• filmin çıkış noktası, mathieu kassovitz'in aklına gelen şu sorudur: peki eyvallah, polisin silahı var ve gerektiği yerde kullanıyor. peki ya bu silah "ötekiler"in eline geçerse? onlar da rahatlıkla kullanacak mıdır bunu? bu basit bir silah kullanımına ilişkin soru değil tabii ki. kassovitz'in kafasını kurcalamış olan şey, gücün ve şiddetin sembolü olan "silah"ın (hem de bir polis tabancasının) bir anlık kargaşa sonucu "el değiştirmesi", gücün diğer tarafa geçmesi ve o iktidar gücüne alışkın olmayan kitlenin elindeki bu potansiyelle neler yapabileceği sorusudur.

    bunun yanısıra, filmdeki onlarca nefis detaydan bir tanesi de şu aşağıda alıntıladığım sekanstır:

    --- spoiler ---

    said, vinz ve hubert banliyöden paris'e gittiklerinde, said'in parasını alacağı asterix'i ararlarken adres sormak için said polise yaklaşır. en kibar fransızcasıyla aradığı yeri soran said'e polis de oldukça kibar bir biçimde "sizli-bizli" cevap verince said dumura uğrar ve "duydunuz mu bana siz dedi" diye bir süre ortalıkta hayretler içinde dolanır.

    --- spoiler ---
  • fransa'nın banliyösünde yaşayan ötekiler hakkında çarpıcı bir film.

    --- spoiler ---

    tuvalette hikaye anlatan yaşlı adama banliyöde yaşayan gençler " bunu bize neden anlattı? " diye soruyorlar. aslında bu, yönetmenin izleyenin kafasında oluşturmak istediği sorudur.

    sahi bu adam bunu bize neden anlattı?

    --- spoiler ---
  • son yıllarda izlediğim en iyi suç filmlerinden birisiydi. eğer suç türünden hoşlanıyorsanız kesinlikle izlenmesi gereken bir film. yönetmen gothika nın yönetmeni aynı zamanda. fransanın gettolarındaki 3. gencin hikayesini anlatmış. aslında konu çok basit ve yalın ama vincent cassel'in oyunculuğu kesinlikle aşmış. taxi driver'a yapılan gönderme ise mükemmeldi. are you talkin to me repliğinin fransızcasını harika oynamış cassel bu replik o kadar taklit edilmiştiki ilk defa bu kadar iyi bir versiyonunu bir fransız gençten gördük. filmde film - noir havası hakim, sistem eleştirisi çok hoş ve akıllıca. etnik kökenin nasıl bir ırk ayrımı yarattığını öyle bir anlatılmış ki hayran olmamak mümkün değil. adeta bir tokat gibi sert eleştiriler mevcut. amerikalıların deyimiyle materpieceolmuş güzel olmuş.
    yönetmene gelince siyah-beyazın büyüsünü çok iyi kullanmış. ben bu etkiyi en son schildler's listte görmüştüm. kamera açıları ise david fincher ın tarzını andırdı bana. özellikle çatıda bir sahne var fondaki görüntü ve normal derinlik alanında bir oynama yapılmış ki en aşşağı 10 kere bu çekimi izledim. her halde 2 ayrı görüntü üst üste bindirilmiş ama çok etkileyici çooook. çatıdan aşşağı yapılan bir çekimde insanı düşündürüyor nasıl yapılmış bu çekim diye(bkz: biri bana anlatsın) sanıyorum vinç kullanmışlar bir helikopter veya maket uçakla o açının yakalanması imkansız. hayran oldum bu kamera kullanımına, sanırım tuvalatte 3 oyuncununda mimiklerini aynalar vasıtasıyla bize göstermesi, baştaki belgesel çekimi gibi olan ayaklanma çekimleri. çok hoştu çooook. mathieu kassovits in izlediğim ilk filmiydi.
    özellikle filmin final sekansı baya bi etkileyici. aslında 50. kattan düşen adamın hikayesi filmin kahramanı, 3. genci o kadar iyi betimliyor ki inanılmaz bir bağlantı ile finalde bir kere daha dinliyoruz bu hikayeyi. sistem karşısında ezilen insanların düşüşünü görüyoruz. yönetmenin sistem eleştirisinin altında suça bakışı da anlaşılıyor. suç toplumdan bağımsız oluşmaz diyor yönetmenimiz güzel de söylüyor. umarım bu politik çizgisini bozmaz ondan gothika tarzı filmler değil de uzmanlık alanında olan bu tarz protest filmler bekliyorum açıkçası.
  • birçok sahnesiyle gülmekten yaran, sonuyla iç burkan film.
    amcanın tuvalette anlattığı sıçma konulu hikayesi, elemanlarımızın duraktaki osuruk muhabbeti ve özellikle vinz'in sayid'in saçını kestiği sahneler yarmıştır.

