• nükleer silah teknolojisine sahip iki ülke arasındaki bir savaş halinde taraflardan birinin yapacağı bir nükleer saldırının, karşı tarafın aynı şekilde karşılık vereceği ve iki tarafın da tamamen yokolması ile sonuçlanacak, kazananı olmayan bir çatışma yaratacağı esasına dayanır. nükleer silah taşıyan denizaltıların dünyanın dört bir yanında saldırıya hazır bekleme sebebi, karadaki saldırı sistemlerinin tam tahribatı sonrasında bile karşı tarafın imhasını garantilemektir.
    komiktir ki insan ırkı olarak hala hayatta olmamızın temel sebeplerinden biridir.
    (bkz: kıyamet saati)
  • nükleer silahları olan her iki ülke birbirine karşı silahlarının yapısı, menzili, ateşleme süresi ve reaksiyon zamanı gibi etmenlerle birbirlerine karşı bir caydırıcılık oluşturur. nükleer silahı olmayan bir ülkenin nükleer caydırıcılığından söz edilemez. ancak nükleer silahları olan bir ülke diğerlerinin etrafındaki ülkelere önleyici füzeler yerleştirirse (bu füzelerin klasik samlar dışında atmosferin çok çok üstünde önleme yaptığını düşünmeliyiz.) nükleer caydırıcılıkta bir adım öne geçer ve karşı tarafı kendi silahını kullanamamaktan dolayı agresifleştirir. bu arada tüm dünyada istediği gibi gezebilen ssbn tipi denizaltılardan atılabilen nükleer silahlar ise konuşlanma pratikliği açısından en tehlikeli nükleer güç çarpanlarıdır.

    şimdi amerikanın şu sıralar uyguladığı nükleer caydırıcılık politikasına bakalım:

    hindistan ve pakistan ilk nükleer silahlarını ortaya çıkardıklarında amerika her iki devlete de ayrı ayrı küstü. 6 ay kadar göstermelik bir ambargo uyguladı. aslında hindistan 'dan asla vazgeçemediği için hindistan 'ı bu ambargoda kayırdığını bile söyleyebiliriz. ama sonuçta bu iki ülkenin nükleer silahlarını zorla toplamak yerine onlara kol kanat gererek kendi ekseninde tutmayı yeğledi. şu sıralar da pakistan 'ın üstüne titriyor. ülkede talibanvari bir darbe olmasın silahlar teröristlerin eline geçmesin diye.

    amerika, rusya 'ya karşı orta asya petrol kavgasına karşı koz olarak polonya 'ya füze savunma sistemi yerleştiriyor. yoksa rusya 'nın rt-2utth topol-m füzeleri şu anda belki de dünyanın en gelişmiş silahları ve öyle böyle önlenebilecek silahlar gibi görünmüyor. hele ki rusya ile amerika arasında en kısa mesafenin polonya değil de kuzey buz denizi olduğunu düşünürsek.

    iran 'da ise silahlar israil ve ortadoğu 'daki amerikan hedeflerini tehdit ediyor. kanımca bu cephe hattında türkiye yok. maksat iran'ı batıdan sıkıştırmak.

    bu arada baba bush 'un yıldız savaşları hikayesine kadar uzayan füze kalkanı projesinin daha başarıyla çalıştığı da operasyonel olarak ispatlanmış bir şey değil. beyin fırtınasını ilerletmek gerekirse türkiye üzerinde füze kalkanında ısrar ederek bir yandan iran üzerindeki uluslararası baskıyı arttırıyor, ülkede girilememiş hala gizli nükleer tesislere dikkati çekiyor, milyar dolarlık bir silah projesini sıcak tutuyor, terörist ülkeler korkusunu da körüklüyor.
  • uluslararası ilişkilerde: (bkz: deterrence) (bkz: nuclear deterrence)
  • uluslararası ilişkiler ve siyaset alanındaki hemen her şey gibi fazlasıyla tartışmalı, civcivli ve olası yeni gelişmelerle hakim görüşlerin de değişebileceği bir konu.

