• tüm eleştirilere rağmen "yeni insan"ı temsil etmeye en yakın olan ve belki de 21.yüzyılın ilk yıllarında olgunlaşmaya başlayan en önemli müzik türü. müzikal anlamda çok farklı bir noktada görünse de, tıpkı grunge gibi "aşırı hassasiyetle birlikte hiçbir şey yapamama" durumu türün psikolojik altyapısını oluşturur bana göre.
    post rock ın biçimsel anlamda 90ların baskın müziğinden bu denli ayrışmasını ise grunge ve alternatif rock'ın vardığı noktaya bir tavır olarak yorumlayabiliriz. samimiyetsiz, inandırıcılıktan uzak ve kısır bir müziğe karşılık post rock, bireye daha odaklı; jazz, elektronik, new age gibi farklı türlerden de beslenen, bir şekilde yerel unsurları da kullanmaktan çekinmeyen*, içinde "rock" kelimesi geçen herhangi bir müzik türünde kullanılması düşünülemeyecek enstrümanları müziğe dahil eden, cinsiyet faktörünü müzik tarihinde ilk defa bu denli elimine edebilen bir tür olarak belirdi. ne kadınsı ne de erkeksi denilemeyecek vokallerle var olduğunu zannettiğimiz cinsiyetler arasındaki farklılıklara dair önyargılarımızı tersyüz etmesinin yanında, acının cinsiyetten, milliyetten ve coğrafi konumdan bağımsız bir insan ortaklığı olduğunu hatırlattı.
    acı. post rock, modern insanın acılarından beslenir, ve bu yönüyle zannedildiğinin aksine son derece politiktir. bireyciliğiyle politik duruşu arasında bir çelişki vardır - ki bu aynı zamanda modern insanın çelişkisidir-açmazıdır.
    post rock da büyük ihtimalle kısa zaman içerisinde kendi limp bizkitlerini, linkin parklarını çıkaracaktır, ancak yine de kalan kısa zaman içerisinde "keyfini çıkaralım" derim ben.
  • godspeed you black emperorun east hastings şarkısı bulunur, teybe, cd çalara, mp3 çalara, pikaba konur, play tuşuna basılır, bu enstrümental şarkının anlattığı hikaye film edasıyla kapalı gözlerle izlenir. artık hiçbirşey aynı değildir. müzik, hiçbir zaman anlatmadığı kadar çok şey anlatıyordur artık. artık olan olmuştur ama iyi mi olmuştur yoksa kötü mü bilinmez, zaten bilinse de elden birşey gelmez. artık hayatınızda vardır bu müzik.
  • simon reynolds beyin ortaya attığı terim.

    müzik sisteminin pespaye durumundan kaçınıp, biricik sevdiğini bağrında cevher taşır gibi ihtimamla sakladığım günlerde, bir kötü söz yıpratır, elem verir sevdiğime ve benliğime kaygısıyla bir kovuktan çıkmaya çekindim uzun zaman.

    ilk ses sözsüz geldi. ünlemin yeri değişti yıllar sonra. kadıköy'de loş ışıkların sigara dumanıyla iyice karardığı meyhanenin birinde godspeed you! black emperor paris konseri ve deli gibi yağan yağmur hakkında dile gelen iri yarı adamlar, tek büfe çizburgerlerini tüketirken sessizleşiyordu.

    sokak hızla tenhalaşıyordu.

    aslında olacakları görmüştük. yeraltı diye bir komünite varsa, onun en popüler mekanlarının birinde elindeki plağı sallayarak godspeed you! black emperor türkiye'ye geliyormuş! diye haykırdı gençten, kirli sakallı bir adam.

    mucizeleri metanetle karşılamaya alışkın atalarımın sesiyle gülümsedim. 2007 yılındaydık ve gökyüzünden bok yağıyor, insanlar sapır sapır ölüyordu. "on sene önce olmasın o?" mesihin geleceğine inanmış gözüken kirli sakallı genç, "geliyorlar, onlar ya da benzerleri" diye haykırıp, elle yaptığı t-shirtün üzerinde çalışmaya devam etti.

