• yapımcıları arasında filmde de gördüğümüz usta yönetmen sydney pollack dışında steven soderbergh ve anthony minghella gibi isimler de vardır. tony gilroy da mahçup olmamış, janrına çok uygun bir atmosferle döktürmüş.

    edit: ayrıca koç reeves'in (bkz: beyaz gölge) yaşlı halini de don jeffries rolünde görebiliriz.
  • filmde geçen michael clayton un oğlunun okuduğu kitap olan realm + conquest aslında hayali bir kitap ve stephen king in the stand kitabına gönderme

    filmin dublaj kadrosunda yer alan tamer karadağlı ve aydoğan temel efsane bir iş çıkartmışlar ki aslında dublajlı film izlemem
  • sağlam bir filmdir. gördüğüm en soğuk kanlı cinayet sahnelerinden birini ihtiva eder... 2008 yılında en iyi film dalında oscara aday gösterilmiş...

    filmde, büyük bir hukuk şirketinde büyük bir davaya bakan önemli ve güçlü bir avukatın* vicdan ve adalet mukayesesi yaparak -tabiri caizse- kafayı sıyırması ile başlayan sıkıntılı olayların devamı işlenmiş.

    başarılı ve güçlü avukatımız arthur'un kafayı bozmasına sebep olan dava, 2001 yılında oscara aday olan erin brockovich filmini anımsattı. benzer bir "sağlık ihlali" teması. zaten çeşitli psikolojik sorunları olan ve ilaç tedavisi gören arthur'un, bu davada "doğru tarafta olmadığını" fark etmesi ve yüzlerce insanın sağlığının hiçe sayıldığını anlaması, bir anda sert bir şekilde taraf değiştirmesine sebep oluyor.. dünya çapında 20 den fazla ülkede bürosu bulunan hukuk şirketinin "imaj" sorumlusu karen*'da, şirketin adı lekelenmesin diye bu tehlikeli taraf değişikliğine karşı sessiz, etkili ve minimum zararlı bir çözüm buluyor. ama bu çözüm diğer avukatımızın* hiç hoşuna gitmiyor..

    filmde şirketin adı lekelenmesin diye pis işlere bulaşan karen'ın ayna karşısında ki provaları, kıyafet seçimleri, soğuk ve resmi tavırları vs. ne kadar imaj düşkünü bir insan olduğu ile şirketin imajını korumak için neleri göze alabileceği arasında ki bağlantıları vurguluyor. karakter-karar uyumu açısından ilişkiler kurulmuş yani.. ve bu rol için özellikle tilda swinton seçilmiş diye düşünüyorum. zira büyük şirketlere has, taşıması gereken "gökdelen soğuklu", cuk oturmuş yüzüne.

    tom wilkinson'un oyunculuğu ise yine her zamanki gibi mükemmel.. gerçekten çok iyi bir oyuncu. ve işine, mesleğine ne kadar hakim olduğunu bir kere daha görmüş oldum bu filmde. ayrıca canlandırdığı karakter bana better call saul dizisinde michael mckean'nin canladırdığı chuck mcgill karakterini anımsattı: mesleğine muazzam hakim, deha niteliğinde, çok güçlü bir avukat.. ama ruh hastası.

    filmin bir diğer başarılı oyuncusu da, "atları da vururlar değil mi?" (bkz: they shoot horses dont they) filmi ile beni bir dönem hayattan soğutan yönetmen sydney pollack. başarılı bir yönetmeni bir de "oyunculuk performansı" ile izlemek daima ilgi çekici gelmiştir bana.. yönetmenin oyunculuğu.. evet.. yönetmenin oyunculuğu.
  • --- spoiler ---

    telefon çalar;

    - arayan polis mi ?
    + hayır. onlar asla aramazlar.
    --- spoiler ---
  • biri de çıkıp dememiş ki film aslında abd'deki tahıl firmalarının çiftçi ailelerini nasıl pazar dışına attığını, ürünleri zararlı işlemlerle piyasa nasıl sürdüğünü, gıda sektörünü sağlık noktasında ciddi sıkıntılara sokan evil corp'larla mücadeleyi ve bu mücadeleyi veren idealist çiftçileri nasıl geri püskürttüğünü anlatıyor. ve bu mücadeleyi ancak kendileri kadar evil power'la kazanabileceğini anlatıyor. brexit süreci başladığından beri abd ingiltere'yi cafo ihracatına zorluyor. üstüne pişkin gibi dünyada kimse cafo'da yanımızda durmuyor diyor. neyse ki ingilizler aptal değil, vatandaşının sağlığına, çiftçilerine ve sektöre değer veriyorlar. ama bu adamlarla baş edebilmek için michael clayton gibi adamlardan fazlasına ihtiyaç var ne yazık ki.

    https://althealthworks.com/…h-this-clip-and-decide/
  • https://youtu.be/v5svc80ln3q



    fifties, is it still fifties? when you came to boston, you remember? god, you must’ve had a thousand of them!

    the cash the smile the quiet word in the corner of course it’s you, michael, who else could it ever be? but michael, please, before you sweep, please just hear me out just try because it’s not like
    boston it’s not an episode relapse f*ck up.