    ---spoiler---

    lost'taki haşin bakışlı ceaser bu filmde afacan sayid'miş meğerse.

    ---spoiler---
  • yıllar önce, sinemada izlerken vurucu son sahnesinde, tüm salonda yankılanan bir "salakkk" tepkisinin duyulduğu film.

    *
  • serseriligin, sahte erkeklik gosterilerinin, esit yasam standartlarina sahip olmayan kisiler arasindaki nefretin irkinin olmadigini gosteren crime-drama turu izlenesi film.dunya toplumlarinda gittikce buyuyen bir tehdit halini alan ic catismalari gormezden gelmeye devam etmenin dogurdugu-doguracagi sonuclarin izleyiciye gozune sokma derecesinde guzel anlatildigi filmdir ayni zamanda.
    eger filmleri izleyeni icine cekme gucune gore siralayacak olursak bu film ust siralarda yer alir,almalidir.cunku filmi izlerken kendinizi okeye 4.gibi hissedip esas ucluyle takiliyor,onlarla kufrediyor,her an kendinizi icinde bulabileceginiz bir sokak kavgasindan siyrilmak icin nefes nefese kosuyorsunuz.sonra da durduk yere adrenalin seviyenizin bu denli artmasina sasiriyorsunuz.
    filmin siyah beyaz cekilmis olmasi filmde islenen suc ve siddet temalarinin vurgulanmasi acisindan ve kahramanlarimizin hayatlarinda barindirdiklari bunca olumsuzlukla eszamanli olarak, hayatin baska renklerini algilayamayacak olmalarini sembolize etmek acisindan yerinde bir secim olmus.benzer bir yerinde secim icin (bkz: tzameti)
    buna ek olarak cidade de deus filminin "brezilya'dan gelen la haine" olarak anilmasinin da filmin basarisinin baska bir gostergesi olarak kabul edilebilecegini belirtmek isterim.
  • --- spoiler ---

    lan bu moruk bize bu hikayeyi neden anlattı ki ? kısmından konuya giriyorum ki ;

    moruğun anlattığı hikayede , utandığı için mola vermiş trenden, uzakta sıçan ve bu yüzden trenin kalkışını kaçıran , kaçan trenin peşinden koşarken de elini tutmaya çalışan arkadaşını yakalamaya çalışan , elini tutmaya çalışırken pantolonunu düşüren o arada pantolonu çekmeye çalışırken de arkadaşının elini kaçıran , sonunda da donarak ölmüş olan bir adam vardı.

    şimdi ben bunu alıp filmin sonuna bağlayacağım . ve neden anlattı ki bu moruk bize bu hikayeyi ? sorusuna bir cevap vermeye çalışacaam. böyle yazınca da üzerinde çok düşündüm uzun uzun yazıcam gibi bir şey algılamayın , kısaca geçiyorum . sonra tenefüs.

    algıladığım kadarıyla ;

    hayata yaşamaya mı geldin yoksa almaya mı ? sorusuyla cevabıma girmek istiyorum .
    hikayedeki adam, herkes trenin arka tarafına sıçarken utandığından daha da uzakta çalı yanında rahatça sıçıyordu. yani standartları belli olan bir kitlenin dışına çıkması mevzu bahis. bunun sebebi utanması da olabilir , canının istediği bir yere sıçma isteği de olabilir. o adamın istediği yere sıçma hakkı var tabi.