    tüm bunlar yazın habercisi ılık bir bahar akşamı oldu. sonra yaz geçti. (hep geçer.) sonbaharda üşüdük. (hep üşürüz.) kış geldi. (hep gelsin.) mesih gelmedi tabii. onun yerine wikipedia'da post rock üzerine bir madde içerik zenginliğiyle dolup taşarken, kafalar post rock'ın gerekli olup olmaması ya da pendik minibüsünde çalacak olan cul de sac'dan ne derece heyecan duyulucağına geldi.

    şöför para üstünü uzatmadı. ben de fazla uzatmadım. her yerde ibranice işaretler görüyordum ve aslında hepsinin kökeninde bir elveda vardı. godspeed kuşkusuz anarşist bir komün değildi ve sesi daha güzel olanlar vardı. ancak sözsüz sese doğru yönelen kitle sessizliğin de değerini veriyordu.

    böyle geldi rock müziğin sonu. lafta tabii. asıl amaçtan sapılmış tüm dinler gibi, rock enstrümanlarıyla rock olmayan bir musikiye gidilecekken, rock olmayan enstrümanlarla rock yapanlar unutuldu ve bir kısım insan kendilerini kuzey müziğiyle uyuklamaya bıraktılar. sonuçta ne dediği anlaşılmayan fısıltılarıyla bir güruh kapladı ortalığı. oysa hepsi tövbe etmiş ve kendilerini yeni insan, yeni ruha bırakmıştı. yine de eski alışkanlıklarını bırakmayan kitle hep bir ağızdan fısıldayarak gürültü yarattı. gürültüden kaos oldu. kaos gökyüzünde patlamalara neden oldu. dur-patla-dur-patla ritmiyle giden müzisyenleri de içine alan süregiden patlamalar sonunda bildiğimiz dünya fiziken bolzuldu, yamuldu, ses örgüsü dağıldı ve küçüldü, küçüldü, küçüldü, bir nokta oldu. arkası sessizlikti.

    tüm bunlar all lights fucked on the hairy amp drooling öncesindeydi. ötesi ölümlü uydurmasıdır.
  • son zamanlarda kafayı feci taktığım musiki türü. özellikle enstrumental post rock grupları feci halde dikkatimi celb etmekte. post rock, cart rock, curt rock nedir ne değildir bilmediğimden, sadece bu tür adı altında pazarlanan grupları dinliyorum, dolayısıyla janr'a ne kadar hakimim bilmem. ama genel olarak progressive rock'a yakın çizgide, melankolik dokular taşıyan, enstruman müziği olarak tanımlıyorum ben kendi kafamda, belki böyle değildir de ben sadece böyle grupları dinliyorum, o da olabilir.

    dinleyiniz, dinletiniz.
  • kaotik olacağım, sessizlikten anlam çıkartıp sanat yapacağım düşüncesini esas alan, aslında adam gibi kompozisyon yapmak yerine kaçak dövüşen müzik gruplarının kol gezdiği müzik türü. ama güzel olanları çok güzel olabiliyor.
  • cobain beynini patlatalı henüz 3 yıl olmuş; okulda poğaça yemek için aldığım harçlıklardan biriktirdiğim parayı ilk kez bir albüm için harcıyorum: in utero. bilmem kaç kere döndü o kaset, odama taşıdığım 70'lerden kalma kocaman teybin içinde. müzikle gerçek anlamda böyle tanışıyorum, henüz dünyayı ve hatta kendi bedenini bile tanıyamamış bir çocuk olarak "müzikal anlayış" duvarıma ilk tuğlayı koyuyorum böylece. tuğla tuğla diktikten sonra o duvarı, üstünü birbirinden farklı renklerle boyuyorum, kendimi ve dünyayı tanıdıkça, sonra bütün boyalardan ve tüm renklerden sıkılıp bembeyaz yapıyorum duvarı, üstüne koca harflerle tek bir kelime yazıyorum: samimiyet.

