• anneyle babanın tartışmaması,kavga etmemesi ve evde huzur olması.
  • (bkz: bisiklet) o sebepten bisiklete binmeyi bilmem. ama içimde kaldı ben oğluma en güzelini alacağım.

    sanırım yine aynı sebepten hayatta beni en rahatsız eden şeylerden biri borçlu olmak.
  • (bkz: akülü araba)
  • oyun hamuru.

    ne çok reklamı çıkardı televizyonda. playdoh muydu neydi. oyun hamuru yerine bahçede çamur oynardım işte.

    çok pahalı bişey değildi galiba ama fakirlik zor zanaat tabi.

    kaç para lan bi oyun hamuru!
  • bunu yazmam gerek.

    11 yaşındayım. durumumuz çok kötü. aydan aya babam zorla para yetiştiriyor. maddi olarak çökmüşüz.

    ben ilkokula gidiyorum. harçlık filan yok. o dönem okulda mahallede herkeste bir sanal bebek çılgınlığı başlamıştı. herkesin bebeği vardı ve çocuğu gibi bakıyordu. 11 yaşındaydım ve o yaşıma kadar hiçbir şeyi o kadar istememiştim. o kadar istiyordum ki... her gün annemi sıkıştırıp sanal bebek istiyordum. babamı gördüğüm her an ilk söylediğim şey sanal bebekti. babam artık dayanamadı. "önümüzdeki ilk maaşımla sana sanal bebek alırız" dedi. dünyalar benim oldu. artık sanal bebeğim olacaktı. maaşa alt tarafı 10 15 gün kalmıştı.

    babam söz verdikten 2 gün sonra grip oldu. aşırı öksürüyordu. babam çok sigara içtiği için bu öksürüklere alışkındık. ama kendisi bir farklılık sezmişti. grip olduğunun akşamına bana "ben ölürsem ne yaparsın?" diye sordu. çocuk kafamla tek düşündüğüm sanal bebekti. "sen ölürsen bana kim sanal bebek alacak?" dedim. cevap vermedi. muhtemelen kelimeler boğazında düğümlendiği için bir şey diyemedi. ama o zaman anlamamıştım.

    ertesi gün babam hastaneye gitmek istedi. hayatında hiç doktora gitmemiş adam doktora gitmek istedi. sonra annemle babam hızla giyinip doktora gitti.

