• istanbul'dan sonra bana en cekici gelen sehir.
    (3. sirada londra var)
    simdiye kadar bu sehir hakkinda hicbir sey yazmamis olmam tuhaf geldi.
    soylenebilecek cok sey var ama hangi birini yazacagini sasiriyor insan.

    kesinlikle arada bir ziyaret edilmesi gereken, ayrilirken hep birseylerin eksik kaldigi sehir.

    tabi ki butun bu bahsettiklerim manhattan ile ilgili. brooklyn, bronx ve diger kisimlari hakkinda yazacak cok sey bilmiyorum.

    her gidiste broadway'de bir müzikal izlenmesi, central park'ta kisa da olsa bir yuruyus yapilmasi gerektigini dusundugum mukemmel sehir diyerek kisaca bitiriyorum simdilik.
  • emlak fiyatlarinin tavana vurdugu $ehir. bir kac yil once verdiginiz 2000 dolar $u anda size kibrit kutusu gibi bir yer saglar manhattan'da. kira kontrollu bir yer bulup ta$inmamak en akillica $ey.
  • ilk gittigimde nedense caddede ayni anda hem yuruyup hemde fotograf ceken mutlu turistlerin aksine cabucak isinamamistim bu sehire. evet cok guzel, cok parlak, macera dolu bir sehirdi. sonraki gidislerde ne eksildi ne de fazlalasti bu duygu ama ben hep o insana cok sey katan hareketliligini aktivitelerinin coklugunu one surup new york'un gercekten guzel bir sehir oldugunu telkin ettim kendime.
    ama bugun anladimki insanlarini cok ihmal eden bir sehirmis bu new york, tum o hayat dolu yasantisina ragmen. binbir turlu umutlarla dunyanin en iyi okullarindan birine gidip tamda hayatimin en doruk noktasindayim demesi gereken bir insani mezuniyetine 1 ay kala canindan vazgecirecek kadar umutsuzluk asilayan bir sehirmis.
    yine gidecegim, yine yuruyecegim o uzun sokaklarda ozgurce yuzumu yalayip gecen ruzgar esliginde; ama artik eskisi gibi olabilecek mi iliskimiz bu sehirle, onu bilemiyorum iste.
  • isigin sel olup aktigi sehir. city of lights.
  • çoğu hollywood filminin başrol oyuncusu. bir nevi özetidir dünyanın. her ırktan, her dinden, her türden insanı barındırır.
  • w 70 st ile amsterdam avenue kesişiminde başlayıp, brooklyn arka sokaklarında bir telefon kulübesinde biten bir yazın hikayesidir nyc.

    ayrıca;

    w 70 st, amsterdam avenue’de, rezidansları ve sinagogları ile çoğunlukla fifty cent bedelinde bir armudu satın alırken pazarlık eden yahudileri; rite aid pharmacy'nin cana yakın müslüman güvenlik kuvvetleri ile geçen hoş sohbetleri; göz pınarlarımın dolmasına vesile olmus, babaannesi turk olan ve cat pat turkcesiyle "ajda pekkan yasıyor mu?" sorusuyla gonlumde taht kuran bir mısırlı nine ile gecen samimiyet ve masumiyet kokan diyalogları; ehrlich’s adında her nevi alkollu içecek satan bir dukkanın onunde bir aksam ustu, yeni gune cıkamayacak sebzeleri uc bes kurusa kapatan pakistanlılar ile gecen kahkaha dolu konusmaları; bir gece acıyarak baktıgım arjantinli bir homelessa ikram ettiğim yiyecekleri kabul etmeyişini ve oradan kosarak tuttugu bir taksiyle uzaklasmasını; her gece elindeki pazar arabasıyla dukkan dukkan dolasıp recycling babında topladıgı her turlu materyali homelesslarla paylaşan, vakti zamanında isvicre’de bir hemsire olarak gecirdiği yılları gözyasları içinde anlatan tonton teyzeyle geçen muhabbetleri ile damakta tad bırakan,

    36 w 23rd st’de, yer alan home depot magazasının yanında yer alan mark ecko adlı tekstil markasının vice presidenti ile gecen kah gulucuk kah kapitalizm kokan konusmaları, 132 w 23rd st’de yer alan kilisenin sagladıgı hizmetlerden yararlanmaya geldikleri halde alıskanlık olsa gerek ısrarla geceleri dısarda yattıklarını gördüğüm homelessları, gece yarısı “lan bu turke benziyo” diyerek tanıstıgım halı tuccarı bir turkun beni bozmaya calısırken attıgım golu ve gece yarısı tanıstıgım amerikalı sıradan bir ikiliye; “siz ne kadar benziyorsunuz, kardes misiniz?” dediğimi ve sevgiliyiz cevabını aldıktan sonra “ozaman yata yata birbirinize benzemişsiniz” söylemime dakikalarca gulmelerini ve bunlar gibi nicelerini hatıralarıma kazıyan,

    gunlerce gecirilen umarsız gunlerin kafa yorgunlugunun liseden iki arkadasın yanında dinlenerek geçtiği brooklyn gunlerini unutturmayacak,

    sehir.
  • yeni tasindigim icin evimde internet yok, mahalledeki cafelerden birisinde e-maillerimi kontrol edip cevap yaziyor, bir taraftan da kulakligim takili muzik dinliyorum. yanimda kitap okuyan cocuk beni durterek elindeki kitabin yazarinin resmini gosteriyor ve kahve sirasinda bekleyen adamin o olup olmadigini soruyor. dikkatlice inceleyip onayliyorum, cocuk hemen kalkip adamin yanina gidip tanisiyor, birkac dakika sonra geri geliyor, kitap ve adam hakkinda konusuyoruz.

    adamin pulitzer odullu junot diaz oldugunu ogreniyorum.
  • subwayde fareden hallice, sican mertebesine erismis; daha ziyade bir ninja turtles'la yanyana tren beklenen cosmopolit.
  • central parktan time square meydanına doğru yürürken, nerden nereye beaa diyerek iç çekip dünyanın her anlamda hegemon gücünün aslında bu gücü görsel olarak kişilere sunduğu kalınası, görülesi, fakat bunların mümkünse 12'den sonra yapılası aksi takdirde çöpçüler, polisler ve toplu taşıma araçlarının sokaklarda fink attığı bumuymuş lan new york dedikleri gibisinden repliklerin inceden kullanılmaya başlanıldığı ve hep ilk günki gibi elde bavul port aurithy otogarından çıkılarak hatırlanılan amerika'nın metropolü.
  • (bkz: overrated)
hesabın var mı? giriş yap