    ama trenin o adamı beklemek gibi bir niyeti yok. sorun bizim tanrıya inanmamız değil , onun bize inanıp inanmadığıydı ya zaten. sorun bizim nereye , hangi zaman aralığında , ne kadar süreyle sıçmamız değil , sorun trenin bizim kaka yapma hakkımıza gösterdiği saygı .

    daha sağlam bir kafam olsa , saat de daha da erken olsa , sınıf mücadelelerinden , kaderini tayin hakkından bahseder uzun uzun sohber ederdik ama hiç halim yok , canım da istemiyor.

    ben dediğimi yapıp konuyu filmin sonuyla bağdaştırıp , hikayenin neden anlatıldığına dair kendi cevabımı verip siktir olup gideyim.

    malum filmin sonunca vincent öldürülüyordu . kaza kurşunuyla da olsa , bu kadar dandikçe bir anda ve şekilde ölmesinin sebebi onun elinde silah olmamasıydı elbet. peki onun silahı neredeydi? hubert'a vermişti.
    peki neden vermişti ?

    işte tam burası o sorunun cevabı oluyor aslen. film boyunca , vincent , dünyaya almaya gelmiş bir tavırla ve söylemlerle elindeki silahla , arkadaşının ölmesi durumunda bir polisi vuracağını ve durumu eşitleyeceğini böylece , diğer yanağını çevirmemiş oldugunu göstereceğini , hiddetle ve şiddetle söyledi durdu.
    fakat daha sonra , bir polisi olmasa dahi , kendilerine saldırmış olan ırkçı dazlak gruptan bir elemanı vurma fırsatı eline geçti. ama bunu içindeki hümanist blok mu engelledi ya da zaten vincent her şey dilinde olan yufka yürekli bir adam mıydı ben bilmem. ama o adamı orada vuramadı ve onu öldüremediği anda kendi ölümünü hazırlamış oldu. bu tarafı unutmayın , hemen bağlıyorum.

    hikayedeki adama geri dönelim , utanıyordu herkesin içinde sıçmaya , ve daha sonra treni kaçırma pahasına dahi pantolonunun dizine düşmüş olmasından çekiniyor , ve onu tutayım derken de bir şekilde geri kalıp ölüyordu o adam.

    yani ki , hem utangaçlık duygusu hem de yaşama fırsatı aynı anda verilmiyordu o adama. seçecekti , öldü.
    vincent için de geçerli aynı durum , hem yufka yüreklilik , hem de hayatta kalma aynı anda olamıyor vincent.
    nereden vardım bu kanıya , en azından son sahnede vincent için , şöyle diyebiliriz :

    vindent o dazlakı vursaydı , silah yine kendinden kalacaktı , hey haklıymışsın adamım yaptıgım çok yanlış işmiş diyip hubert'a vermeyecekti . e silah kendinde olsaydı da , son sahnedeki hırbonun kendisini o kadar hırpalamasına ve haliyle öldürmesine engel olabilecekti.

    kaldı ki sonunda , o silah yine yapmak için yapıldığı şeyi yaptı.yalnızca zamanını tutturamadı. hani çemberdi ya zaman , hep aynı yere dönerdi . bütün işler de olması gerektiği gibi olurdu. yine öyle oldu bakın.

    hikayeyi anlatan amcanın çok kısa oldugunu hatırlarsınız . tıpkı vincent'ın hayatı gibi.
    tuvaletten çıkarken adamı arar gözlerle aşağıya doğru bakışını da hatırlarsınız. vuruldugunda aşağıya başı aşağı düştüğünde de aynı boş bakışlar vardı yüzünde.

    sanırım basit filozofi de olsa hikayenin neden anlatıldıgını sosyolojikman anlatabildim.
    şimdi , varoluş mücadelesinde şiddetin yeri ve gerekliliği konusunda , bir tartışma çıkarıp yine uzun uzun o konu hakkında da muhabbet etmek isterdim.
    sanki forum amına koyayım , muhabbetmiş. benim bu gece yalnızlığı şizofreniye mi sebep oluyor nedir.

    jusqu'ici tout va bien .evet önemli olan düşüş değil , yere vuruştur. yere vurduğunda da , utanma , acıma lüksünü çoktak kaybetmişsindir zaten. o sertliği yufka yüreğinle yumuşatamazsın.

    insanın ölüm şekli de hayatının adisyonu sanki amına koyayım.
    don't drag me down ha? ahaha just because my down.
    önemli olan olmak ya da olmamak değil , kaçıncı kattasın ?

