• görünmez komite imzalı, anti-kapitalist yapıt, türkçesi için ''yaklaşan başkaldırı,'' denilebilir. `tarnac 9'u olarak anılan gruptan coupat bunu yazmakla suçlanmış ve hapse atılmıştır.

    metodu marksist olmakla birlikte, post-endüstriyel toplum eleştirisi paralelindedir. ingilizce çevirisi de var.
  • şurada selami ince'nin bu broşürle ilgili yazısı okunabilir.
  • yaklaşan isyan türkçe adıyla, raflarımızı süsleyen eser olmuştur. bizler de sayesinde heyecan içinde kargo beklemekteyiz.
    bu kitap sayesinde gördük ki aynı heyecanı yalnızca biz yaşamıyormuşuz;
    http://www.youtube.com/…ayer_embedded&v=_9pbfxwvaga
  • sel yayıncılık tarafından basımı yapılıp satışa sunulan kitaptır. kitapla ilgili etha'da çıkan yazı okunabilir.

    http://etha.com.tr/…lasan-isyan-yeni-dip-dalgalari/
  • "orta yerinde yaşadığımız bu yabancılar kalabalığını “toplum” diye nitelemek kavramı öyle bir gasp etmektir ki bir asırdır ekmek ve su kadar ihtiyaç duydukları halde sosyologlar bile artık kullanıp kullanmamakta tereddüt etmektedir. şimdilerde sanal yalnızlıklar arasındaki ilişkiyi ve de “mesai arkadaşı”, “bağlantı”, “ahbap”, “tanıdık” veya “flört” gibi başlıklar altında kurulan zayıf etkileşim biçimlerini tanımlamak için “ağ” imgesini tercih ediyorlar. bu tür ağlar kimi zaman iyice sıkışıyor, kodların dışında hiçbir şeyin paylaşılmadığı ve sürekli yenileri oluşturulan yeni kimliklerin tüketilmesi dışında hiçbir bir şeyin yapılmadığı ortamlar haline geliyor."
  • görünmez bir komite tarafından kaleme alınan elinizdeki bu kitap,
    büyük çoğunluğu fransa’nın tarnac köyünde 11 kasım 2008’de tutuklanan
    dokuz kişiye açılan “terör” davasının temel kanıtlarından biri
    haline gelmiştir. söz konusu kişiler fransız ulusal demiryolu ağı üzerindeki
    elektrik hatlarına düzenlenen bir sabotaja karıştıkları ileri
    sürülerek “terör amaçlı yasadışı örgüt kurmak”la suçlandılar. bu dokuz
    kişiyle ilgili yalnızca ikinci dereceden zayıf kanıtlar bulunmasına
    rağmen, fransa içişleri bakanı, yazmakla suçlandıkları ve “terörizmin
    el kitabı” olarak tanımladığı bu kitabı özellikle seçerek onları
    gelişmekte olan aşırı-sol bir hareketle alenen ilişkilendirdi. aşağıda
    kitabın metnini, hemen ardından da görünmez komite’nin tutuklamalardan
    sonra yaptığı açıklamayı bulacaksınız. *sel.

