• konuşmuyorum kimseyle.

    bir haftadır konuşmuyorum kimseyle. r'leri söyleyemiyorum diye dalga geçiyorlar sinir oluyorum. ben de karar verdim, bazıları kararlar alıyor çok şaşıyorum. bu hayata 12 yıl verdim, almayı bir türlü beceremedim. almanın problemi bu, ne kadar alacağını bilemiyorsun. neyse, karar verdim. insanlarla konuşmayacağım, kırılganlık değil bu kırılsam duramazmışım. bense kıpırdayamıyorum. saplanıp verdiklerime bakıyorum. ne zaman öleceğimi bilsem yaşamak için daha fazla çabalarım mesela, belki de çabalamam, kararsızlar için güzel haberler.

    babam var, fazla iyi bir adam. bu dünyaya benden çok verdiği olan birisi varsa o da babamdır, iyi bir şey değil bu. insanı insanlığıyla eziyor. para isterim bütün parasını verir, karne baştan aşağı zayıf olur. "-olsun önemli olan senin mutluluğun" der. bazen okkalı bir tokat atmasını o kadar istiyorum ki, o zaman bu olmamışlığımın bir bahanesi olabilirdi. anlatabilirdim mesela. ses tellerim için güzel haberler.

    abim olacak pis kapital arabayla antalya'ya gidiyor. adı ilker. ben evin etkisiz çocuğu olduğum için kendimi kardeşi olarak görmüyorum. ben ortada olmayınca da adı ilker değil teker oluyor. gülüp geçiyor ona teker deyince ama içten içe kızıyor biliyorum. kızmasını istiyorum çünkü sevmiyorum herifi, geçenlerde şirket kurdu. makine yapıp insanları işsiz bırakıyor. geçenlerde 5. arabasını aldı. kaçırdım gittim ağaca vurdum. eğer ölebilseydim işsiz bıraktığı o insanların intikamını alacaktım, hem de hakim adını teker yapacaktı. üstüne de ailem içten içe onu suçlayacaktı, maddi hasar da cabası. bir taşla 3 kuş. şimdi ölemedim bütün şeyler bana patladı. bir ton gereksiz doktor, ilaç... deli değilim ben. sadece çocukluğunu unutmuş makineleşmiş insanlar arasında bir çocuğum. insanlık tarihinin en tırt döneminde doğmak dışında yanlışım yok. o yanlışa da ben sebep olmadım. doğma kararını veremiyorsun, ölme kararını veremiyorsun. yaşa diyorlar. yaşamak nefes alıp vermek olsa yaşardım elbet. şu dünyada bir tek bitkilerin kullandığı karbondioksiti sağlıyorum diye düşünüyorum. ağaçlar için güzel haberler.

    suyun kaldırma kuvveti var da gözyaşının yokmuş. gece ağlarken anneme yakalandım, o an karar verildi abimle gidiyorum. yol, mekan değişikliği iyi gelirmiş. hiç itiraz etmedim. zaten yaşamak dışında bir şeye itirazım olmadı şu hayatta. bir de yerde gezen kuşlara. bir hayvan uçabilirken neden yerde gezer ki. elindekinin kıymetini bilmemek böyle bir şey sanırım. kediler için güzel haberler.

    gülce ile de ayrıldık zaten. oysa kendi sormuştu çıkalım mı diye. yüzüne mal mal baktıktan sonra "sınıfımız zaten 2. katta daha nereye çıkabiliriz" demiştim.
    "salak öyle mi diyorum, benim erkek arkadaşım olmanı istiyorum"
    "erkeğim ve arkadaş değil miyiz gülce"
    "öyle değil sevgili gibi"
    o yabancı filmlerdeki çıkmaları biliyordu bense şirin için dağları delen ferhat'ı. bu kadar kolay olmaması gerektiğini biliyordum ama gözleri çok güzeldi. en iyi yaptığım şeyi yapıp kendimi kandırdım. ve "tamam" dedim.
    o an evlenmeye karar vermiştim. çünkü insan hayatta bir kere sever ve onla evlenir.

