynadık. bütün bu söylediklerimin içinde sanırım en önemli olanı şu olur: türkiye’de insanın içinde yetiştiği kültürünün etkisini görüyorum, sanki insanların beyni yıkanıyor. kendi kültürlerinin dışında hiçbir toplumun akla yatkın başka bir görüşü olabileceğini akılları almıyor. türkiye’nin gözde üniversitelerine gidenlerin bile."

    "ben burada büyüseydim, amca ve halalarımın daha çok etkisinde kalırdım. yani, kendimin ne istediği değil, benden istenen daha çok kafamı meşgul ederdi. "

    "abd’de iş yerindeki üstüne “benim daha iyi bir fikrim var.” diyebilirsin ve bundan kimse alınmaz. önemli olan işin iyi yapılmasıdır. burada bunu dersen “ben senden daha iyi biliyorum ve senin yerinde gözüm var.” anlamı çıkıyor sanırım ve anlam verme tarzı yüzünden daha sonra üstle ilişkiler bozuluyor. amerika’da üst yönetici, altındakilerin işi sahiplenmesini ister, bunu için onların işle ilgili fikirlerini açıkça söyleyebilecekleri bir ortam oluşturmaya özen gösterir. amerika’da konuşmayanlar, eleştirmeyenler, öneride bulunmayanlar pek makbul değilken, burada konuşup kendi fikrini söyleyenler pek makbul değil."

    "korku kültüründe bir insan korkmadığı, güçlü görmediği insana saygı duymaz."

    "bizim ülkemizde “kutsal devlet ve devlete hizmet için var olan birey” anlayışı var.
    benim söylemeye çalıştığım şey ise “kutsal birey ve bireye hizmet etmek için var olan kurumlar ve devlet.” şu benim için oldukça gerçekti: bir kurum hizmet etmek istediği insanlara hizmet verdiği oranda işlevseldir ve işlevini yaptığı derecede işlevseldir. kurumun kendisi, hizmet verdiği insanlardan daha önemli duruma geçtiği zaman orada önemli bir yanlışlık vardır. yanlışlığın ötesinde, özgür demokratik anlayış açısından bir suç işlenmiştir."

    "atatürk'ü anlamak için nutuk kitabını okumak gerek. ben okuduğumda onun zaman zaman ne kadar yalnızlık çekmiş olduğunu anladım ama bir tek insanın yapabileceğini en üst düzeyindeydi yaptıkları. çevresinde onun vizyonunu anlayabilen ve anlam verme sistemine gerçekten kavrayıp paylaşılabilen pek az insan oldu. atatürk'ün çevresindekilerin büyük bir çoğunluğu onun yakınında bulunduklarında güç kazandıklarını fark ettiler. atatürk'ün müthiş dehasının sonuçlarını görmeye başladılar. bazıları saygı duydu bazıları korktu ama sonuçta gelemeyeceğim bileyi öp felsefesi içinde gücünden yararlanmak için onun yanında yer aldılar. böylece türkiye cumhuriyeti'nde iki grup tünedi bir grup gerçekten atatürk'ün ne yapmak istediğini anlamış aynı vizyonu paylaşan ve yürekten inanan gerçek cumhuriyetçiler diğer grup ise atatürk merkezinde yeni güç odağının oluştuğunu ve sahip olduğu dehasıyla atatürk'ün kolay kolay kaybetmeyeceğini görerek o güçten nemalanmak isteyen mış gibi atatürkçüler. atatürk bu ülkenin insanına gönülden seviyordu ve bu ülkenin insanının istediği ve inandığı şeyleri yapabileceğine inanıyor ve güveniyordu. sevgi güven ve inanç ve hayal ettiği geleceğe dogmalarla ve felsefe ile değil bilimsel düşünce ile ulaşabileceğini inanıyordu. eğer bir insan bu ülkenin insanına seviyorsa ülke insanının yapabileceğine güvenip inanıyorsa ve bunun için bilimsel yolu izliyorsa o kişi gerçek atatürkçüdür."

    "yüz kalıplayan korku kültürünün öğretmeni kalıplama denetleme korkutma bastırma niyetine uygun bilgilerle ilgilenir ve onları hemen öğrenir. bu tür korku yaratan denetleme ve bastırmaya dönük bilgilerin en iyi nasıl uygulanabileceği konusunda beceriler geliştirir. yüzü asık olma sert bir sesle konuşma konuşurken aşağılayıcı bir tavır içinde bakma becerilerini hemen kapar. bazı eski öğretmenler yeni öğretmenleri öğrencilere nasıl davranacağını bilmemekle suçlar. bu daha ziyade uyarı mahiyetindedir deneyimli öğretmen yeni öğretmeni uyarırken güler yüz gösterirsen öğrenci şımarır, senli benli olmamalısın der. bir süre sonra bazı yeni öğretmenler eski öğretmenin haklı olduğunu anlamaya başlar. çünkü öğrenciler gerçekten asık suratlı olmayan güler yüzlü genç öğretmeni takmamaya başlar."

    "korku kültüründe yasalar güçlünün gücünü koruyup devam ettirmesi için vardır
    güçlü her zaman haklıdır ve unutma güçsüzün haklı olduğu ve hakkını aradığı durumlarda güçlü daha da haklı çıkar ve hakkını aradığı için güçsüzü daha bir cezalandırır.
    korku kültürünün en temel değeri güçtür."

    "anlamanın olduğu yerde öfke, öfkenin olduğu yerde anlama olmaz."
  • anadolu irfanının günümüz temsilcilerinden, sevgi insanı sedat peker'in de bahsettiği kültür.

    o muhteşem edebi metin;

    "doğduk anadan babadan kork,
    okula gittik öğretmenden kork,
    mahalledeki kabadayıdan kork,
    komutandan kork,
    polisten kork,
    işyerinde amirden kork,
    müdürden kork,

    nedir ulan bu korku. kork. kork!

    bu millet bu yüzden dolayı çocukken kararıveriyor.
    insanların hayallerini boğduruyorsunuz,
    korkuyla bastırıyorsunuz."

    https://youtu.be/r-esu7ejhhm?t=2295 (episode 4)

    "korku aklı yok eder" david lynch - dune

    (bkz: korku hep işe yarar)
    (bkz: korku/@eksantrik forvet)
    (bkz: endoktrinasyon ve türkiye'de toplum mühendisliği)
  • (bkz: #123472889)
    (bkz: frank furedi)

    bu kültürün hakim olduğu bir ülke ve dünyada yaşamak insanı ziyadesi ile yormaktadır. ihtiyatlı olmanın çok ötesinde "herkesi potansiyel manyak" olarak gören kişi kendisini de "potansiyel kurban" olarak kodluyor. kurban olarak kodlamasındaki sebep ise bana göre "güçsüz" olması değil; sahip olduğu şeylere çılgınca değer vermesi ve herkesin kendisinden bu sahip olduklarını çalacağına yönelik sanrıları.
hesabın var mı? giriş yap