    ''neysem o’yum.” pazarlamacılığın dünyaya en son sunduğu şey bu, reklamcılığın gelişimindeki son aşama, bütün farklı olma tavsiyelerinin, “kendin ol”ların ve “pepsi iç”le-rin çok ötesinde bir söylem. şu an bulunduğumuz yere gelmemiz, ben=ben’in katıksız totolojisine ulaşmamız için kafa yoruldu yıllar boyu. adam jimnastik salonunda aynanın karşısına geçmiş koşu bandının üzerinde yürüyor. kadın akıllı arabasının direksiyonuna geçmiş işten dönüyor. acaba yolları kesişecek mi? “neysem oyum.” bedenim bana ait. ben benim, sen de sen ama yanlış giden bir şeyler var. kitlesel kişiselleşme. bütün koşulların bireyselleşmesi: hayatın, işin ve de sefaletin. yaygın şizofreni. azmış depresyon. ufacık paranoyak parçalar halinde atomlaşma. temasın histeriye yol açması. kendim olmak istedikçe daha büyük bir boşluk hissediyorum. kendimi ifade ettikçe içim daha da boşalıyor. kendi peşimden koştukça daha da yorgun düşüyorum. kendi’mize sıkıcı bir gişe filmi muamelesi yapıyoruz. tuhaf bir alışverişte kendi kendimizin temsilcisine, neticede bir uzvumuz kesilmiş hissi veren bir kişiselleştirmenin kefillerine dönüşmüşüz. az çok gizli bir beceriksizlikle iflas noktasına varıncaya dek kendimizi sağlama alıyoruz. bu arada, idare ediyorum. bir ben, benim bloğum, benim dairem arayışı, en son moda çer çöp, ilişki dramları, kim kimi sikiyor... “ben”e tutunmak artık hangi protezleri gerektiriyorsa! eğer “toplum” bu kadar soyutlamadan ibaret hale gelmesiydi, görünmeye devam etmemi sağlayan bir varoluşsal koltuk değnekleri, kimliğimin bedeli olarak üstlendiğim bağımlılıklar kümesi anlamına karşılık gelirdi. engelliler yarının örnek vatandaşlarıdır. onları istismar eden derneklerin engelliler için “asgari ücret” ödenmesini talep etmesi bir öngörüden yoksun değil.

    sağda solda sürekli duyduğumuz “adam ol” buyruğu, bu toplumu gerekli kılan hastalıklı durumun sürmesini sağlıyor. güçlü ol emri, tam da kendisini sürdüren bir zayıflık üretiyor. işte bu yüzden her şey, hatta çalışma ve aşk bile, iyileştirici bir nitelik taşıyormuş gibi görünüyor. bütün bu karşılıklı söylediğimiz “ne var ne yok?” lafları, birbirinin ateşini ölçen hastalardan oluşmuş bir toplum olduğumuz izlenimini veriyor. toplumsallık artık duvarlardaki binlerce oyuktan ve sığınılabilecek binlerce sığınaktan oluşan bir şey. dışarıdaki sert soğuktan daha iyi olduğu kesin. ısınma bahanesinden başka bir şey olmadığı için her şeyin sahte olduğu bir yer. hep birlikte sessizce titreşmekle fazlaca meşgul olduğumuzdan hiçbir şeyin olmayacağı bir yer. yakın bir zamanda bu toplum, sadece hayali bir iyileşme uğruna çaba sarf eden tüm sosyal atomlarının gerginliğiyle bir arada tutulabilecek. akmayan gözyaşlarının devasa barajı sayesinde türbinleri çalıştıran, her daim taşma eşiğinde bir elektrik santrali bu toplum. “neysem o’yum.” tahakkümün bundan daha ma-sum tınılı bir sloganı olmamıştı hiç. benliğin daimi bir bozulma halinde, kronik bir çökmek-üzerelik halinde tu- tulması, günümüzdeki düzenin en iyi korunan sırrıdır. za-yıf, morali bozuk, kabahati kendinde arayan, sanal benlik, üretimdeki hiç bitmeyen yeniliklerin, hızla modası geçen teknolojilerin, sürekli altüst olan toplumsal normların ve genelleşmiş esnekliğin temelde gereksinim duyduğu sonsuz uyum sağlama yeteneğine sahip olan öznedir. o aynı zamanda doymak bilmez bir tüketicidir ve çelişkiye bakın ki asli larva haline dönebilmek amacıyla en kıytırık “proje”le-re azim ve istekle kendisini dahil eden, ama sonra asli larva haline dönen “en üretken ben” de o’dur.

