• televizyonda kameraya yakalanan uzaylı görüntüsü gösterilirken o sahnenin nasıl olacağını tahmin etmeme rağmen benden zıplamalı bir "ananı avradını sikiyim" tepkisi alan film.
  • film hakkindaki "ba$yapitti, iyiydi, berbatti, shyamalan ne yapsa yeridir, istanbul istanbul olali boyle zulum gormedi" yorumlarini bir kenara birakip; filmi izlememi$ ancak niyeti olanlari okumamasi gereken kisma gecelim:

    1- cagri ile ayni misyonu ustlenmi$ gorunen filmde yaratilan tanri profili:

    " bunlari imana getirmek icin.. hmm.. $unun karisini oldureyim, 6 ay sonra salacagim uzaylilardan kurtulma yolunu da ipucu formatinda son soz olarak vereyim.. ufakligi su manyagi yapalim, bardaklari ortalikta biraksin..hmm.. buyugu de astim yaptik miiii.. uzaylilara zehirli gaz.. oh oh $ahane oldu boyle... saldirida cok adam olecek sanki de.. neyse.."

    2- uzayli profili:

    uzayli1: baba... dunya diye bir yer var.. arkada$larla gittik baktik, leziz yaratiklar kayniyor. istila etsek?
    uzayli2: tabi? de aman diyip biriniz onden gidip i$aretlesin, kaybolmayalim sonra yaban ellerde?
    uzayli1: ayip ettin, o i$ tamam..
    uzayli2: ha super o vakit.. silah almaya gerek var mi?
    uzayli1: yok abi, kapilarin arkasina tahta cakacak halleri yok ya salaklarin? gazi veririz biter.
    uzayli2: ahaha, iyi dedin.. haydi madem..

    ye$ilcam'in yabanci filmlerin yerli cevrimlerini yaptigi doneme denk gelseydi de, uzayli yaratiklari zemzem suyu ile kizartan imami izleseydik ke$ke, bir ona yanarim..
  • doğrudur, senaryosu, hikayesi hayal kırıklığı yaratır. mantık hataları boldur. ama öyle veya böyle atmosferi çok sağlam bir filmdir. film boyunca sizi germeyi başarır ve müthis korku sahneleri mevcuttur. bunda shymalan'ın kamera ustalığının da katkısı büyük.

    tv'deki doğum günü sahnesi bana kalırsa efsanedir.
  • adamlar ufoyla geliyor ama kapıyı zorlayarak içeri girmeye çalışıyorlar,bence bukadar yorum yeter bu filmi anlatmaya.
  • sinemasal tekniklerle izleyici gerim gerim germiş, belli başlı 2 sahnede ise bu gerilimi boşaltmıştır. 1. sahne çocukların sokak arasında peşinden koştuğu uzaylı sahnesidir. bu noktaya kadar izleyicinin gerilmesi sağlanmış, uzaylı delikanlı saniyelik bir karede görülmüştür. bundan sonra tekrar gerilim başlamış ve izleyici gerilmeye çalışılmıştır. ta ki evdeki tv ekranında kucağında çocukla uzaylı adam görününceye kadar. sözlük ergenleri her ne kadar beğenmese de , bu hindu eleman iyi yönetmendir vesselam. puanım 7
  • --- spoiler ---
    su meselesine cok fena aklimi taktigim filmdir.

    hayir yani, suyla temas edince olen yaratiklarin, ucte ikisi su olan bir gezegene gelip yuzde yetmisi sudan olusan insanlari yemek konusunda bu kadar israrci olmalari anlasilir gibi degildir.

    bilmiyorum ki koca evrende bir biz bir de bunlar mi kalmisizdir?
    baska yer mi yoktur?

    su detayi yuzunden filmi dusundukce dusunmek, seyretmekten daha fazla eglendirmistir beni.
    soyle ki:

    su dedigin surahide durdugu gibi durmaz kardesim.
    megil buldugu her yerden saril saril akar bu gezegende.
    kuru cografyalara takilayim desen, o da pek zavalli bir guvenlik onlemi olur.
    en dandik evden ilkokula kadar, cephanelik gibidir binalar bizde.
    musluklara taktik miydi bahce hortumlarini...
    bilmem anlatabildim mi?

    o degil de, bizim cocuklarda su tabancasi diye bir oyuncak olur biliyor musun?
    simdi onlarin bir de boyle pompali, depolu modelleri cikti ki...

