• (bkz: şakirt)
  • ulusal kimlikten uzaklaşma, yaşanılan topluma ve kültüre yabancılaşma, zihnin yeniden inşası yoluyla bilinçsizleşme, egemen güçlere ve süper devletlere yaranmayı içeren sosyo-kültürel bir kavramdır.

    hatta cengiz aytmatov'un "gün olur asra bedel" adlı eserinde mankurtlaşma efsanesi yer alır. efsane şu şekildedir:

    juan-juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri nitelikli köleler haline getirmek için onların belleklerini silermiş. bunu şöyle yaparlarmış: önce tutsağın başını kazır, saçlarını tek tek kökünden çıkarırlarmış. bu arada bir deveyi keser derisinin en kalın yeri olan boynundaki deriyi tutsağın kanlar içindeki kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. kuruyup büzülen deri kafayı mengene gibi sıkıp, dayanılmaz acılar verirmiş. bir yandan da kazınan saçlar büyüyüp dışarı çıkamayınca başına batarmış. tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde dört beş gün aç susuz bırakılırmış. beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölürmüş. kalanlar ise belleklerini yitirirmiş. tutsak zamanla kendine gelir yiyip içerek gücünü toparlarmış ama o artık bir insan değil, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olurmuş. bir mankurt kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmezmiş. insan olduğunun bile farkında değilmiş. bilinci, benliği olmadığı için, efendisine büyük avantaj sağlarmış. ağzı var, dili yok, itaatli bir hayvandan farksız, kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bir köle. onun için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmekmiş.
  • tanımdan yola çıkarak hakaret etme eylemi içerisinde olmak, tanımı saptırmak.
    (bkz: mankurt)
  • --- spoiler ---

    akşama doğru, washington'da çalıştığım iş yerindeki görevliler elime bir türk pasaportu tokuşturuyorlar. pasaport sahibinin ingilizce bilmediğini söyleyip yardımcı olmam konusunda ricada bulunuyorlar. ilerde oturan adam diye işaret ediyorlar. adam kırklı yaşlarında, ortaboy bir kişi. yanına yaklaşıyorum ve “beyefendi, nasıl yardımcı olabilirim?” diye soruyorum. adam, türkçe konuştuğumu görünce aniden yüzüne kan pompalanmaya başlıyor ve rahatlayarak gülümsemeye başlayıp "türkleri burda görmek mutluluk verici" diye bir cümle kuruyor. ben de “beyefendi, ben türk değilim, kürd’üm" diye cevap veriyorum. demin yüzüne pompalanan kan geri çekiliyor, yanaklarındaki gülümseme yavaşça dudaklarından kayıp yere düşüyor.

    ve bana dönerek "niye böyle diyorsun" diye bir soru yöneltiyor. "anlamadım" diye yanıtlıyorum. aynı soruyu tekrarlayor: "niye 'kürdüm' diyorsun?". "kürd olduğumdan dolayı olmasın sakın?" diye yanıtlıyorum...

    adam: "türkiye'de doğmuşsan, türksündür. 'kürdüm' deyip insanların aklını bari amerika'da karıştırmayın" diye bir beyanatta bulunuyor ve "türkiye'nin, allah'ın biz türklere bahşettiği topraklar olduğunu bilmiyor musun?" diyerek cümlesini sonlandırıyor. o zaman "iran'da yaşayan tüm kürtler farsi mi oluyor ya da ırak'ta, suriye'de yaşıyan tüm kürtler arap mı oluyor?" diye soruyorum. adam cevap veriyor: "olmuyorlar mı?" yani, "kürd diye bir şeyin varlığına inanmıyorsunuz?" diye soruyorum. adamın cevabı "evet, inanmıyorum!" oluyor: "atatürk bizim ortak değerimizdir ve kemalizm bizim tek kurtarıcımızdır!" diye devam ediyor.

    "bingo" dedim o anda. "bu dili iyi hatırlıyorum" dedim kendi kendime. "ve siz köken olarak kürtsünüz, değil mi?" diye soruyorum. adam "evet, annemle babam aralarında kürtçe konuşurlar ama anlamam ne dediklerini." diye cevap veriyor. sonra dönerek "nasıl anladın" diye soruyor bana. ben de "ancak asimilasyondan geçmiş birinin sahip olacağı bir ideolojiye sahipsiniz" diye yanıtlıyorum.

    karşılastığım bu vahim olayı düşünürken yirminci yüzyılın büyük romancılarından cengız aytmatov`un dünya literatürüne kazandırdığı “mankurt ve mankurtlaşma” söylemi beliriyor hafızamda.
    hatta türklerin çok kanıksadığı ve günlük hayatta çok kullandıkları “mankafa” kelimesinin “mankurt” teriminden gelmiş olabileceğini düşünmeden edemiyorum.