    o halde neyim ben? çocukluğundan beri sütün, kokuların, öykülerin, seslerin, duyguların, tekerlemelerin, cisimlerin, işaretlerin, fikirlerin, izlenimlerin, bakışların, şar- kıların ve yiyeceklerin meydana getirdiği akışla iç içeyim. ben neyim? mekâna, çilelere, atalarıma, arkadaşlarıma, sevdiklerime, olaylara, dillere, anılara, kesinlikle “ben olmayan” her şeye her yönden bağlıyım. beni dünyaya bağlayan her şey, beni ben yapan bağlantılar, beni meydana getiren unsurlar bana bir kimlik, çıkarılıp gösterilecek bir şey vermezler; belli zaman ve yerlerde “ben” diyen varlığı doğuran tekil, ortak, yaşayan bir varoluş verirler bana. uyumsuzluk duygusu benliğin sürekliliğine duyduğumuz aptalca inancın ve bizi biz yapan şeylere yeterli özeni göstermememizin basit bir sonucudur. reebok’ın, şanghay’daki bir gökdelenin tepesine kondurulmuş “neysem o’yum” sloganını görmek insanın başını döndürüyor. batı her yere en sık başvurduğu truva atını yerleştiriyor: benlik ile dünya, birey ile grup, bağlılık ile özgürlük arasındaki çıldırtan çelişki. özgürlük, bağlarımızı koparma durumu değil, bağlarımız üzerinde değişiklikler yapmak yönündeki pratik kapasitemizdir. aile yalnızca sakatlayan mekanizmasını değiştirmeye çalışmaktan vazgeçenler veya bunu nasıl değiştireceklerini bilmeyenler için cehennemdir. insanın kendi köklerinden kur- tulma özgürlüğü hayali bir özgürlük olmaktan öteye geçememiştir. bizi güçlü kılan ve bir arada tutan o çok önemli şeyi kaybetmeksizin kendimizden kurtulamayız. “neysem o’yum”, o halde sadece basit bir yalan, basit bir reklam kampanyası değildir. aynı zamanda askeri bir kampanyadır. insanlar arasında var olan her şeye, insanlar arasında fark edilmeden dolaşımda kalan her şeye, onları görünmez bağlarla birbirine bağlayan her şeye, tamamen yalnızlaşmamızı önleyen her şeye, bizi var eden ve de dünyanın her yerinin sadece gelip geçilen bir yer, bir eğlence merkezi veya yeni kurulmuş bir şehir, bir yanıyla katıksız bir can sıkıntısı ve tutkusuzluktan oluşurken diğer yandan müthiş bir düzenden, sessizlikten, moleküler arabalar ve ideal metaların dışında hiçbir şeyin hareket etmediği donmuş bir boşluk görüntüsü ve hissi vermediğine bizleri inandıran her şeye karşı yöneltilmiş bir savaş çığırtkanlığıdır.''
  • "artık bizim için, politik olmayan bir dostluk geçerli değil.

    ayrılışımızda katılacak bir yerimiz, seçecek bir tarafımız, takip edecek bir yolumuzun olması hoşumuza giderdi.
    ayrılan birçoğu kayboluyor. ve asla ulaşamıyor.

    bu sebeple stratejimiz şu: kaçış merkezleri, ayrılık direkleri, toplanma noktaları yaratmak ve sürdürmek. kaçaklar için. terk edenler için. uçuruma doğru yol alan bir uygarlığın etkisinden kaçabileceğimiz yerler.

    mesele, her biri ayrı ayrı yanıtlandığında bizi depresyona götürecek soruları çözebilecek metotların bulunmasında kendimize araçlar sağlamaktır. bizi zayıflatan bağımlılıkları nasıl ortadan kaldıracağız?

    artık çalışmaya ihtiyaç duymamak için kendimizi nasıl örgütleyeceğiz?

    doğaya dönmeden metropolün zehrinin ötesine nasıl yerleşeceğiz? nükleer santralleri nasıl kapatacağız?

    bir dost delirdiğinde nasıl psikiyatriyle un ufak etmemeye; ya da hastalandığında mekanistik tıbbın kaba çarelerine başvurmaya zorlanmayacağız? karşılıklı baskılama olmaksızın nasıl birlikte yaşayacağız? bir yoldaşın ölümünü nasıl karşılayacağız? imparatorluğu nasıl yıkacağız?