    3 gün sonra gülce başkasıyla çıkmaya karar verdiğini söylediğinde içim acıdı. hiç bir şey diyemedim. böyle olur zaten. bütün keskinliğimiz bizi en çok sevenleredir, içimizi deşenlere dönüp de tek laf edemeyiz. demek ki tek taraflı sevmiştim. mendil firmaları için güzel haberler.

    o gün din kültürü dersinde parmak kaldırdım. "öğretmenim ergenliğe girmeden günah yazılmıyor demiştiniz, televizyonda da intihar edenler cehenneme gidecek diyor, peki ergenliğe girmeyen bir çocuk intihar ederse ne olur" "yavrum o yaştaki çocuk intiharı düşünmez." "peki öğretmenim." okul müdürü annemi aramış. annem geldi.
    "oğlum neyin var?"
    "neyi hep erken yaşadıysam hep ona geç kalıyorum anne."
    "o ne demek oğlum?"
    "nelerim olduğunu biliyorum anne, herkes biliyor. ama neyim yok sadece ben biliyorum."
    "neyin yok?"
    "senin için kolay tabi. babam gibi bir hayat arkadaşım yok."
    "ben boşayayım sen evlen yavrum!"
    gülüştük. annem de öğretmendi, beni ikna edemeyeceği anlarda şakayla ortamı yumuşatırdı. benim de bütün keskinliğim annemeydi işte. o da beni çok seviyordu ne de olsa.

    akşam dolaptaki bütün balığı yoğurtlayıp yedikten sonra teravih namazına çıkıyorum diye gülce'nin evinin önüne gidip ölmeyi bekledim. böylece onu ne kadar sevdiğimi görecekti. sokakta maç yapan çocukları gördüm ben de kaleye geçtim. her şey bitti denilen anda takımı kurtarmaya bayılırım. bir süre maç yaptıktan sonra abimi gördüm. beni aramaya çıkmış. eve gittik.
    babam
    "oğlum maç yapmaya abdestli gitmene gerek yok" dedi. iyice sinirleniyorum şu adama. halbuki bir tane çaksa ağzıma ne güzel olacak. balığı yoğurtla yiyince zehirlemiyormuş onu öğrenmiş oldum. bu yalancı insanların olduğu dünyada kalmamak için bir sebep daha. yoğurtçular için güzel haberler.

    abim geçenlerde boşandı, hemen başka birisini buldu. boşandıktan sonra aradım gizem'i.
    "gizem senin gerçek bir erkeğe ihtiyacın var, o çakma kazanovaya değil."
    "kimsin sen sapık. eşinden ayrılan bir kadını rahatsız etmeye utanmıyor musun?"
    "o senin eşin değil gizem, seni eşsiz olduğun için seviyorum zaten."
    "soner, sen misin?"
    "benim tabi ki, seni mekanik özelliklerin ile değil ruhuyla seven
    soner. önemli olan ilk olmak değil son olmak değil mi zaten?"
    "soner 12 yaşında gibi davranır mısın?"
    "ne yapsaydım? gidip merve ile mi kırıştırsaydım mesela? aramızdaki 16 yaş mı sorun? 28 yaşında gibi davranmak nasıl mesela? hayallerinin, imkansızların peşinde olmamak. kariyer peşinde koşmak, nasıl? kurduğun hayali başkasının yaşayacak olması nasıl?"
    "ne demek istiyorsun? başkası kim?"
    "ilker, derya diye bi kadınla antalya’ya gidiyor. beni bu yolculuktan sana olan aşkım kurtarabilir. gel benle ol"

    "çok hata yaptım soner bedelini ödüyorum. hem kendim hem senin için dua ediyorum."
    "gel beraber daha büyük hatalar yapalım, benim için dua etme. annem ediyor zaten. geçenlerde bütün öğrencilerin lys'de başarılı olması için etti mesela. anne lys bir sıralama sınavı herkese dua ederek ancak kendini kandırırsın dedim dinlemedi. tam bir memur kafası."
    "kapatıyorum soner, iyi değilim"
    telefon kapandıktan sonra söyleyemediğim şeyleri düşündüm. yine çok
    konuşup ana fikri verememiştim. türk telekom için güzel haberler.

    sabah arabaya biner binmez abim:

    "derya kim lan"

    "yeni kız arkadaşın, bizimle antalya’ya gelecek olan"

    "o benim kız arkadaşım değil, adı da derya değil ayşe, bir daha gizem'i arama lütfen biz ayrıldık"

    "nasıl kız arkadaşın değil, kız arkadaşın değilse neden senle antalya’ya geliyor?"