    şimdi bir insanın nasıl mankurtlaştırıldığına bakalım:
    kırgızlar’ın düşmanı olan juan-juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri nitelikli (!) köleler haline getirmek için onların belleklerini silermiş. bunu da şöyle yaparlarmış: önce tutsağın başını kazır, kafa derilerini yüzerlermiş. bu arada deve derisinin en kalın yeri olan boynundaki derinin bir parçasını, tutsağın kanlar içinde kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. kuruyup büzülen deri, kafayı mengene gibi sıkıp dayanılmaz acılar verirmiş. bir yandan da kazınan saçlar büyüyüp dışarı çıkamayınca başına batarmış. tutsak, başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde dört beş gün aç susuz bırakılırmış. beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölürmüş. kalanlar ise belleklerini yitirirmiş. tutsak zamanla kendine gelir, yiyip içerek gücünü toparlarmış. ama o artık bir insan değil, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olurmuş. bir mankurt kim olduğunu, hangi soydan geldiğini bilmezmiş. insan olduğunun bile farkında değilmiş. bilinci, benliği olmadığı için efendisine bir kölelik bağı ile bağlıymış. ağzı var dili yok, itaatkar bir hayvandan farksız, kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bu köle için önemli olan tek şey, efendisinin emirlerini yerine getirmekmiş.

    mankurtlaşmayı günümüz asimilasyonuna uyarlarsak şöyle bir tanım elde ederiz: ulusal kimlikten uzaklaşma, topluma ve kültüre yabancılaşma, zihnin yeniden inşası yoluyla bilinçsizleştirme ve egemen güçlere yaranmayı içeren sosyo-kültürel bir kavram.

    asimilasyonun oluşturduğu etkiler; kişide evsizlik, kimsesizlik, aidiyetsizlik ve kimliksizlik gibi ağır tahribatlara yol açar. asimilasyondan geçen kişi, ikinci bir deri misali üzerine giydirilen kimliğin içinde, bir veba gibi kaçınılması gereken kürdlüğe bir türkten daha retçi ve inkarcı yaklaşır.

    kürtlerin kimliklerine yabancılaşma süreçlerini anlamaya çalışırken, kürtlerin sarı hocası ismail beşikçi’nin “sömürge” ve “alt sömürge” kavramlarını hatırlamalıyız. çünkü kürdistan, beşikçi hoca’nın da altını çizdiği gibi, “sömürge bile değil, alt-sömürgedir.” sınırları yok edilmiş ve adı bile yasaklanmış bir ülke olan kürdistan için “sömürge” kavramını değil; "sömürge bile değil" veya "alt sömürge" kavramını kullanmalıyız.

    beşikçi hoca’dan dinlemeye devam edelim: " kürtlerin ağır ve acımasız politikaların hedefi olmasının temel nedeni; kürdistan'ın doğal kaynakları, doğal zenginlikleri, özellikle petrolüdür. ülkenin ve halkın parçalanması, sınırların silinmesi, insanların kafasındaki vatan kavramını da silmiştir. kürtlerin, bu süreçte, başlarına ne kadar büyük bir felaket geldiğinin, başlarına ne çoraplar örüldüğünün bilincinde olduklarını sanmıyorum. sınırların silinmesi, kürtlerin kafa yapılarının da, zihinlerinin de dağılmasını getirmiştir. kürtlerin zaaflarıysa bu politikanın uygulanmasını kolaylaştırmıştır. böl-yönet politikasının hedefi olan bir halk, toplumsal ve psikolojik bakımlardan zaaf içinde olan bir halktır. sömürge ülkelerde genel olarak böl-yönet olarak dile getirilen bu politika, kürtlere karşı böl-yönet-yoket olarak uygulanmaktadır. kürtler, bu zaaflarının bilincine varmak ve zaaflardan arınmak durumundadırlar.

    sömürge insanı özgürlük ve bağımsızlık düşünür, bunun için mücadele eder. alt-sömürge insanıysa, “kardeşlik” diye bir kavram icat eder. “kardeşiz, bin yıldır beraber yaşıyoruz” der. hiçbir şey istemediklerini, sınır diye bir sorunları olmadığını söyler. sınırların zaten kalktığını vurgular. kürtleri kandırmak ne kadar kolay. 19. yüzyıl sonlarında dünyadaki bağımsız devlet sayısı 25 civarındaydı. bugün ise 200 civarında. sınırlar kaybolmuş mu, kayboluyor mu? herkes uluslararası birliklere kendi kimliğiyle girmiyor mu?"

    beşikçi hoca’yla birlikte frantz fanon’un da konuya yaklaşımına dikkat etmemiz gerekiyor: “ötekinin sistematik inkarı ve ötekiyi her tür insani özellikten yoksun bırakmaya yönelik delice kararlılık nedeniyle sömürgecilik sömürge insanını, kendisine sürekli ‘aslında ben kimim?’ sorusunu sormaya zorlar.”