    işte bu kelime, müziğe -ve hatta kümülatif anlamda sanat'a- olan bakış açımın tek filtresi. samimi olan benim için iyidir, ve her zaman saygıyı haketmektedir. peki müzikal samimiyeti nasıl anlayabiliriz, tek soruluk final sınavımız bu. benim için "risk nedir?" saçma sorusuna o ütopik "risk budur." cevabı vermek kadar kolay bunu söylemek; samimiyet budur. bir şarkıyı dinlediğin anda, 30 saniyede anlayabilirsin sanatçının hangi duyguyla o şarkıyı yazdığını, hangi duyguyla söylediğini, çünkü samimiyet çok çabuk form değiştiren bir tavırdır ve yapanın gözünde göremiyorsan bile sesinde hissetmek, enstrümanını çalan elinde algılamak korkunç derecede kolaydır.

    eminem soruyor; "eğer istediğin her şeyi, tek bir ana hapsetme şansına sahip olsaydın; onu korur muydun, yoksa gitmesine izin verir miydin?" faust bu soruyu yanlış (ya da doğru?) yorumladığı için kazandığı (kaybettiği) her şeyi kaybetmişti (geri kazanmıştı). peki hangisi daha onurluca, cobain'in her şeye sahipken yaptığı gibi beynini açmak mı, yoksa elimizdekiyle yetinmeyip müziğin pezevenklerinin sundukları uğruna bacaklarımızı açmak mı?

    işte müziğimizin yeni fahişesi post-rock, son 5 yılda defalarca becerilmiş indie'nin yakın dostu. 15 yaşındaki bakireleri arar gibi "the next-bigthing" arayan müzikal endüstrinin pezevenkleri tarafından keşfedildi, 15 yaşındaki bakire çocuklara 10 dolara peşkeş çekiliyor. kim ne kadar isteyerek bacaklarını açıyor, kim iğreniyor, kim sahne orgy'lerinde en çok becerilen oluyor, tablo açık. çok uzun zamandır bu janrın öncüsü olmuş isimler var elimizde; explosions in the sky, mogwai, sigur rós, godspeed you! black emperor. last.fm chart'ları bu "4 büyük"ün yanına yeni bir ismin dahil olduğunu gösteriyor bize; 65daysofstatic, post-rock'ın lolita fahişesi.

    çoğu grup gibi başlıyor 65daysofstatic'in hikayesi. bir kaç kişi ortaya atılan bir fikirle bir grup kuruyor, bodrum katlarında ya da ucuz stüdyolarda yapılan kayıtlardan sonra bir kaç şarkı belirleniyor. sonra sheffield'ın, leeds'in, manchester'ın o ufacık barlarında, 30-40 kişiye verilen konserler. çok güzel bir dinamizm getiriyorlar ardından müziğe, the fall of math ile. retreat! retreat! dinlediği anda kalbimden vurulmayana insan denmiyor, o kadar etkili, o kadar yoğun ki. one time for all time ile, kalbimize çakılan çivi kazığa dönüşüyor ve grup üyeleri yaptıklarının farkına yavaş yavaş varıyor. işte o an seçimlerini yapıyorlar; elindekiyle yetinme, durma, devam et. ve aralanıyor bacakları yavaş yavaş; the destruction of small ideas çıkıyor. yine aynı "hype" şarkılar belki, ama enstrümanlardan anlıyorsun samimiyetin kaybolduğunu, o berbat tonlu davulları yazan her kimse, hissediyorsun kayıt esnasında "boşver uğraşma, nasıl olsa satıyor ve satacak" dediğini. şimdi the cure'le dünyayı turluyor 65daysofstatic, pek yakında bir halta benzemeyen pop dergilerinde görmek mümkün özellikle de bu turdan sonra.