    "geçenlerde tanıştık o da bir yolculuğa çıkmak istiyormuş"

    abim gibi insanları bir türlü anlayamıyordum, sevgililerinin varlığı nasılsa yoklukları da öyle oluyor. gülce de böyle yaptı. yoluna sınıf takımının forveti metin ile devam etti. zaten kim niye sevsin ki kaleciyi, kimse kalmasa bile ben oradaydım nasılsa. köprüden önceki son çıkış. üç günlük beraberliğimizde hayatımda varlığıyla bir
    değişiklik oluşturmamıştı ama gittiğinde bıraktığı boşluk neden kaynaklıydı çözememiştim. neden bazı insanların varlığı önemli değilken yokluğu bu kadar önemliydi. psikologlar için güzel haberler.

    ayşe`yi evinden aldık. beyaz bir elbise giymiş, rica ediyorum güzel kızlar beyaz giymesinler. sonra çocuklar onları melek sanıyor, aşık olup boğuluyorlar. böyle anlatınca her gördüğüne aşık olan bir tip imajı çizmiş olabilirim, öyle değil ama o iş. hem ayşe abimin sevgilisi de değildi. abimden 1 şirket, 5 araba, 18 yaş eksiktim ama bunların hepsi ölçülebilen değerler. sonuçta hayallerdi önemli olan. abim büyümüş ve hayallerine kavuşmuş bir adamdı. oysaki insan sadece gelecekteki mutluluğunun hayalini kurarken gerçekten mutludur. ayşe`nin de benim gibi olduğunu umarak heyecanlandım. yaşımın farkındaydım. ayşe gerçekti ve onu hayalim yapmamda hiç bir engelim yoktu. rüyalar için güzel haberler.

    "merhaba ben ayşe".
    o an kelimeler düğümlendi. normalde çekinmem ama, ayşenin gözlerinde bir anlam vardı, içinde kaybolduğum. o an sarılmak istedim ve sarıldım, çocuk olmanın belki tek güzel tarafı, bütün kızlara sarılabiliyorsun. sarılırken kulağımı memelerine yasladım. insanlık için kısa benim için uzun bir süre geçtikten sonra.
    abim:
    "işte freud bundan bahsediyordu" dedi.
    çakal herif yine entel görünmeye çalışıyordu. freud annesevicisine atıf yapıp hem entel görünecek hem de beni saf dışı bırakacaktı.
    "darwin de senin gibi maymunlardan bahsediyor" dedim.
    daha sonra,
    "bence bilimin problemi de bu zaten, çok gerçekçi. freud anamızı karıştırmasa, darwin de maymun yerine aslandan geldik dese çok daha kolay kabul edebilirdik." diye devam ettim.

    ayşe çok güldü. o gülünce abim de güldü. bozulduğu zamanlarda belli etmeme huyu vardır. abim için güzel haberler.

    yola çıktık. gün daha aydınlanmadığı için havada yıldızlar görünüyordu. ayşe dalmış yıldızları izliyor. uzaklara gitmek bu dünyadan kurtulmak istiyor sanırım. halbuki kendisi yıldızlardan daha parlak.

    “yıldızları görmek için uzağa bakmana gerek yok aynaya bak ayşe” dedim.

    böyle çapkınlıklarım vardır.

    tekrar güldü.

    hemen yapıştırdım lafı.

    “çocuk olmanın kötülüklerinden birisi bu sanırım. herkesi güldürebiliyorsun ve senle kimse ciddi düşünmüyor.”

    “soner dedi büyüyeceksin ve kendi yaşıtın çok güzel bir kız arkadaşın olacak, ben hep senin ablan olacağım.”

    “benim olmadıktan sonra abla olsan ne teyze olsan ne ayşe?”