    bu noktada, kürtlerin de sorması gereken soru "biz kimiz" ve "nasıl bir ülkede yaşamak istiyoruz" olmalı. kendi dilimizde bir anaokuluna dahi gidemediğimiz, her an tutuklanma ya da öldürülme korkusuyla yaşadığımız, maruz kaldığımız hakaret hatta saldırılar karşısında savunmasız olduğumuz, annemizin kimliğini saklamamız ya da inkar etmemiz gereken bir ülkede mi? yoksa, insan ve ulus haklarımızın korunduğu ve onurumuzun işgalci devletlerin ayakları altında artık çiğnenmediği özgür ve güvenli ülkemizde mi?

    bir insan hakkından da öte, varoluş sebebimiz olan anadilimizin, ödenen onca bedelin ardından hala tv programlarında “eğitim dili olur mu, olmaz mı” tartışmaları eşliğinde yeminli kürt düşmanlarının alay konusu olmasına daha fazla ne kadar seyirci kalacağız? bir zamanlar sokakta konuştuğumuz için para cezalarına çarptırıldığımız hatta katledildiğimiz anadilimizi özgürce kullanabilme mücadelemizde, yıllar sonra geldiğimiz noktanın “kursta öğrensinler ama eğitim dili kesinlikle olamaz” talimatına ulaşmış olması, bu ırkçı sisteme bel bağlamaya devam ettiğimiz sürece alacağımız “sonuç”ların niteliğini gözümüze sokmaya yetmiyor mu?

    bizi “kürt milliyetçiliği” yapmakla suçlayanların görmezden geldiği devasa bir gerçeklik var: bizim milliyetçiliğimiz; ülkeleri işgal etme, halkların dilini yasaklama ve kimliklerini inkar etmeye yönelik bir milliyetçilik değil. tam tersi, yok edilme tehdidine karşı onurumuzla var olma ve ülkemizi sömürüden, tecavüzden ve işgalcilerin her türlü vahşetinden kurtarma amacını güden bir insanlık mücadelesi bu. bu mücadeleyi zafere taşımanın tek yolu da sömürge kişiliğin zaaflarından ve açmazlarından zihinlerimizi özgürleştirmek ve dünyanın diğer bütün halklarıyla aynı hak ve özgürlükleri talep edebilmek. kürt halkına dayatılan “hiçlik” statüsünden kurtulmanın başka bir yolu olabilir mi?

    çocuklarımızın "mankürdleştirilmediği" özgür bir ülkede yaşamak dileğiyle... saygılarımla.

    mustafa acar
  • mankurtlaşmak, orta asya efsanelerinde ortaya çıkan bir terimdir ve bir kişinin beyin yıkama ya da zihinsel koşullanma altına girmesi sonucu, kendini kaybetmesi ve kontrolünü ele alanlara tamamen teslim olması anlamına gelir. efsanede, mankurtlaşmak işlemi, bir kişinin başını dizlerine bağlamak ve uzun süre duyusal girdi vermemek suretiyle, hafızalarını ve kimliklerini kaybetmelerine neden olur. ayrıca, dış etki ya da zorlama sonucu kültürel ya da kişisel kimliklerini kaybetmiş olan bireyler ya da grupları tarif etmek için de kullanılmıştır. ancak, mankurtlaşmak kavramının yalnızca bir efsane olduğu ve gerçek hayatta hiçbir temeli olmadığını unutmamak önemlidir.
  • deve derisiyle yapılması bir tesadüf değildir. aytmatov, entry yazar gibi yazmıyordu o eserleri. başka bir hayvan yerine deve derisiyle yapıldığını belirtmesi de öylesine bir tesadüf değildi.

    devenin bolca olduğu diyarlarda fıkıh vardır mesela. mantığı modern hukuktan çok çok başka. vücut bütünlüğü modern hukukun vazgeçilmeziyken, fıkıhta feda edilmesi vardır bunun. sağ el, sol bacak çaprazlama kesme cezası vardır. modern hukuk hapis cezasını tercih ederken fıkıhta hür olmak ve köle olmak vardır en başından.

    işte insanı tıpkı bir saç teli gibi alışkın olduğunun dışındaki bir muhakemeye uzun zaman zorlarsan ve yoksulluk güneşinde kurutursan yeterince... ne mi olur? düşündüğü gibi yaşayaman kişi, yaşadığı gibi düşünür hale gelir. yasalar, kişinin tüm muhakemesini düşünme pratiklerini şekillendirme gücüne de sahiptir.

    vücut dokunulmazlığını hiçe sayan suçların artışı kafa derisinden içeri büyüyen bir saç telidir. birinin hapiste şişlenmesini dilemek de.
  • ülke insanının yarısının içinde bulunduğu durum...
  • şu an özel piyasada çalışanların %90 ı böyle. bitmişsiniz olm siz, rızkı veren allah, zaten kart borcuna yaşayıp ucu ucuna yaşadığınız bu hayatınız nereye kadar gidecek, ezdirmeyin amk kendinizi
hesabın var mı? giriş yap