• bu isimlerin yanında the yogi and the comissarın yazarı arthur koestler'in de aralarında yer aldığı kitaptır. amerikadaki sevgili olarak görülür kitapta.
  • simone de beauvoir'ın en bilinen romanlarından biri. ii. dünya savaşı paris'inin entellektüel yaşamını gözüpek bir biçimde ortaya döker yazar. özellikle tutkulu bir dostluk yaşadığı jean-paul sartre, arkadaşları albert camus, arthur koestler ve büyük aşkı nelson algren ile olan ilişkilerini de açıkca hikayenin kurgusu içine katmış, kendi zamanının hem duygusal hem de felsefe akımlarını inceden inceye tahlil etmiştir.

    müthiş sürükleyici bir dram ve politik bir hikaye anlatılır. mandarinler arzularıyla toplumsal görevleri arasında parçalanmış bir kadının duygusal destanıdır.
  • bir çırpıda okuduğum, karakterlerin ünlü yazar filozoflardan oluştuğu simone de beauvoir şahaseri.
    söylenenlerin aksine kitaptaki amerikalı sevgili olarak -lewis- gördüğümüz yazar arthur koestler değil de nelson algren'dir. diğerleri için ise, henri perron - albert camus, robert dubreuilh - jean paul sartre, anne - simone de beauvoir eşleşmeleri uygundur.

    bu kitaba dair ali osman gündoğan'dan güzel bir makale önerilebilir.
    http://www.aliosmangundogan.com/…sartre-kavgasi.pdf
  • kısa sürede bitirdiğim için başucumda yükselmekte olan yarım bırakılmış kitapların imrendiği bir başka kitap oldu mandarinler. kitap bana babamdan kalma olduğu için bir hayli eski basım bu yüzden çevirisinde de ufak tefek gülümsememe neden olan kelimeler mevcuttu. belki bu kadar eski bir kitap olması ve romanın yazıldığı tarih itibariyle insanı o dönemin buhranlarına kolayla sürüklüyor. özellikle simone de beauvoir yaşadıklarını oldukça içten anlatmış, o dönemde yazar olup politikayla ilgilenen insanların biyografisi niteliğinde işlenmiş bir çok detay.

    albert camus'nun bir hayranı olarak onun kişiliği hakkında pek çok şey öğrenmeme sebep olurken ( en azından simone nun hayal dünyasından bakıldığında) sartre ve beuvoir hakkında da bilgi sahibi oldum.

    mandarinleri elime aldığımda o dönemlerin avrupasını ve entellektüel kesimin hayat sancılarını bu denli yaşayacağımı bilmiyordum. bir fikrim olmadan okuduğum bu kitabın etkisi ise bitmesine rağmen hala sürmekte. hala henri perron neler yapıyor, ann'in aşkı nasıl bitti gibi sorular devam etmekte kitaba dair. yani elimde yazılı bir kağıt kalmasa da kitaptan, o hayatların devam ettiğini bilmek belki de okunanları canlı tutuyor.

    ve son olarakta insan özenmiyor değil, bu kadar yetenekli insanın bir arada olup da geçirdiği günlere,aynı dava için çabalamalarına.
  • simone de beauvoir' un 1954 basımlı romanı. ikinci dünya savaşı sonrası entelektüellerini özellikle fransız entelektüellerinin yaşamlarını ve aktivist çabalarını konu alan romanı. roman nelson algren'e yani romanda lewis adıyla karşımıza çıkan amerikan yazara ithaf edilmiş. romanı okuyan algren'in özel hayatlarını bunca göz önüne sermesi nedeniyle beauvoir ile bir daha konuşmadığı bilinmekte.

    çevreme büyük bir kaos hakimdi. hele o yıldan yıla, haftadan haftaya, hiçbir yere varmaksızın yinelenen günler, ne büyük bir saçmalıktı! yaşamak kırk yıl, altmış yıl boşluk içinde, yerinde sayarak ölümü beklemek demekti. bunun içindir ki bu kadar büyük bir istek ve çabayla çalışıyordum; salt kitaplar ve düşüncelerdi ayakta kalabilen. bana gerçek görünen sadece bunlardı.(57)

    robert’e göre, var olan çözüm bir diğerinden iyiyse en uygun olanı o demektir. haklı tabii! ama o eski “salt mutlak” saplantımdan henüz tam olarak kurtulamadığımdan olacak, bu bana yetmiyor.(57)

    işte romanının tam bu şekilde okunmasını düşlemişti. tam bir gece boyunca, sabırsız ve heyecanlı bir genç tarafından… sadece bunun için bile yazı yazmaya değerdi.(127)