    “bak sonercim her gördüğün kıza aşık oldum sanıyorsun daha zamanın var inan bana”

    “bana akıl verme ayşe aklımı al. çok zamanımız yok, hepimiz son kullanma tarihi olan et parçalarıyız. dondurulmuşlarımız uzun ömürlü."
    bunu derken abime baktım, köşede sinsi sinsi izleyip gülümsemesini görünce çıldırdım. arka koltuktan üzerine atlayıp el frenini çektim.

    evet konuşmuyorum artık kimseyle. r’leri söyleyemiyorum diye dalga
    geçiyorlar ve üzerine anlamıyorlar beni.

    işte başımdan geçenler bunlar duygu. sen de pedagog olarak değil arkadaşım olarak karşımda olsaydın keşke. o zaman bunu yazmak yerine gözlerine bakarak bir yemekte konuşabilirdik. bu arada gözlerin çok güzel.

    diğer parçan için güzel haberler.
  • diğer insanlara göre daha yetenekli olanların yaptığı şey. zira 29 harfle dertlerini anlatamayanlar varken 28 harfle dertlerini anlatıp hayatta kalmanın başka açıklaması yoktur. o yüzden dalga geçerken aslında kendi yeteneksizliğinizle dalga geçiyor da olabilirsiniz :)

    not: evet r'leri söyleyemiyorum ama eksikliğini hiç hissetmedim.
  • amacım asla insanların kusuru ile eğlenmek ya da daha kötüsü dalga geçmek değilken böyle bir sorunu olan arkadaşla yaşadığımız bir olay mevcut. ınsanoğlu hayvan misali eğer üzerine çok gelirseniz o da istemsizce tırnakları çıkarıp düşünmeden rastgele ellerini sallar.

    böyle bir durum da arkadaşla biz yaşadık. arkadaş r leri söyleyemediği halde inatla insanlara "moruk, birader, kardeşim" diyen biri. ve maalesef bu konu yüzünden alay konusu olmuş ama zamanla körelmiş. r yerine de dili l ünsüzüne kayıyor. bir gün sohbet sırasında benim kilolarımla dalga geçmeye başladı. ilk esprileri kale almadığımdan çok da bozulmadım. ama arkadaşın ısrarcı tavrı artık dayanılmaz bir hal alınca ben de dayanamadım ve:

    " oğlum sen benle mi dalga geçiyorsun! ulan sen zorlanmadan adını söyleyemeyen insansın bir de benimle mi dalga geçiyorsun "

    dedim. arkadaşın adı mert ti. haklı olarak lafıma alındı. o da hiddetle:
    "siktil git lan buldan" dedi. o bu cümleyi sarf edince ben istemsizce gülmeye başladım. arkadaş aynı hiddetle "gülme lan ne gülüyolsun" deyince ben de:

    "vallahi kusura bakma kanka ama seni ciddiye alamıyorum" dedim . ağırına gitti tabi ama sonradan kendimi affettirebildim. bir daha da aramızda bu konunun harfi bile geçmedi.

    edit: imla
  • ben ortaokulu bitirene kadar bu dertten muzdariptim. zorlanırdım açıkçası, arkadaşlarım hep dalga geçerdi.
    arkadaşlarım arı mı küçük ayı mı diye gereksiz gereksiz sorular sorarlar, içinde bolca r bulunan kelimeleri söyletmek için üzerime oynarlardı. sonra da rahmetli erol taş gibi gülerlerdi senkron bir şekilde. bir de benden yaşça büyük olanlar köşeye sıkıştırırlardı söyletene kadar bırakmazlardı. bildiğin okulun zayıf halkası r yoksunuydum.
    sağolsun türkçe hocam her derste kesinlikle bana kitaptan parça okutturur, yorumlamamı isterdi. gelip yanıma oturur, diliyle r harfinin nasıl çıktığını gösterirdi. usanmadan deneme yaptırırdı. 2 koca yıl benimle uğraştı ama sonunda nihayet söyletti. mezuniyette de ödül alırken içinde bolca r olan bir yazı metni okuttu bana. arkadaşlara selam çaktım sayesinde.
  • normalde çok da önemsenmemesi gereken durum. yirmilerinin ortasında bir insan olarak bu olayı nasıl düzeltebileceğimi deneyimleyerek bilen varsa yardımlara açığım. internette araştırınca çok da faydalı bilgiyi bulamıyorum. yeşillerinizi bekliyorum*
  • insandan insana değişiyor bu durumun etkileri. misal söyleyemediği halde kendine güveninden ödün vermeyeni de gördüm, utançtan yerin dibine geçerim diyerek ağzını açmayanı da. sanırım ben ikisinin arasında gidip gelen biriyim bu konuda.