    ama konum 65daysofstatic değil. sadece grup üzerine, ekşi sözlük'te yaptığım bir tartışmadan sonra ortaya çıktı diyebilirim bu yazının anahatları. çizmek istediğim portre daha farklı, ve hiç şüphesiz ki bu portrenin tam ortasında duruyor 65daysofstatic. amacım müzikteki fahişeliği anlatmak. çünkü bu işten para yiyen pezevenkler oradalar ve biz samimi olmayan bir şeyi tekrarlamaya devam ettikçe, onlar para kazanmaya devam ediyorlar; büyük organizatörler, cd satışlarından kazandığı parayı günde 1 dolara çalışan işçilere veren plak şirketi sahipleri ama çok daha acısı, müzikal endüstrinin sadık köpeği olan müzik medyası.

    türkiye'de üç tane müzik dergisi gönlümde ebedî bir yere sahiptir: roll, lull ve non-serviam. kendi paralarıyla bir şey yapmaya çalışan insanların gönülleriyle yaptığı dergilerdi bunlar. kendi kapaklarındaki sanatçıları, ülkenin en büyük karteli doğan grubu'nun beslediği blue jean'in kapaklarında da görebilirdiniz. ama bir tanesinin sayfalarında gördüğünüz samimiyeti, diğerinin "yakışıklı mıyım/değil miyim" anketlerinden arda kalan sayfalara koyduğu röportajlarda bulamazdınız. şimdi hepsinin yerinde yeller esiyor, artık the rolling stone'umuz var ve daha da önemlisi, gelmiş geçmiş en janjanlı kataloğumuz, bant. eskiden ortaokul sıralarında blue jean okuyup derse soktuğu walkman'inde n'sync dinleyenlerin izdüşümünde şimdi bant okuyup ipod'unda cocorosie dinleyenler var. müziği bir statü göstergesi olarak algılayan neslin yetişmesi asla durmayacak, her adımda buna daha çok inanıyoruz. artık insanlar efrim'in lull'ın sapsarı ve kalitesiz sayfalarında yayınlanan röportajını değil, ambalajı çok güzel ama içi bayat yazıların dolu olduğu sayfaları okuyorlar, işte sana pitchfork media, işte the wire. muhteviyat azaldıkça görsellik şahlanıyor. bu endüstrinin ürünlerine baktığınız zaman da kafalarının bomboş ama üstlerinin rengarenk olduğunu görmek de işte bu yüzden şaşırtıcı olmaz.

    kimseden cobain'in, efrim'in, eminem'in yaptıklarını yapmasını beklemiyoruz. birileri daha fazla para kazanmak zorunda, birileri bu para kazananların üstünden daha fazla statü sahibi olmak için çabalamak zorunda. ama ey okuyucu, oku. senin yaradılışını canlandıran musikinin adıyla oku. işte burada, beş kuruş para ya da bir dirhem statü kaygısında olmadan, anlatıyorum. yeni para kazanma aracı haline gelmiş "post-rock" ne ola?

    mogwai kurucusu dominic aitchison, bir röportajında şöyle buyuruyor, kendisine "post-rock" dendiği vakit:
    "salakça bir terim, hiç bir anlam içermiyor. bir çok grup post-rock olarak etiketleniyor ama tortoise gibi gruplarla kıyasladığınız zaman aslında ortak hiç bir yan bulamadığınızı görüyorsunuz. dolayısıyla bütünüyle muallak bir terim. medyanın tanzim yapmak için kullandığı bir kolaya kaçmanın sonucu. eğer ki bildiğiniz anlamda rock'n'roll değilse, öyleyse post-rock'tır. madem hüzünlü o zaman buna post-rock diyelim. salakça."