    *gummburrrrrr*

    hahaha...
    kosmayin len.
    rahmetten kacilir mi?
    tospaalar!*

    hamis: hani filmlerin sonunda sag kalanlarin, kasabanin rahibi himayesinde kilisede toplanip pacayi kurtardiklari sahneler vardir ya;
    hah iste bu filmde o tat mahallenin tellakinin liderliginde hamamda toplasarak yasanabilir zannimca.
    --- spoiler ---
  • filmdeki "disturbing footage" isimli scene, mübalağa etmek gibi olmasin, sinema tarihindeki en gerilim yuklu uzayli goruntulerinden birisini barindirmaktadir. film sirf bu sahne için bile izlenmeye değer kanimca.
  • --- spoiler ---
    uzay mekiği yapıp ne kadar yaktığına bakmaksızın taa ebesinin amından dünyayı ele geçirmeye gelip de bir yağmurluk giymeyi akıl edemeden ırkın ahfadına beyzbol sopasıyla girişileceğini tüm kainata ifşa eder.
    --- spoiler ---
  • şu lanet filmden sonra daha iyi senaryolu, daha büyük bütçeli onlarca uzay konulu gerilim filmi çekildi, hepsini de izledim ama gel gör ki hiçbiri ilk seferinde şu filmi 5. izlememdeki gerilimi yaşatmadı. ne güzel yıkamış balkonu keyif yapıyordum bir gözüm içerideki tv'de; cnbc-e bunu veriyormuş bu akşamki sinema saatinde. gözüm çatıları taramaya başladı, kaçtım içeri. insan bildiği filmde gerilim sahnesini beklerken gerilir mi lan?
  • shyamalan'ın ne kadar iyi bir sinemacı olduğunu gösteren, her sahne ve cümlesinde bir sonraki sahneyi refere ederek bütünlüklü bir yapı ve anlam kuran filmlerden signs. çok az film ve sinemacı böyle şeyler yapıyor.

    tabii geleneksel shyalaman'ı dövme şenliklerinden acımasızca payına düşeni alan signs, cabbar ve cevval ekşicinin de dahiyane fikirlerinden nasibini almış. filmi öyle komik argümanlarla suçlamış ki buradakiler gerçekten dehşete düşüyor insan yazılanları görünce. mesela her sahne ve repliği ince ince ören shyamalan'ın uzaylıların sudan etkilenme fikrinin ne kadar şaçma olduğunu, koskoca bir mantık hatası olduğunu söyleyip durmuşlar. tek kelimeyle bravo. zira bu mantık hatasını shyamalan görmemiş, görememiş. kendisi çok kötü bir yönetmen ve yazar olduğu için genelde böyle şeyler yapıyor değil mi?

    şimdi sizin filmi okumaktan fersah fersah uzak, saçma, mantıksız diye ortaya koyduğunuz argümanların neden yanlış olduğunu izah edeceğim. belki böylelikle shyamalan'ın o kadar da basiretsiz, iş bilmez bir yönetmen olmadığına ikna olursunuz. tabii shyamalan babamın oğlu değil ama bir filmin ya da sinemacının hak etmediği şekilde toplu lince uğramasına gönlüm razı gelmiyor.

    her şeyden önce signs uzaylı istilası üzerine bir film değil. bir korku filmi hiç değil. ama korku ve inanç üzerine bir film. inanç- inançsızlık temeline simgesel bir şekilde korkuyu, kötülüğü, paranoyayı, sorgulamayı koyan bir film. korku fikrini inanç-inançsızlık çatışmasının göbeğine koyarak insanları hayatta tutan, var olma sebebi üzerine yaratılan tanrı, din, bilim, evrim gibi kavramların düşünce, duygu ve eylemleri nasıl etkileyebileceği üzerine bir film.

    en sonda söyleyeceği en başta söyleyeyim. buradan sonrası ağır --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    filmde gördüğümüz her şeyin bir rüyadan ibaret. evet her şey rahip graham'in rüyalarından ibaret. dikkatli gözler bunu kolaylıkla anlayacaktır. zira bunu açık eden bir sürü sahne var ama özellikle açılış sahnesi ve kapanış sahnesi arasında kurulan özdeşlik bunu pekiştiriyor.

    filmin ilk sahnesinde kameranın graham'in odasının camından aşağıya tarlanın önüne baktığını görüyoruz. salıncaklar, masa boş. sessizlik hakim. kamera içeriye dönüyor ve graham'in uykudan kalktığını görüyoruz. graham'in uyanışıyla birlikte eşinin kaybından ötürü içine düştüğü inanç krizinin fitili ateşleniyor (elbet hala uykuda rahip graham). arada olup biten tüm olaylardan sonra graham, çocukları ve kardeşi ilk planda görülen yerdeler. yani evin önünde. masa, salıncaklar, tarla. her şey yerli yerinde. bu defa kamera yükseliyor ve ilk planda bize evin içinden, graham'in odasından gösterdiği görüntünün tersine doğru bir hareketle yükseliyor ve ''kırık'' camın içinden girip, turlayarak tekrar graham'i gösteriyor. bu defa graham uykudan uyanmış rahip cübbesini üstüne giymiş ve işine gitmek üzere. inanç krizi aşılmış. verilmesi gereken azaplı sınav verilmiş, cam ve bilumum eşya kırılmış, inancın üzerinde beliren kara bulutlar kovulmuş.