    bu lanet harfi söyleyemediğimi fark etmem ta orta okul 3'te oldu. türkçe dersinde yazım kuralları ile alakalı bir şeyler okunacak. oraya buraya laf atıp dikkat dağıtan gavat ben olduğum için şanlı görev bana verildi. malum tüm cümleler "-dır" , "-dir" şeklinde bitiyor. o sırada arka sırada oturan arkadaşım "sen söylemiyo musun r harfini?" dedi. o an kafama dank etti yıllarca fark etmediğim bu gerçek. neyse ki anlık şokları anlık tepkilerle geçiştirebilen bir yapım var da "aynen öyle..." dedim kısa bir süre düşünme payından sonra. o andan sonra hayatım boyunca her konuştuğumda "acaba ne zaman fark edilecek?" , "acaba ne kadarını söyleyebiliyorum" soruları kafamda dolanmaya başladı. sonra bu soru gittikçe kafama yerleşti ve konuşmama engel olur hale geldi. çevreme sorsanız konuşkan sayılabilecek biriyim ama söylemek istediklerimin yarısını bile söyleyemiyorum bu illet yüzünden. konuştuğum zaman da sürekli o harfi içermeyen kelime arayışları, "açığa çıktım mı?" sorusunun kafamda dolanışları falan filan. bıktım lan bıktım.

    okul stresinin yazın sona ermesiyle kesinlikle bir konuşma terapistine gideceğim. kazık kadar adam olmuşuz, ne kadarı toparlanır bilmem ama en azından denemem lazım. kafamda kurguladığım ben'in sırf bu durum yüzünden kafamda kalmasından bıktım.
  • çocukluğunda parmak emme davranışı geliştiren bireylerin ilerleyen dönemlerde bu durumu yaşama ihtimalleri yükseliyor. hele ki baş parmağı köküne kadar ağzına alıp cork cork emiyorsa durum daha bir vahimleşiyor.

    şöyle ki uzun süre parmak emen çocuğun damağı parmağın şekline göre biraz daha kavisli oluyor. r sesini çıkarabilmek için dilin ucunun damağa yapışması ve ciğerdeki havayı dışarı çıkarmak gerekiyor. parmak emdiği için damak gelişimini sağlıklı atlatamayan birey de bundan mütevellit r sesini çıkaramıyor.

    velhasıl diyeceğim budur.

    tanım: dil ucunu damakla birleşmesinin ardından nefes verilerek çıkarılan sesi başarılı bir biçimde çıkaramama durumu.
  • bazen dudak arasından çıvdığcam gibi tatlı bir kelimeyi de çıkartır r'leri söyleyememek.

    bir erkek olarak bir tek bana mı çok hoş, tatlı geliyor bilmiyorum ama r'leri söyleyemen erkeğin samimi, dürüst, güvenilir ve bir o kadar da arkadaş canlısı olabileceğine inanıyorum.

    en basit örnek ekşisözlük ile ilişkisi olan fatih aker, mahlas'ı mesutbahtiyar. konuşurken r'leri söyleyememesini geçtim, r'lerin üstüne üstüne basa basa konuşmaya çalışması ayrı güzelasdfgh.

    bir başka örnek ise tanımda geçirdiğim çıvdığcam kelimesini söyleyen umut eker. ilgili video.
  • tiyatro oyunumuzda böyle bir karakteri oynayacak olmam sebebiyle, r’leri söyleyemeden konuşabilmenin yolu yordamı alıştırması var mı yok mu diye merak ettiğim durum. r lere odaklanmaktan replikleri ezberleri duyguyu kaçırmak da yorucu.
  • söyleyememek mi ? ne alakası vağ ? biz söylüyoğuz ama siz anlamıyoğsunuz.
hesabın var mı? giriş yap