    yargılamıyoruz, dedi henri. taraf tutuyoruz sadece; bu çok farklı bir şey.(137)

    yaşamak onların gözünde sadece kendileriyle ilgilenmek anlamına geliyor. oysa yaşamın türlü çeşitleri var.(157)

    ortada haksızlık olduğunda ne yaparsan yap dürüstçe yaşayamazsın. işte bunun içindir ki insan kendini siyasete atılmak zorunda hissediyor. durumu değiştirme umuduyla yani! (169)

    tuhaf doğrusu. doğru dürüst bir şey ortaya çıkarttığınız zaman bu durum size bazı haklar tanıyacağına, tam aksine görevler yüklüyor.(179)

    yeterince bilgim yok, olayları net göremiyorum, öylesine taraf tutuyorum, zamanım da yok! hiç de olmayacak.(180)

    belirli bir zümreye katılmayıp onlara sırt çevirmekle, kendi sınıfının dışına çıktığını sanıyorsan, aldanıyorsun demektir. oysa uyum sağlayamamış bir burjuvadan başka bir şey değilsin!(229)

    paule’e “insanlar değişiyor.” demiştim gerçi, ama bunun ne kadar bilincinde olsak bile, yine de yakınlarımızı birçok konuda değişmez görmekte ısrar ederiz. işte, kendi gökyüzümdeki sabit yıldızlardan biri daha ansızın hareket etmeye başlamıştı.(243)

    üç ay boyu yapacağım iş, kendimi eğitmek, deneyim edinmek ve bol bol eğlenmek olacaktı. kabuğumdan çıkıp yaşayan dünyaya karışmak tehlikeli bir işti kuşkusuz. varsın olsun! benliğimi saran bu sevince artık karşı koymaktan vazgeçmiştim.(274)

    yeni bir hayata başlamak, bir yerde hayatta kalmak gibiydi. ve ben bunu becerebileceğimi umuyordum.(274)

    şu erkekçe tavır hikayelerını de nedenae hep kadınlar ortaya atar.(374)

    zaman öldürmek gerekiyordu; evet ama zaman da beni öldürecekti bu arada.(428)

    aslında etrafındakilerin hepsi de çeşitli kılıklara girmiş birer hayvandı: zaman zaman beyinlerinden küçük bir elektrik akımı geçtiğinde, ağızlarından sözcükler geçiyordu.(505)

    “böyle bir şeyin gerçekleştiğine bir türlü inanamıyorum.” dedi. “neye yani?” “sevmenin ve sevilmenin mümkün olabileceğine!” “peki neye inanırdınız siz?” “dekoru değişmeyen bir odaya, belirli saatlerde yemek yemeye, ancak bir gece birlikte olunan kadınlara, bir anlamda güvence yani. daha fazlasını istemeye gerek yok diye düşünürdüm hep. herkesin her aman yalnız olduğuna inanırdım. oysa şimdi siz ve ben birlikteyiz.”(540)

    “biliyorum!” dedim.” insan sevince özgür olamaz. ama üstümüzde hak iddia eden birini sevmek ile kendine hiçbir hak tanımayan birini sevmek oldukça farklı şeylerdir.” “bir kadına üstümde hak iddia etme izni verdikten sonra , onun ne düşündüğü beni ilgilendimez.”(573)

    başkaları onu suçladığına göre, kendini suçlamasına artık gerek kalmıyordu! (585)

    her şeyi tek tek ödemem gerekecek; hiçbir şey beklemezken bana verilen her şeyi, gözyaşlarımla ödemem gerekecek.(657)

    dünyada birbirine benzeyen aşk duyguları yoktur. ama neden ille de karşılaştırmak istiyorsun. tabii ki ilişkimizde var olmayan bir şeyleri bulmaya çalışırsan, sonuç elde edemezsin.(727)

    *sayfa numaralandırılması imge yayınevinin 2. baskısına göre yapılmıştır.
  • "paylaşamadığımız acılar bizde suçluluk duygusu yaratır."

    "her şey değiştiği oranda birbirine benziyordu."