    her kelimesine katılıyorum. ama kavramlar kendi kendilerini kavramlıyorlar. söylentiyle ve yanlış algılamayla dahi ortaya çıkmış olsa da, bir süre sonra normatif bir özellik kazanıveriyor ve ortaya "gerçek" bir şey çıkmış oluyor. her ne kadar bunun kavramsal içeriğini reddetsek de, algısal anlamda kendimizce bir tanım yapmamız bile geçerli bir neden haline geliyor. bu sakat bir durum, pür neo-classic yapmış bir grubu bile salakça "post-rock" olarak etiketlememize sebep olabiliyor. lakin bu janr benim için janrlar-ötesi bir durumu çağrıştırıyor, tıpkı klasik müzik gibi, neyin ne olduğu dinlediğin ilk anda kafana çarpıveriyor ve bunun geçerli tek nedeni, yazımın başında da belirtmiş olduğum o hisle örtüşüyor. nasıl ki sesteki samimiyeti, enstrümandaki hissi algılıyabiliyor isek, yapılan müzikteki tavrın, kafamızda şekillenmiş olan "post-rock şablonu" ile uyuşup uyuşmadığını ölçebiliyoruz. bu yüzden benim için bu janrı tanımlayan özellikler, avant-garde bir duruşun yanına konmuş drone'lar, ambient öğeleri, klasik kreşendo dur-kalklarından çıkıp tek bir belirleyene, samimiyet eksenine oturuyor.

    işte tüm bu çarpanlar ışığında, kimin neyi ne için yaptığı o kadar net ortaya çıkıyor ki. bu yazıları 0 ve 1'lerden yoğurup anlam yaratmaya çalışırken, tek isteğim; müziği müzik olarak algılayan ve kulağındaki seçici geçirgenliğe güvenen insanlara yardım etmek, çoğalmak. gün geldiğinde ve para kazanma çabasındakiler farklı kıtaları kirletmeye başladığında, ürünlerin ambalajı değiştiğinde ve içlerindeki beyin çürümeye başladığında, biz paramparça ya da apaydın bir beyinle burada ya da zihinlerde olacağız. manifestomdur.
  • enteresan bir örneği için: (bkz: #12782258)
  • duyularla algılandığında çok dingin ya da huzur verici gibi gözüken, ama her dinleyişte insanın içinden bir şeyleri canlandıran ve bu canlanan şeyin her zaman ne getirceğinin bilinmemesi nedeniyle tehlikeli olan müziktir. gece vakti boş bir sokakta yürümek, kendini yüksek bir yerden atmak ya da mutluluğun etkisiyle gelen sarhoşluk gibi eylemleri, duyguları aynı anda yaşatabilmesi ne denli geniş bir müzik olduğunu kanıtlar. shoegaze, indie rock ve experimental karışımı bir sounda sahiptir genelde. ayrıca her dram tarzı filmin/dizinin soundtrackinde bulunur bir kaç tane. bana göre en iyi temsilcisi gregor samsa'dır. her müziğin belli tarihler arası altın çağı olduğu gibi yakın zamanda da bu müziğin altın çağı başlayacaktır. belki başlamıştır bile. son 30 yıla bakıldığında müziğin giderek net olmaktan çıkıp karmaşıklaşmasından payını alacak türlerinin başını çekmektedir zaten. ayrıca artık alaturkalıktan çıkmış 21.yüzyıl metropol insanının postmodern şekilde kendine yönelmesi olarakta görülebilir bu müzik.
  • bu tarz müzikle uğraşan grupların çok güzel isimleri, çok çok güzel albüm isimleri, çok çok çok güzel şarkı isimleri vardır.

    örnek:

    the album leaf - one day i'll be on time (sürekli geç kalmak gibi bir huyu olan arkadaşlar adına) - in between lines

    the album leaf - an orchestrated rise to fall - we once were

    destroyalldreamers - wish i was all flames - swirling colours sink

    do make say think - you, you're a history in rust (birilerini unutmayı başarmış ve bunu o kişinin suratına haykırmak isteyenlere) - her story of glory (dişi birey tarafından yüzüstü bırakılmış, kalbi kırılmış er bireyler bu şarkı sizlere. tabi bu durumu kabullenmiş olmanız da şart.)

