• güzide kampüse kayıt için geldiğimizde, yol bilmez iz bilmez şekilde ilk bulduğumuz yere oturmuş idik ailecek (bkz: entry ye anı serpiştirmek). hımm neymiş buranın olayı, duvarlarda emek, sol, halklar filan yazılar var. sigara dumanı bulut olmuş. alala, demek boğaziçi’nde de böyle yerler varmış… etrafı inceleyeceğine otur sarı kart doldur, schedule’ ı çözmeye çalış… acaba hala sarı kart var mıdır?

    belki de boğaziçi’ nde ilk orayı gören, kantin diye de orayı belliyordur. oflanıp poflanan, kıymeti bilinmeyen okul yıllarında eşi dostu görmeye oraya iniyordur, kimseyi bulamasa bile bir masaya ilişip kahve eşliğinde gazetesini okuyordur. sık sık boynu yazmalı kızlar, sigaradan sesi çatallaşmış erkekler gelir, kantin sakinlerini basın açıklamasına çağırır. genelde kadife pantolon giyiyor olurlar. neblim, öyle kalmış aklımda. ha burası bir de depresyon hırkasının en başarılı örneklerinin er meydanıdır. bazen yanındaki seni dürter: “yaw bu sivil hala burada mı?”. bazı orta kantin sakinleri, o an onlarsız devam eden sınavları şerefine tavla atar. arada oranın asıl sakini olmayanların yolu düşer, “yahu burada asıl nefes alıyorsunuz?” der kaçar.

    kırk yılın bir başı orta kantin sakininin sosyete’ye yolu düşer, “yar bana bir ders notu medet” diye. ön sıralardaki çalışkan kız grubunun sosyete’ de olduğu duyumunu almıştır. sosyete’ ye girdiğinde ortamın ışığından afallayabilir. zira orta kantin loştur*. topladığı ders notlarını tevzi etmek üzere orta kantin’ e geri ışınlanır.

    orta kantin bir anlamda da, umutsuzlar merdiveni sakinlerinin kışlık ikametidir. bahar gelir, orta kantin sakinleri yavaş yavaş umutsuzlar merdiveni’ ne taşınmaya başlar.

    lakin çoktan beri masaları, sandalyeleri değişmiş durumdadır. hani kıl bir söylem lakin söylemek de elzem, ruhunu kaybetmiş gibidir. marka taşımayan, daha büyücek masa ve sandalyelerin olmadığı, hafif izbe bir orta kantin’ i bilmeyen nesle aşina olmasak mı nedir…
  • artık kendisinden birşey almadığım kantin.

    yaz okulu, öğrenci işlerinden mail gelir "tüm kantinlerde fiyatlar şudur budur, daha pahalıya almayınız" diye. iyi deriz, geçeriz. gün olur susarız, su almak için orta kantine gideriz.
    ben su alırken bir karışıklık olur, para üstü olarak "sakız al" denir, ama aynı zamanda para üstünü de almışımdır, yazdır, sıcaktır, dersten çıkmışımdır ve büyük bir gaflette bulunarak "su ne kadardı, 35 kuruş değil mi" diye sorarım. aklımda kalan kadarıyla o mailde suyun 35 kuruşa satıldığı yazmaktadır. dan dan dan! işte büyük yanlış! kasadaki abi bir anda asabileşir "senin için 50 kuruş yaptım şimdi suyu" der. nasıl yani derim, suyun fiyatını sorduğum için beni cezalandırıyor musunuz? cevap kaba bir "evet"dir. "ya al 50 kuruşa, ya git." bu kadar basit.
    olay şudur, okuldaki diğer tüm kantinlerin 35 kuruşa sattığı suyu orta kantin 40 kuruşa satmaktadır. üç kuruşun beş kuruşun derdinde değilim, asıl sorun orta kantinin bu rahatsız edici tavrıdır. ne öğrenci işleri, ne de diğer kantinler orta kantini işleten insanların umrunda değildir. ben de sorduğum soru yüzünden cezalandırmaya layığımdır. ne karar çıkmış olursa olsun, o istediği fiyata satar. tüm kantinler uymak zorundaymış, peh! orta kantin her hangi bir kantin değildir. astığı astık, kestiği kestiktir.

    sosyetenin yağ kokusu, kalabalığı vesairesi varken, orta kantinin de bu acayip yaklaşımı var. nerelere gidelim, nasıl edelim, bilmem ki...
  • katledilmesinden bir kaç ay önce hrant dink'i konuk etmiş mekandır.

    konu tüm saçmalığıyla devam etmekte olan 301 davasıydı. son zamanlarda anlatmaya çalıştığı şeyleri anlamak istemeyenlere inat, bunlardan duymuşluğuyla kalmasınlar diye boğaziçililere kendi ağzından anlatmak istemişti. agos'taki ilgili yazı dizisinden bahsetti. salondaki neredeyse hiç kimse o yazıyı okuma şansı bulamamıştı (çünkü agos internetten üyelik isteyen ve şimdiki kadar kolay bir şekilde her yerde bulunamayan bir gazeteydi). fakat yine herkes, türkiye dışında yaşayan bir grup insana yazan, ne demek istediğini her fırsatta anlatmak zorunda kalmaktan dilinde tüy bitmiş bu adamın ne ile suçlandığını biliyordu. itiraf edeyim, dediklerine ben de bir türlü inanamıyordum. çünkü, onu hiç mi hiç tanımıyordum. çamur atılmıştı bir kere, ve benim bu adam hakkında söylenenler doğru mu yanlış mı diye bakıp öğrenecek hiç bir kaynağım yoktu. kimse referans olmamalıydı onu bana tanıtmak için, çünkü bu yine yanlı bir anlatım olurdu. en iyisi o ve diğer eski yazılarını bulmaktı. bahsettiği yazıya ulaşmak için de epey arama motoru eskittim, ve açlık sınırında yaşayan öğrenci halimle sırf o yazıyı okumak için yine hiç tanımadığım bir gazeteye 6 aylık abone olmak istemiyordum. artık ocak 2007'e yaklaşılırken o yazı nihayet agos'un sayfasındaydı. ama biraz geç mi kalınmıştı?

    301'den bahsederken valiliğe çağırıldığından bahsetti. "bana haddimi bildirmek istediler" dedi. valinin yanında, hrant'in tanımadığı ve kendilerini tanıtmayan birkaç insan daha olduğunu söyledi. üstü kapalı tehdit etmişlerdi işte. o iki adam postallarını çıkarmayı unutmuşlar mıydı acaba? keşke buna dikkat etseydi. ama böyle bir şeye karşılık susmayacağını söyledi. bu durumu da gazetesine yazacaktı. işte yiğitçe bu yapmak istediklerini söylemesinden, yavaş yavaş nasıl bir insan olduğunu anlamaya başlıyordum.

    derken 301 bahsı bitti. geldik başka konulara. haa, tabi bahsetmeye lüzum görmedim. elbette ortam en demlisinden solcu gençler ile doluydu. misal, "türkiye'nin avrupa birliğine üyelik süreci hakkında ne düşünüyordu? "oraya girmemiz lazım çocuklar" gibi bişeyler dedi. ama bunu sırf ora istedi diye yasaları bir bir geçirerek değil, demokrasiyi ülkeye sindirterek yapmalıyız. sonra dinleyenlerden biri kalktı. sen ne biçim solcusun gibisinden sordu. solcuysan ideallerin nerede? dedi hrant'a. "ben ideallerimi asla bırakmadım, bırakmam da" dedi. ama bunu bir gün başarabilmek için gerçekçi adımlarla ilerlemeliyiz. ülkenin geleceği herkesin eşitliği, refahı ve özgürlüğü doyuncaya kadar yaşayabilmesindedir.
    biz ona teşekkür ettik, o bize etti. bir kaç ay sonra da kara haberi geldi...
  • 1990 eylül'ünde, ilk adım atığımızda babama ''hımmm çok iyi, cumhuriyet okuyor çocuklar burda.'' cümlesini kurdurtan kantin. neyse, sonra radikal çıktı.
  • buranın mobilyalarını falan tamamen değiştirmişler, nezih bi havası olmuş. ortaya kocaman bir masa, etrafında da ikea ürünlerini andıran çalışma masasına benzer ahşap sade masalar konmuş.

    işletmesi değişti mi bilmiyorum ama görevliden bir çay istediğimde "çay kalmadı ama size filtre kahvemden ikram edeyim" demesi buranın sosyalist mi yoksa neo-liberal kantin mi olduğu konusunda beni bir an düşüncelere sevketti.
  • beyaz peynirli kepek sandviçi muhteşem olan, peynirin kalitesi ile harika bir tadı damağıma salan kantin.
    kasadaki adamın tavırlarına da hastayım, o ayrı.
    - bir beyaz peynir kepekli, bi hede bir hödö, ne kadar acaba
    - 5 milyon 50 bin
    - hıım surda bozuk olacaktı, bi dakka
    - önemli değil 50 bin. - mühim olan insanlık tarzı bir bakıs - olum bir kepek, beyaz peynirli. evet sıradaki.
  • buraya ucuz diyenin kafasina odunla vururum. az once beyaz peynirli domatesli sandvic ve orta boy filtre kahveye 11 lira verdim, icime oturdu. teras kantin'de ayni seyi 6,5 liraya alabiliyorum. tanim: eskiden fiyatlari ucuz olan bogazici universitesi kantini.
  • bağımlılık yapıcı boğaziçi kantini. chillout müzikleri, enfes kahvesi, yaz kış bulunan taze sıkılmış portakal suyu, zeytinyağlıları ve envai çeşit sandviçi ile vazgeçilmezim. bunlar arasında sanırım beni gerçekte çeken müzik. murat dalkılıç falan çalan teras kantine burnumun ucunu dahi sokmayışımın sebebi de aynı etmen. şu anda orta kantinden yazıyorum evet, o yüzden bu kadar gazlara gelmiş olabilirm. siz bakmayın bana. hayattaki en büyük keyiflerinden biri orta kantinde 'çürüme' derecesine vardırıncaya kadar pineklemek olan birinden ne beklenir ki?
  • her şeye rağmen insanın burası benimdir diyip soluk alabileceği mekan. kabuk.
  • girişinde solcu öğrencilerin masa kurup dergi falan dağıttıkları, hiç bir zaman net göstermeyen televizyonunda haber saati gelip de birisi müdahale edene kadar kral tv'nin açık olduğu, her masanın üstünde devrimci öğrenci hareketinin rektörlüğün herhangi bir hede hödö kararını protesto ettiği yazılardan ikişer tane bulunan, sigara dumanı-tavla sesleri-kral tv-kasanın "bi kepekli beyaz, iki poğaçaaaa" nidaları arasında sıkılmadan iki üç boş dersin geçirilebileceği boğaziçi üniversitesi güney kampüsteki kantin.
hesabın var mı? giriş yap