    zayıflıklarımızı biliyoruz: pasifize edilmiş toplumlarda doğduk ve büyüdük, çözüldük. yoğun kolektif yüzleşmelerin sağladığı direnci elde etme fırsatımız olmadı. onlara bağlı olan bilgiyi de. birlikte geliştirmemiz gereken bir politik eğitim var. teorik ve pratik bir eğitim.

    bunun için, mekanlara ihtiyacımız var. kendimizi örgütleyebileceğimiz, gerekli olan teknikleri paylaşıp geliştirebileceğimiz yerlere. gerekli olduğunu gösteren her şeyle başa çıkabilmeyi öğrenebileceğimiz yerler. işbirliği yapabileceğimiz yerler.

    herhangi bir politik perspektifi reddetmeseydi, bauhaus’un deneyleri, barındırdığı bütün maddiyat ve sertliğe rağmen, bilgi ve deneyim aktarımı için kendimize mekanlar yaratabileceğimiz fikrini uyandırırdı. kara panterler’in politik-askeri kapasiteleri güçlendirdikleri, her gün on bin kişiye bedava öğle yemeği dağıttıkları ve özerk basınlarını yürüttükleri böyle mekanları vardı. çok geçmeden, iktidara öyle somut bir tehdit oluşturdular ki, onları katletmek için federaller gönderilmek zorunda kalındı.

    kendilerini bir güç olarak oluşturanlar, düşmanlıkların küresel seyrinin partizanları olduklarını bilirler. şiddet olarak adlandırılana başvurmak veya onu reddetmek sorunu böyle bir partizanda ortaya çıkmaz. çevik kuvvet polislerinin ve gazetecilerin birleşmesi ile birlikte pasifizm, imparatorluğun hizmetindeki tamamlayıcı bir silah gibi ortaya çıkar. bizi ilgilendiren hususlar bize dayatılan asimetrik çarpışma hususlarıdır; pratiklerimize uygun ortaya çıkma ve ortadan kaybolma yolları düşünmeliyiz. yürüyüşler, yüzümüz maskesiz eylemler, öfkeli protestolar: bütün bunlar egemen tahakküm rejimiyle mücadeleye uygun olmayan yöntemler. pul pul olan günümüz öznelliğinin liderlerimize de uzandığını düşünecek olursak onlara yüz veren insanlardansa maddi aletlere saldırmak daha akıllıca görünüyor. bu tamamen stratejik düşünüşten ötürü. bu nedenle, bütün gerillalara özgü operasyon yöntemlerine dönmeliyiz: anonim sabotaj, üstlenilmeyen eylemler, kolayca kopyalanılan tekniklere başvurma, hedefli karşı-saldırılar.

    bu kendimize yaşamak ve savaşmak için sağladığımız araçlarla ilgili ahlaki bir soru değil, fakat kendimize sağladığımız araçlar ve onların kullanımıyla ilgili taktik bir soru.

    “kapitalizmin hayatlarımızdaki ifadesi, üzüntüdür,” demişti bir dost.

    şimdiki nokta zevke dayalı ortak bir kavrayışın somut koşullarını yaratmak."
  • ''sonuç olarak bizler geniş ve gevşek bir ağdansa küçük ve sıkı bir çekirdek yapıdan başlamayı tercih ediyoruz. o omurgasızlık bize yeterince tanıdık zaten.

    statünü korumak için bir ilişkiden veya mücadeleden vazgeçtiğin zaman, daha iyi bir vatandaş asla olamazsın. her zaman acısız olmayacak, fakat bu tam da varoluşsal liberalizmin etkili olduğu yer: yarattığı huzursuzluğa karşı tedavi olanaklarını bile sağlıyor. uluslararası af örgütü’nü kontrol etmek, adil kahve ticareti, savaşa karşı gösteri, en yeni michael moore filmini izlemek, seni kurtaracak hareketler gibi maskelenen eylemsizliklerdir.'' komite - çağrı
  • bırakınız iflas etsinler.
hesabın var mı? giriş yap