    explosions in the sky (grup ismi olarak favorimdir kendileri) - all of a sudden i miss everyone (ara sıra hümanistliği tutan insanlara) - catastrophe and the cure ("senleyken herşey çok güzel çok iyi sen yokken herşey boktan" dediğiniz biri varsa bu şarkı ismini ona itaf edebilirsiniz.)

    explosions in the sky - the earth is not a cold dead place (umut verici, dünya daha ölmedi*) - first breath after coma ("hayatımda çok boktan şeyler yaşadım ama seninle birlikte bu boktan şeylerden kurtuluyorum, adeta komadan sonraki ilk nefes gibi")

    explosions in the sky - how strange innocence (kendini melek zannedenlere* itafen) - glittering blackness

    explosions in the sky - those who tell the truth - have you passed through the night

    god is an astronaut (kafası sürekli güzel olan arkadaşlar için güzel nick olur bu grup ismi. fevzi is an astronaut gibi.) - all is violent, all is bright - suicide by star

    godspeed you black emperor - lift your skinny fists like antennas to heaven (vucudundan mutlu olmayan cılız insanlara bir yaşama sevinci vermek amacıyla) - antennas to heaven

    isis - in the absence of truth (bence bu albümün ismindeki kelime seçimi çok güzel. absence iyi oturmuş oraya) - all out of time, all into space

    maybeshewill (yine er bireylerimiz için, bir bayanın birşeyler yapmasını bekliyorsanız...) - not for want of trying ("deneme amaçlı değil gerçekten bunu istiyorum inan bana" demenin bir başka yolu) - we called for an ambulance but a fire engine came ("yaralandım ben, bir imdat çağrısında bulundum fakat gelen sadece acımı dindirdi". favori şarkı isimlerimdendir.)

    mogwai - happy songs for happy people ("bu albümü dinlersen çok mutlu bir insan olacaksın, çok". bence mükemmel bir pazarlama taktiği.) - i know you are but what am i (kendisini kaybolmuş hissedenler için)

    mogwai - hawk is howling - i love you, i'm going to blow up ("aşkımdan ölüyorum daha doğrusu patlıyorum")

    mono - one step more and you die ("bok yolundasın dostum dikkat et") - giant me on the other side ("bu dünyada birşey yapamadık bari ahiret hayatında adam olayım")

    mono - you are there - a heart has asked for the pleasure (buradaki kelime seçimleride çok başarılıdır benim gözümde)

    múm - finally we are no one (fight club hesabı. favori albüm isimlerinden bir tanesi) - don t be afraid you have just got your eyes closed

    red sparowes - at the soundless dawn - mechanical sounds cascaded though the city walls and everyone reveled in their ignorance

    saxon shore - the exquisite death of saxon shore - the lame shall enter first

    a silver mt. zion - born into trouble as the sparks fly upward - sisters! brothers! small boats of fire are falling from the sky! (şarkı adındaki ünlem işaretleri* nasılda heyecan panik duygusu katmış fark ettiniz mi?)

    a silver mt. zion - he has left us alone but shafts of light sometimes grace the corners of our rooms (bu da kalbi bir er birey tarafından kırılan bayan arkadaşlarımıza gelsin) - blown out joy from heaven's mercied hole

    a silver mt. zion - pretty little lightning paw - more action less tears (artık birşeylere üzülmeyi bırakıp harekete geçmeye karar verenler, bakın bu şarkı ismi size itafen yazılmış)

    this will destroy you (çok iddalı bir grup ismi, öyle şeyler hissettireceğiz ki size...) - young mountain - there are some remedies worse than the disease (gelen gideni aratır)

    65daysofstatic - the destruction of small ideas (ufak ayrıntılara takılmayı sevmeyen arkadaşlar, dikkatinizi bu albüm ismine verin) - these things you can't unlearn

    65daysofstatic - the fall of math (mühendis arkadaşlar, bakınız adamlar ne demiş. dinlemekte yarar var) - i swallowed hard, like i understood
hesabın var mı? giriş yap