• jorge semprun, franco döneminin en azgın günlerinde , 1960 yılında, görevli olarak gizlice gittiği ispanya'da, hem de doğduğu kent olan madrit'te saklandığı bir evde, ilk romanı büyük yolculuku yazdığında otuz sekiz yaşındaydı. fransa'da sürgündeki ispanyol komünist partisinin merkez yönetim kurulu üyesiydi. kendisini dünyanın en büyük romancılarından biri yapacak olan büyük yolculuku ancak partisinden atıldıktan sorna, 1963 yılında yayımlattı. kitap, bütün dünyada büyük olay oldu. bir anda on iki dile birden çevrildi. semprun, bu romanında, yirmi yaşlarının yaşam öyküsünü büyük bir ustalıkla anlatır. daha çocuk yaşta katıldığı fransız direniş hareketinde silah ve patlayıcı madde uzmanı olarak çalışırken, gestapo tarafından tutuklanıp ünlü buchenwald nazi toplama kampına sürülmüştü...
  • ismaël ferroukhi'nin yönettiği başrollerini nicolas cazalé ve mohamed majd fransız yapımı bir film. fransa'da yaşayan müslüman bir gencin, pek iyi anlaşamadığı babasının hayatta kalan tek arzusunda, hac yolculuğunda ona eşlik etmesini anlatıyor. 2004'de venedik festivalinde en iyi ilk film ödülü almış. bu hafta yurdum sinemalarında gösterime girmiş ve sinetek avrupa filmleri festivalini kaçıran bizleri sevindirmiştir.
  • "büyük yolculuk" fonunda baba ile oğulu karşı karşıya -ya da yan yana- getirip tecrübeli ve toyu, yaşlı ve genci, dinginlik ve heyecanı, sükûnet ve telaşı yan yana -ya da karşı karşıya- koyan film. konu da, bildiğimiz generation gapin farklı kültürlerle yetişmiş baba ve oğul arasında açılmış da açılmış, ortaya müslüman bir baba ve "fransız" bir evlat çıkarmış hali.

    vozvrashcheniye aklıma geliyor hemen, evet onda da bir yabancılık teması, bir "birbirine mecbur olma" hali, bir yol, yolculuk hali vardı, babalar ve oğullar vardı. demek ki neymiş, birbirine yabancılaşmış baba-oğul (ya da baba-kız*) yola çıkarlar ise bundan bazen iç burkan bazen gerim gerim geren bir hikaye çıkıyormuş. le grand voyage'a dönersek, abartılmaya ve ajite edilmeye müsait konuların başarıyla kotarıldığı hoş bir seyirlik, dürüst bir anlatım demek yerinde olur diyerek bitirmek niyetindeyim. bir de bazı filmleri yorumlamak için acele etmemek niyetindeyim. elimde patladı gibi zira.
  • film ucurumlarda ele alınan olayları(orn: et yemek isteyen ogula alınan koyun, cıgın altında kalan araba) ve gereksiz uzatılmamıs olay anlatımlarıyla surukleyici bir hal alıyor. konu isleyisindeki sakinlik muzikler ve guzel goruntulerle pekistirilmis. kendiliginden arabaya binen yaslı teyzenin otobusteki ogula dikilen gozleri ve teyzenin bir daha ortaya cıkmamasını neye bagladıklarını anlayamadım. babanın inadına, ogulun babasının isteklerine karsı sabrina sasirmamak imkansız. film yolculuk yapılan ulkelerin cesitliligiyle cok keyifli bi hal alıyor. ozellikle istanbul sahneleri gercekci ve abartısız cekilmis, insan yine de "bu mudur istanbul/turkiye sadece" diye ic geciriyor.genel olarak etkileyici ve eglenceli bir film. oyuncular da gayet iyi, onlarla beraber yolculuk yapıyormussun hissini uyandırıyorlar.
  • uluslararası eskişehir sinema günleri sayesinde izlediğimiz güzide yolculuk filmi. eksik olan "baba", "oğul" çatışmasıydı sanki ama o da kolaycılık olurdu belki de.film kuşak çatışmasından ziyade bu "çatışma"ya olan boşvermişliği ya da bu açık çatışmanın gizliliğini amaç edinmiş bence.babanın "sen de namaz kıl, bırak bu işleri gelmişken hac yap bari" gibi baskıları yok. çocuğun da sevgilisinin adını çöle yazmak dışında babasına "kendi" meselelerini anlatması veya ona karşı başkaldırısı filan da yok. aksine çocuğun sonlara doğru "sen bu mekke'ye neden bu kadar gitmek istiyorsun" sorusuna baba, "lan o kadar yol geldik, bunu sormak yeni mi aklına geldi" cevabını veriyor.. daha çok başlarına gelen ilginç olaylar gibi tipik yol filmi biçimi taşıyor. ve gayet akıcı ve eğlenceli... filmin -özellikle habersiz türk izleyici için- sürprizi ise türk karakter mustafa. "türk gümrüğü"nün de bir marka olduğunu öğreniyoruz film sayesinde..filmin temiz, abartısız bir anlatımı var, sonu da dikkate alındığında "türkler şöyle gösterilmiş" paranoyasına kapılmamak gerek..
  • gayet basarili bir yol* hikayesi. batinin muslumanliga duydugu nefreti hic bisekilde katmamalari cok guzel. ufacik bile olsa onlar bizden nefret ediyor hissetmedim.