    --- spoiler ---
  • fransızların göçmenlere hoşgörüsüzlüğünü eleştiren bir film, fransa'nın göçmen aileleri yerleştirdiği gettolarda yaşayan farklı ırktan üç gencin (yahudi vinz, afrikalı hubert, arap said) bir gününü anlatır.

    --- spoiler ---

    - güzelce sıçmak gibisi yoktur! tanrıya inanır mısınız? yanlış soru! tanrı bize inanır mı? bir zamanlar grunwalski adında bir arkadaşım vardı. birlikte sibirya'ya yollanmıştık. sibirya'daki çalışma kamplarına sığır vagonlarıyla gidilirdi. günlerce, tek bir canlı görmeden buzlu steplerde yol alırdınız. isınabilmek için birbirinize sokulurdunuz. ama sıçmak, kendini rahatlatmak zordu. bunu trende yapamazsın ve tren sadece lokomotife su almak için durur. grunwalski utangaçtı. beraber yıkandığımızda bile bozulurdu, onunla dalga geçerdim. neyse, tren durduğunda herkes raylara sıçmak için atlardı. grunwalski'ye o kadar sataşmıştım ki tek başına uzaklaştı. tren hareket etti, kimseyi beklemezdi, herkes trene atladı. ama grunwalski'nin bir problemi vardı: çalıların arkasına gitmişti ve hala sıçıyordu. sonra onu çalıların arkasından gelirken gördüm. elleriyle pantolonunu çekiyordu, treni yakalamaya çalışıyordu. grunwalski'yi tutmak için elimi ona doğru uzattım. ama her yetişişinde elini bırakınca pantolunu dizlerine kadar düşüyordu. durup toparlanıyor,
    pantolonunu çekiyor, tekrar koşmaya başlıyordu. yetiştiğindeyse pantolonu tekrar düşüyordu.

    - sonra ne oldu?

    - hiçbir şey. grunwalski donarak öldü. iyi günler.

    --- spoiler ---
  • hep bi gider, hep bi atar.. posta koymalar, gençlik ateşleri.. kontrolsüz polise ve düzene yine kontrolsüz tepkiler.. bir silah ve soğuk demirin potansiyel gücü.. sürekli tartışan, kavga eden, ama birbirlerinden kolay kolay vazgeçemeyen vinz, hubert ve saïd'in süpersonic bir günü.. sadece bir günde yaşanılanlar en az 10 yılık malzeme niteliğinde..

    --- spoiler ---
    “buraya kadar her şey yolunda" ve "dünya sizindir/bizimdir" filmin her anına cuk diye oturmakta..
    --- spoiler ---
  • varoş gençlerine müthiş bir mesaj içeren filmdir.

    --------------------------------------------------
    spoiler

    yaşlı adam anlattığı hikaye ile "eğer siz kendinizi toplumdan uzaklaştırırsanız, toplum sizi bağrına basmak için çaba harcamaz. sonunda dışlanmış ve yalnız kalırsınız. treni kaçırak istemiyorsanız gruptan ayrılmayın. kendinizi dışarıdaki* yapmak sizin seçiminiz" demiş, öfkeli gençlere sağlam bir ayar vermiştir.

    (bkz: sürüden ayrılanı kurt kapar)

    spoiler
    ---------------------------------------------------

    bu çarpıcı film bu noktada kendi iç dengesi ve hesaplaşması ile beni şaşkına çevirmiştir.
hesabın var mı? giriş yap