    mesela on yıl öncesine kadar rahat rahat nükleer silahlara sahip iki ülkenin doğrudan karşı karşıya gelemeyeceğini söyleyenler vardı, ciddi bir itibarı da vardı bu görüşün. işi daha da abartarak nükleer silahların görece dünya barışına katkı sunduğunu iddia edenler de vardı. ki, tamamen haksız sayılmazlar ama bu noktada tek başına nükleer silahlar mı bu caydırıcılığı sağlıyor, yoksa genel olarak savaşların hem maddi, hem insani olarak aşırı derecede maliyetli olması yüzünden mi böyle oluyor onu kestirmek zor.

    aslında bu nükleer caydırıcılık meselesinde şöyle bir sıkıntı da var, eyleme geçildikten sonrasıyla alakalı çok bir şey söylemiyor bize. yani tamam, nükleer savaş ihtimali aklı başında insanların göze alabileceği bir risk değil ve bu yüzden haklı olarak tarafların bu korkunç riski göze alamayacakları varsayımında bulunuyoruz bir taraftan. ama diğer taraftan da çok manyak bir canlı türüyüz, kollektif olarak her türlü aptallığı yapabiliriz.

    diyelim ki ok yaydan çıktı, ilk nükleer füzeler ateşlendi. sonra? artık ortada bir caydırıcılık yok, tersine karşı tarafın misilleme yapma zorunluluğu doğuyor bir bakıma. ve insan gerçekten çok acayip bir yaratık, hemen koşullara adapte olabiliyor. bugün “allah korusun” diyoruz ama yarın başımıza geldiğinde bu sefer karşı tarafı neredeyse tamamen yok edene kadar durmamak konusunda hezeyana kapılabiliriz kolaylıkla. bu konuda kubrick’in dr. strangelove filmi benim anlatabileceklerimden çok daha fazlasını anlatıyor, o yüzden geçiyorum.

    ama bir yandan da şu aklıma geliyor. bizim için bu nükleer silah illeti yeni bir mesele sayılır. abd denek olarak japonları seçtikten sonra çok kısa bir süre tek nükleer güç olma ayrıcalığına(!) sahip oldu. neyse ki sovyetler kısa sürede abd’yi yakaladı da bir denge oluşmuş oldu.

    peki tamamen varsayım olarak, yakın gelecekte bir şekilde tek bir nükleer hegemon olursa ne olacak? böyle bir durumda elinde böylesine önemli bir gücü tek başına bulunduran bir devletin bu gücü kullanmasını sınırlandırabilecek çok az mekanizma var aslında. dediğim gibi, böyle bir dönemi çok kısa bir süreliğine yaşadık ve bu kısacık süreçte iki japon şehri yerle bir oldu. öte yandan denge kurulsun diye nükleer silahlara sahip ülkelerin sayısının artmasını desteklemek de çok saçma geliyor bana, çünkü basbayağı içinde yaşadığımız dünyayı bir barut fıçısına çeviriyoruz bu şekilde.

    o yüzden bu nükleer caydırıcılıkla ilgili tüm varsayımları her seferinde yeniden gözden geçirmek lazım. robotların ve yapay zekanın insanların önüne geçmesinden de, uzaylı istilasından da çok daha korkunç ve çok daha yakın bir tehdit bu insanlık için. uçan otomobiller nerede kaldı diye yakınırken kendimizi kısa bir süre içinde nükleer serpintilerden korunmak için mağaralara sığınırken bulabiliriz yani.
  • nükleer caydırıcılık: düşmanı kendi nükleer güç kullanma kabiliyetin ile korkutarak saldırmaktan vazgeçirebilmek.
    dehşet dengesi; nükleer silah güce sahip ülkelerin birbirine saldırdığında nükleer savaş çıkmasından korkması. yani çift taraflı nükleer caydırıcılık durumu.

    savaşan iki tarafın yok olmamak için birbirine atom bombası atmaması dehşet dengesidir. soğuk savaşın normal savaşa dönüşmeme sebebi de bu dehşet dengesinin korunmuş olmasıdır.

    kim jong-un ile muammer kaddafi arasındaki fark nükleer caydırıcılıktır.
hesabın var mı? giriş yap