    akşam annem ağlayarak tek başına döndü.
  • ben on yaşlarımdayken alışveriş merkezi kavramıyla yeni tanışmıştık. alışveriş merkezlerinin şehrin her tarafına yayılmaya başladığı yıllar henüz çok uzağımızda olduğundan hayatımıza yeni girmiş olan bu alışveriş merkezine neredeyse her haftasonu gitmeye başlamıştık ailece. tabi daha önce hiç görmediğimiz büyüklükteki bir oyuncak mağazasının da bulunduğu bir yerdi burası. kardeşimle bu mağazanın vitrinine yapışıp dakikalarca içeriyi seyrederdik. sonra eğer o gün cesur bir günümüzdeysek içeri girip hayalimizi süsleyen oyuncakların fiyatlarını sorardık. o oyuncakların bize alınacağına dair hiçbir umut yoktu içimizde; ama yine de sorardık ve daha önce defalarca yaptığımız gibi anneme ve babama söylerdik. onlar da cevap vermezlerdi. işte tam da bu dönemde oyuncak mağazasının vitrinine baktığım bir gün mağazanın sahibinin vitrinde değişiklik yaptığını ve kıpkırmızı bir ferrari f40 diecast'ini (replikasyon metal maket araba) yerleştirdiğini gördüm. ilk gördüğüm andan itibaren resmen aşık oldum bu arabaya. gerçeğinin 1/18'i boyutunda küçültülmüşüydü ve her şeyiyle aynen kopyalanmış haliydi. ferrari f40'ı bilenler bilir. motoru arkadadır ve otomobilin arka camından motorun bütün detayları görülebilir. işte bu replikasyon arabada da aynı gerçeği gibi motorunun tüm ayrıntıları yapılmıştı. arabanın bütün kapıları ve motor kapakları açılabiliyordu. emniyet kemerlerini bile yapmışlardı ve direksiyonunu çevirdiğiniz zaman ön tekerlekleri dönüyordu. içinden dışından detay fışkırıyordu resmen. işte bu araba, onu gördüğüm andan itibaren tüm hayallerimin ve rüyalarımın sahibi oluvermişti. okula gittiğim zaman her yerde onu görmeye başlamıştım, şimdi o araba benim olsa okula getirir herkese hava atardım diyordum. biriyle kavga edince 'sen görürsün, ferrari f40'ımı alınca sana oynatmayacağım' diye içimden söyleniyordum. hayat bilgisi dersinde dönem ödevi yapacağımız zaman öğretmenimize otomobil tarihiyle ilgili bir dönem ödevi hazırlamak istediğimi söylemiş; ama ne hikmetse ödevde ferrari f40'tan başka bir otomobile yer vermemiştim. evde bazen babamın kütüphanesinden kırmızı bir kitap alıp sanki o araba elimdeymiş gibi hayal edip salondaki halının kenarındaki şeritleri otoban gibi düşünüp ağzımla motor sesleri çıkartmaya çalışarak hayalimdeki o arabayı sürüyormuş gibi yapardım. doğumgünüm yaklaşıyorsa o arabanın bana alınması için türlü tantanalar çıkartır, eğer alınırsa hayatım boyunca bir daha hiçbir doğum günümde hiçbir hediye istemeyeceğime dair sözler verir, yeminler ederdim. eğer karne zamanı yaklaşıyorsa yine aynı sözler ve yeminler tekrarlanırdı. evimize gelen misafirlerle saçmasapan konularda iddialara girer; kazanırsam bana o arabayı alacaklarına dair söz vermelerini isterdim. akşam yemeğinde tavuk varsa lades kemiğini kapıp birileriyle iddialaşırdım ve ladesin konusu da tabi ki o kırmızı araba olurdu. bu kadar çabanın karşılığındaysa sonuç kocaman bir hiçti. o kırmızı araba hep yüreğimin bir köşesinde sızı gibi kaldı. on yıl kadar sonra bir gün caddede yürürken bir oyuncak mağazasında gördüm onu. aldım, eve getirdim. ama bir çocukluk hayalinin anısına saygı duyduğumdan mı; yoksa içimden gelmediğinden mi bilmiyorum, kutusunu dahi açmadım. evin bir köşesinde boynu bükük bir şekilde bekliyor. hiç; ama hiç oynanmamış ve hiçbir halının kenar şeritlerinden yapılmış bir otobanda özgürce yol almamış olarak.
  • bebeklere meraklı değildim hiç evcilik oynamışlığım da yoktur ama o barbie yok mu barbie. çok modaydı. elbiseleri falan pek janjanlı olduğu için merak ediyordum, bi tane de benim olsa diyordum. ama malum, alacak durumumuz yoktu.

    dayımın kazancı iyiydi. benim yaşımda da bir kız çocuğu vardı. bunun evinde bir sürü barbie olmasına rağmen yenisi için tutturmuştu. dayıma bi gaz geldi. hadi gelin oyuncakçıya gidiyoruz size birer tane barbie alacağım diye söz verdi.

    gittik. kızı en güzel barbie'yi seçti aldı. ben de bi tane gözüme kestirmiştim ki, dayım birdenbire barbielerin çok pahalı olduğunu ve bana alamayacağını söyledi. sonuç olarak dandik plastikten bir oyuncak fincan takımı alıp çıktık. ne umutlarla gitmiş, yere baka baka dönmüştüm.

    bir daha da barbie diye bir şey istemedim, hatta kimseden bir şey istemedim.

    yıllar sonra anladım ki sorun para değildi, sorun hava atmaktı, kendi kızını benim üzerimde konumlandırmaktı. başkasını aşağı çekerek kendini yukarıda hissetmekti.

    egonuzu çocukları kullanarak tatmin etmeyin, 30 sene geçse de bazı şeyler unutulmuyor.
  • çocuk koltuğu. hemde öyle böyle bir isteme değil. yakında yeğen doğacak ona alıp kendim mi otursam diye düşünmüyor değilim.

    (bkz: kafayı bozmak)
  • kuzenimin doğum günüydü, iki yaşına girecekti. o zamanlar yoksulluk vardı, annem pazardan hatırlıyorum cüzdanındaki son bozukluklarla kıytırık bir sindi bebek almıştı. nasıl ağlamıştım "ben de istiyorum" diye. tabi son parasını verdiği için bana alamamıştı. benim için çok değerliydi o bebek ama annem doğum günü'nde utanmıştı onu çıkarıp vermekten.

    geçenlerde hatırlattım anneme "çok istemiştim o bebeği" dedim, kadıncağız gitmiş en güzelinden pırıl pırıl bir sindi bebek almış, 30 yaşında isteğime kavuştum :))
  • ailem tarafindan israrla aldiramadigim, her istedigimde kamyonun altina gireceğimi söylerlerdi. özellikle kamyon olurdu bu.

    (bkz: bisiklet)
hesabın var mı? giriş yap