    --- spoiler ---

    tek kotu olayin turkiyede baslarina gelmesi ve o abimizin haci konseptiyle olaya girdikten sonra bunu yapmasi keyifsizmis yalniz.

    --- spoiler ---
  • babam ve oğlum da dahi ağlamamış olan (sanki bir marifet!) bendenizi ağlatmayı başarmış yol hikayesi.

    fransız filmlerine karşı önyargılarımı ortadan kaldırmıştır.
  • fransızca ''ölüm'' anlamına gelen bir kalıp.
  • baba ve oğul filmleri ne eklenmesi gereken önemli bir filmdir büyük yolculuk. tek dileği hacca gitmek olan faslı bir babanın ve babasından çokca çekinen, aklı fransadaki sevgilisinde olan, bu yolculuğa zorunluluktan katlanan `renanın mekke'ye yolculuğudur bu. fakat bu yolculuk, baba ve oğlun birbirlerine küskünlükleri, kızgınlıkları, ufak tripleri çok yalındır. ikisi de bu yolculuk ile çok sey öğrenirler. nicolas cazale ve mohamed majd'in performansları ise abartısız ve sadedir.

    --- spoiler ---
    tutucu, dinci, anlayıssız, kızgın baba imajı, tepeyi tırmandığı anda bir çocuk masumiyetine dönebilir, ve ne olursa olsun bir evlat yine de babasına kıyamaz.
    --- spoiler ---
  • "okuma yazma biliyosun ama hayatta öğrenmen gereken çok şey var"diyerek mustafa'nın parayı çaldığını iddia eden babanın da insanları tanımadaki başarısızlığını, rıza'nın sevgilisinin fotoğrafını arabada ararken eline geçen çorap içindeki paradan anlayabiliyoruz. insanlara iftira atarak nası hacı olurum dıyen baba görünen o ki mustafa ya iftira atmış, zira mustafa parayı çalsa neden simit almaya gitsin. elinde simitlerle odaya geri dönecek ve kahvaltı hazırlayacak belli ki.. velhasıl kelam, mustafa (türkler) hırsız değil, fransız baba iftiracı ya da insanları tanımada başarısızdır. amma velakin babanın ölü bedeninin yanında ağlayan oğulu izleyenin aklında, ne iftira kalır ne din ...
hesabın var mı? giriş yap