    ı’m begging you, michael, make believe it’s not just madness, because it’s not just madness.
  • clooney'in vasat filmerinden biri, konu kayda değer değil bence, ilgi çeker gibi oluyor ancak filmden zaman zaman kopuyorsunuz, çok derin anlamlar yüklenmemiş öyle tekdüze, yalın, monoton ve soğuk bir film...
  • bu filmi kaç senedir açarım 15 dk izler kapatırdım. 4-5 sefer yapmışımdır aç kapa işini.beni çekmezdi içine sarmazdı. bugün ha gayret dedim ve izledim.

    yok abi bize göre değil böyle bol diyaloglu, kim davalı kim davacı muhabbetleri. başı güzel başladı ama ortalara gelince sıktı be hacılar.

    sana puanım 5 kanka.
  • aşırı gizemden boğulmuş bir film. gereksiz, fazla, anlamsız çok yer var diyaloglarda. gizem vereceğiz derken izleyiciyi sıkan film yapmışlar, konusunu izlemeden önce bilmeme rağmen filmden bir şey anlayamadım, ilk bir buçuk saati üç saat gibi geldi bana.

    aslında önemli ve güzel bir konuya değinmesine rağmen olayları sürekli ima yoluyla anlatalım da gizem verelim, gerilim artsın demişler sanırım ama aşırı naz aşık usandırır hesabı aşırı gizem seyircinin ne izlediğini anlamamasına, karakterlerle duygusal bağ kuramamasına, filmin içine girememesine yol açıyor.

    görüntü ve yönetmenlik açısından başarılı, oluşturulan görsel atmosfer gizem ve gerilimi hissettiriyor. ama seyirciyi içine çekecek iyi bir kurgu yapılamamış bence, çünkü hiç ipucu vermeden finali gören bir senaryo var.

    olaylarda başrol oynayan şirketin tam olarak ne iş yaptığını bile bilmiyoruz yani siz düşünün, tohum mu satıyor tarım ilacı mı satıyor, doğayı mı zehirlemiş çiftçileri mi tehdit etmiş, bunları nasıl yapmış filan hiçbir şey net değil. film hakkında hiçbir şey okumadan filmi izleyin; akan kurguda sürekli kim, ne, nasıl, neden diye sorgulamaktan başka bir şeye odaklanamaz ve seyir zevki alamazsınız. karakter çeşitliliği de çok yok zaten, diyaloglar desen kısır ve tatsız, sonunda ne izledim ben filan dersiniz.

    sonuç: sıkıcı. seçenek çok, başka şey izleyin.
  • --- spoiler ---

    genel olarak kapitalizm eleştirisi denebilir film için. kocaman şehir hayatında para veya güç, hatta her ikisi birden satın almış insanları. yozlaşmanın, insani değerlerin kaybolduğu bir dönemde geçiyor, yani günümüzde.

    avukatlık veya mahkeme filmi olarak tanımlamak yanlış olur. insanlık sınavı bana göre film. öyle bir film izlemek isterseniz erin brokovich'i tavsiye ederim.

    michael clayton, bu düzenin içinde var olmak istemeyen ya da var olamamış bir karakter aslında. başarısız bir evlilik, üstüne kumar bağımlılığı. yetenekli bir karakter ama iş hayatına bir şekilde yansıtamamış. özellikleri olan biri, bunu da kullanıyor. ancak kapitalizmin uşağı olma yolunu seçmemiş.

    arthur ise bu kapitalizmin yolunun dibine kadar batmışken vicdani bir aydınlanma yaşamış ve doğru yolu seçmeye çabalıyor. bu işi tedbirsiz davranarak eline yüzüne bulaştırıyor bence. filmde eşini kanserden kaybetmiş gibi anladım ama yanlış da olabilir. sonuçta bir yıl önce eşi ölmüş ve orada bir kırılma olmuş.

    unorth şirketinin hukuk birimi danışmanı, yani tilda swinton, tam olarak ruhunu satanlardan. başarı ve güç yolunda her şeyi bırakan zihniyeti temsil ediyor. filmde en kötü karakterin kadın olması tabii ki özellikle seçilmiş. daha acımasız, hayatı sadece iş olan bir kadın. dengeden bahsediyor bir gazeteci, apışıp kalıyor, hatta zırvalıyor bana göre. çünkü hayatında bir denge kalmamış, hırsları her şeyin üstüne çıkmış.

    film aslında temsili karakterlerin biraraya getirilmesinden oluşmuş gibi geldi bana. her karakter bir grubu temsil ediyor. zengin olanlar, vicdanlı olanlar, paraya ruhunu satanlar ve satmayanlar.

    michaelin oğlunun, filmin başlarında anlattığı kitap konusu aslında filmin geçtiği dünyayı yani aslında dünyamızı anlatıyor. müttefiksiz, iyilerin ve kötülerin olduğu bir dünyadayız. ve gemisini kurtaran kaptan lafını duyuyoruz. sadece amerika değil üstelik, her yer böyle. bireyselleşme, birey başarısı, gücü...

    anlam olarak derinlikli bir film. dram olarak yetersiz sanki, kurgu bilinçli olarak karmaşık yapılmış bana göre. yoksa hollywood olmazdı. durağan olsaydı gişede zorlanırdı.

    teknik olarak tertemiz bir film. yönetmen, her biri bir fotoğraf karesi olacak kadrajlar üzerinden gitmiş. mesajı olan inceleyecek plan arasanız var ama az. örneğin girişte büyük şehirde kaybolan insanlığı betimlemiş.

    aslında tek adam filmi gibi duruyor ama yan karakterler de güçlü. ama kim daha güçlü hissetmiyorsunuz. bana göre öne çıkan, diğerini ezen yok.

    atlar hayatını kurtarıyor michaelin. bu en derin mesaj aslında bana göre. tek çıkış yolumuz doğa. ona iyi davranmak.

    ben oyunculuk olarak muhteşem bir şey göremedim. herkes işini en güzel şekilde yapmış.

    sonuç olarak ben beğendim. düşündürdü. bu kadar da yazdırdı. daha ne olsun...

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap