• the cureun bence en iyi albümü.. şarkılar arasında yarmış tematik bağlantılar, süper sözler, süper müzik..
    sanki metropolde, ayakları kanayarak yürüyen ve kan kaybettikçe anlatmaya devam eden günümüz insanın trajik masalı gibi bütün albüm.. evet.. trajik bir masal..
  • client ın city albümünden 7 numaralı güzel şarkı. sözleri:

    i'm so tired of this
    it brings me down
    i'm nothing when you're not around
    you know you're obsessed
    and i am too
    'cos we're the same in the things that we do

    and i love the way you talk to me
    and i love you're own philosophy
    and i love the way that you want it too
    this is our time, i can't refuse

    it's you and me monogomy
    just you and me pornography

    it's everywhere
    in everything
    every day i'm not promising
    we don't have to be good
    or play by the rules
    'cos we're the same in the things that we do

    and i love it in the morning
    and i love it in the evening
    and i love the way that you want me to
    this is our time, i can't refuse
  • the cure un en bunalım albümüdür. albümdeki şarkılar sırasıyla şöyledir;

    1. one hundred years
    2. a short term effect
    3. hanging garden
    4. siamese twins
    5. the figurehead
    6. a strange day
    7. cold
    8. pornography
  • üst üste piyasaya sürdüğü mükemmel albümlerin ardından, kendi halindeki iyi bir pop grubunun bir joy division albümü ile dünyayı yerinden oynatacağını kimse tahmin edemezdi herhalde. o dönemi birebir yaşamış olsaydım, en sevdiğim albüm olabilirdi. şimdi ise o dönemi nasıl bir ruh hali içerisinde geçirdiklerini tahmin edebileceğim olağanüstü bir eser olarak görüyorum. "sert" kelimesi müzikte daha çok gitardan çıkan sesin gücünü tanımlar. ama sanmıyorum ki en "sert" albümler bile pornography'nin eline su dökebilsin. her şey kusursuz bir rahatsızlık ve kaos hissi ile başlıyor. ve bitiyor. arada tek bir şarkı bile atlamıyor the cure. one hundred years'ın dinlenebilirliği belki başta kandırıyor insanı ama "it doesn't matter if we all die" ile başlayan bir albümden (ve şarkıdan) ne kadar korkunç şeyler beklerseniz bekleyin, daha ötesini bulacaksınız. beyninize saplanan çengelleri her şarkı ile tekrar tekrar çekip saplayacak grup. pek çok algılama merkezinize hasar verecek. çünkü bu albüm hayatın yabancılaştırıcı parçaları üzerine kurulu. "give me your eyes that i might see, blind man kissing my hands" gibi cümleleri duyduğunuz noktalarda duracak ve zihninizin karanlık haritalarının aydınlandığını hissedeceksiniz. üstelik bu albümdeki hiçbir şarkı belki de, disintegration'dakiler ile yarışamaz. ama ortaya çıkan bütün, o kadar kuvvetli, akıcı, yoğun ki modunuza göre bu albümü çok daha yukarılarda tutmanız olası. çünkü the cure, en uç noktalara vardığı albümlerinde bile buna yaklaşan bir şey yapamadı. yapamayacak da. pornography şiddeti ile, kanı ile, buz gibi soğuğu ve siyam ikizleri ile eşsiz bir albüm olarak kalacak. bu albümle ilgili her zaman ilginç bulduğum nokta ise şudur: bu albüm the cure'un sahip olduğu müzikal kapasitenin yarısını bile içermez. tüm şarkıları ürkütücü melodiler, yankılı davullar, gidip gelen robert smith sesi ve "pornografik" sözler üzerine kuruludur. o kadar zekice yapılmıştır ki, tek bir noktada eksiklik olsa belki de tüm her şey üstüste yıkılabilir ve ortaya bomboş karanlık gürültü çıkabilir. ama tek bir noktada bile sendelemiyor albüm. albümü dinlememiş birinin şarkıların isimlerini tek tek okuması ile başlıyor bu üstelik. insan beyninin üretebileceği en karanlık öykülerin ince demir teller ile birbirlerine tutunması şeklinde canlanıyor gözümde. robert smith'in en hasta ruhlu zamanlarında gece birkaç saat taş zeminde uyuyarak şarkı yazmaya çalıştığı söylenir. kimse kendinde değildir. grupta kaos kural halini almıştır, kaostan kendi düzenini çıkarmayı becerebildikleri üzere insan türünün yapabileceği en ürkütücü albümlerden birini ortaya çıkarmışlardır. 18 yaşının altındakilere bile serbest olmayı başarmış, en nekrofil, en yamyamlı, en freak "porno"dur.
  • client'ın $arkı tüketiminde obsesif hareketler sergilemeye te$vik amaçlı ortaya çıkardığını dü$ündüğüm tuzak..
  • rahatsız edici bir güzelliğe sahip, alışmanın biraz zor olduğu, huzursuz davul ritimleri ile bezeli the cure albümü. ömrümde gördüğüm en garip albüm diyebilirim. garip ve * güzel hatta.
  • the cure'un zenith'i olan albüm. grubun 1982'den sonra bunun kadar iyiyi bırakın, asla bunun yanına yaklaşabilecek bir albümü bile çıkmadı. bu arada disintegration'cı the cure hayranlarının dediklerine kulak asmayın. disintegration daha çok alternatif dinleyicilerine hitap eden, the cure'un niteliklerinden ve temellerinden uzak bir piyasa albümüdür. gerçek the cure 1977-1982 dönemidir. pornography ise sadece the cure'un değil herhangi bir grubun görüp görebileceği en yüksek noktalardan biridir goth rock için. faith'in arkasından böyle bir albüm ancak cennette dinlenilebilir diye düşünmüşümdür hep. soğuk ve karanlık bir cennette...
  • "it doesn't matter if we all die" cümlesiyle başlayıp, "i must fight this sickness, find a cure" cümlesiyle biten şaheser. böyle bir albümden mutlu sonlar beklemek ayıptır tabii.

    dinlediğim ilk the cure albümüydü. lovesong'dan önce ben bu albümdeki şarkıları dinledim, düşünün kafamda oluşan the cure algısını. her zaman karanlık ve karamsar müzikleri de sevmişimdir, bu albümde o sebeple beni fena çarptıydı. felaket bir hissiyatı ve atmosferi vardır. kapağındaki gibi kırmızı, kızıl tonda bir albümdür. the cure'un '77-'82 arası dönemi özel bir dönemdir aslında, müzik alabildiğince basittir ama yaratılan duygu yoğunluğu ile fark yaratılır. pornography'de bu açıdan öncüllerine ters düşmez. basit, tekrar eden, monoton ritmler, çivi gibi motiflerle işlenmiş davullar, yoğun bas melodileri ve isyankar vokallerden oluşan kırk dakikalık bir yolculuk gibidir. bu basit müziğin yarattığı hissiyat ise kaotik ve karamsardır, zaten dinleyiciyi -tabii kaldırabiliyorsa- etkisi altına aldığı nokta burasıdır.

    robert smith, albümü kaydederken kafalar milyon şekilde, leş gibi mekanlarda takıldıklarından bahsetmiştir. başta kendisi olmak üzere, tüm grup üzerinde abartı bir nihilizm havası vardır ve bu depresif ruh hali albüme olduğu gibi yansımıştır ve bu albüm zaten steril ortamda, "kuşlar çiçekler böcekler" kafasıyla çıkacak bir albüm değildir. one hundred years'ın girişindeki davul motifiyle başlayan o hançer gibi rifflerden direk anlarsınız şarkılardaki rahatsızlığı. the figurehead, cold, one hundred years ve pornography bu albümdeki en kral şarkılardır, diğer şarkılar da gayet iyidirler, the hanging garden olsun, a short term effect olsun.

    bu albüm ile birlikte the cure'un hem ilk dönemi, hem de gothic rock dönemi kapanmıştır. albümü takip eden japanese whispers, pornography ile kel alaka bir ara albümdür. salak bir mutluluk taşır. sonrasında the cure zaten alternative rock sularına açılır, disintegration, wish ve bloodflowers gibi coşkun albümler yapsa da, pornography'deki çizgiyi aşamaz. pornography bambaşka bir eserdir. aşılamaz.

    şöyle de salak bir anıyla bitireyim, üniversitede bir gün stüdyoda çizim yapıyoruz, elemanın birisi, bilgisayarından let's go to bed açmış, alayına dinletiyor. "aaa the cure lan!" histeriğiyle coşan ben ve eleman arasında şu diyalog gerçekleşir.

    - hacı pornography var mı sende? varsa açsana.
    - abi azdın mı ne pornosu zaaa xd xd xd
    - bilmiyon mu ya, the cure albümü işte...
    - abi bi dur ya ehehemehehehe.

    tüm herkes bana pornocu gözüyle baktıydı böyle ters ters. lovesong the cure'cuları işte. nereden bilecekler pornography gibi ulvi bir eseri.
  • insanı asla çıkmak istemeyeceği bir komaya sokan the cure ürünüdür.
hesabın var mı? giriş yap