    "kendi yarattıkları kişiliklerini hep yanlarında taşıyan insanlar nedense pek sıkıcı olurlar."
  • roman simon ve sartre'ın özel hayatını olduğu gibi vermekte. ann yazarın kendisi, robert ise sartre'dir.kitap zaman zaman ann tarafından birinci ağızdan anlatılmış, diğer kısımlarda ise 3.tekil şahısla henri perron (albert camus) ve etrafındaki olaylar işlenmiş.
    beauvoir içinde bulunduğu yüksek kesimin (les mandarins) ikinci dünya savaşı sonrası bunalımlarını kendine özgü varoluş felsefesiyle bize armağan etmiş.

    ne demişti,robert dubreuilh : ''dünyada herkese tercih ettiğimiz insanı, kusurlarına rağmen, seviyoruz demektir.''
  • bir arkadaşımın önerisiyle okuma listeme almıştım ancak uzun süredir baskısı yoktu. alfa yayınları sayesinde okumaya başladım. yaklaşık 3 aydır kitapları kindle'da okuyordum, bu kitap geldi 1000 sayfa. ömrümde kitaplarımın sayfasını katlamamış olan ben kitabı 3'e böldüm. henüz yeni başladım, içeriğine ilişkin yorumum olmayacak ama benim için bir ilki yaşadığım kitap oldu.
  • characters

    - henri perron (considered to be albert camus) is the editor of the leftist newspaper l'espoir. (ıt was the name of a clandestine newspaper of the french resistance 1944–1945.) he has been in a relationship with paula for the past 10 years. previously in love, he is now unhappily attached. henri primarily sees himself as a writer and struggles with his increasing involvement in the political arena.

    - robert dubreuilh (considered to be jean-paul sartre) is the founder and leader of the srl, a liberal, non-communist political group. he is partly responsible for henri's literary success, and the two are close personal friends.

    -anne dubreuilh (considered to be beauvoir herself) is the wife of robert. she is a practicing psychoanalyst. she has an affair with the american writer lewis brogan. her reflections on the lives of the other characters comprise a large portion of the text.

    - paula mareuil is henri's girlfriend. she is unrelentingly committed to her relationship with henri, despite his indifference and, later, loathing and resentment. she develops severe delusions and paranoia regarding this relationship and is forced to seek medical treatment.

    - nadine dubreuilh is robert and anne's daughter. nadine is haunted by the death of her jewish boyfriend diego during the french resistance. she has an affair with henri early in the course of the novel and later marries him and has a child by him.
    lewis brogan (considered to be nelson algren, to whom the book is dedicated) is an american writer with whom anne has an extended affair.

    - scriassine — david cesarani in the biography arthur koestler: the homeless mind, suggests that scriassine's character is drawn on arthur koestler.
  • o yatağa bedbinlik, merak ve meydan okuma duygularının yanı sıra, benim bile tam olarak tanımlayamadığım bir şeyleri kanıtlamak için girmiştim. kuşkusuz istediğimin tam aksini kanıtlamıştım. aynanın önünde dikilmiş duruyordum. “değişik bir yaşam sürebilirdim,” diye düşündüm. şık giyinen, öyle veya böyle dikkati çeken biri... gösterişçi duygulara kendimi kaptırarak tutkulu ilişkilere girebilirdim. ama çok geçti artık. ve birden geçmişimin bana neden zaman zaman bir başkasının geçmişi gibi göründüğünü anladım: şu anda bir başkası olduğumdan! otuz dokuz yaşında bir kadın. yaşını duyumsayan bir kadın!

    yüksek sesle, “bunun farkındayım,” dedim. savaş öncesi, yılların yükünü hissetmeyecek kadar gençtim. sonra beş yıl boyu kendimi tamamen unuttum. ve nihayet kendime kavuştuğumda, boyun eğdiğim gerçekle karşı karşıya kaldım. yaşlılığım beni bekliyor, kaçacak deliğim yok. onu şimdiden aynanın derinliklerinde görür gibiyim. hâlâ kadınım ben! hâlâ her ay regl oluyorum; değişen bir şey yok. ne var ki bunu artık biliyorum. saçlarımı hafifçe kaldırıyorum; bu beyaz teller bir belirti, bir özellik değil, bir başlangıç. başım henüz canlıyken kemiklerimin rengini alacak. tenim hâlâ kırışıksız ve diri görünebilir, ama bir anda maske düşecek, yaşlı bir kadının kıpkırmızı gözleri ortaya çıkacak. mevsimler yeniden başlar, yenilgilerin üstesinden gelinir! ama çöküşü durdurmanın hiçbir çaresi yok. “artık kaygılanmak için çok geç,” diye düşündüm, aynadaki görüntümden bakışlarımı çevirerek. “artık pişmanlık duymak için bile çok geç; tek çare yaşamayı sürdürmek...

    simone de beauvoir
    mandarinler
    fransızca aslından çeviren: ilkay kurdak
hesabın var mı? giriş yap