    evet, tüm film bir rüyadan ibaret. 6 aylık süreç boyunca büyük bir azabın ortasına düşen rahip bir sınavdan geçiyor. işte bu noktada inancını sorgulamasına sebep olan kötülük uzaylı, yabancı formuyla gerçekliğe kavuşuyor. uzaylıların film boyunca hiç var olmadıklarını söylememe gerek yok (ama söylemeliyiz) zira uzaylılar inanç krizinin içindeki rahibin düşüncelerine üşüşen kötülüğün fiziksel simgesi.

    uzaylılar tanrıya karşı açtığı savaşın simgesi ayrıca. bir din adamı olarak içine düştüğü bu savaşım elbette yıkıcı. bu yıkım öyle büyük bir safhaya geliyor ki kader-yazgı, tanrı- inanç düzleminin karşına kurulan bilim, rastgelelilik, evrim, tesadüf gibi kavramlar arasında başka bir düzlem kurulmasına yol açıyor; uzaylılar. uzaylılar pederin içinde uzlaşamadığı, çözüme kavuşturmadığı düşüncelerin karşılığı. inançlı bir adama dadanan bir tür inançsızlık humması. tanrıyla ilgili saf, mutlak ve şaşmaz bilginin içine şüphe tohumlarını eken, onu tanrıya karşı bir tür sorgulamaya iten kötücül düşüncelerin formu bu dışardan gelen, yabancı olan ve istila eden uzaylılar. uzaylılar aynı zamanda kötü bir düşüncenin aklımıza, kalbimize girip bizi sevdiğimiz, inandığımız şeylere karşı kışkırtması, şüpheye, çelişkiye düşürmesi gibi kavramların temsili. bir bakıma şeytanın karşılığı. istilacı ve yabancı olmaları uyanan korkuya ve dehşete sebep olmaları fikrini temsil ediyor. genel olarak hayatın içinde de bizleri yabancı olan şeyler korkutmaz mı?

    yönetmen tüm her şeyi filmin ismine uygun bir şekilde işaretler yoluyla ifade ediyor. gösterilen, söylenen her şey işaretler yoluyla ''tesadüf mü mucize mi?'' paradoksuna parmak doğrultuyor. kader, şans gibi karşı kavramlar bu inan- inançsızlık paradoksu yoluyla bir çatışma hali içine atılıyor. bunu işaret eder onlarca an, replik, sahne var filmde.

    bo'nun daha filmin en başından sürekli olarak suya kirli demesiyle uzaylıların sudan etkilenmesi arasında bariz bir koşutluk var. zira su hristiyan inancında ve elbet bir çok inanışta kutsallık atfedilen bir element. suya yapılan vurgu rahibin inancını yitirişine yani saflığını yitirmesine yönelik bir işaretleme. uzaylıların sudan etkilenmesi ve nihayetinde su yoluyla yenilgiye uğramaları da rahibi yeniden inancına kavuşmasını ve vaftizini simgeliyor. yani günahkar olan ruh tekrardan arınıp huzura kavuşuyor. aynı zamanda imana. burası oldukça açık ve net. cabbar ekşici sudan etkilenen uzaylıların hangi akılla yüzde yetmişi su olan dünya gelip, işgale niyetlendiğini sorgulaya dursun.

    rahip eşini kaybettikten sonra büyük bir inanç ya da varoluş krizine giriyor. varoluş diyebiliriz ama kendisi bir rahip ve filmin meselesi de inanç üzerine olduğu için inanç krizi demek daha doğru. bu süreçte tanrıya savaş açan rahibin bir sürü endişesi var. her şeyden önce iki çocuğu var ve onlar için ister istemez endişeleniyor. içini kaplayan korku ve şüphe akılla kavranamaz olanı da ele geçirdiğinde fiziki gerçekliğin ötesinde muhayyel olanın gerçekliği uç veriyor içinde. bu korku ve şüpheyi temsil eden uzaylıların işgalci yabancılığı etrafındaki her şeye zarar verip korku ve paranoyayı sürekli olarak tetikte tutuyor.

    birkaç örnek sahne verelim.

    graham'in evden ayrılmak istemesini işaret ediyor göle gitme fikri aslında. bir nevi korkulardan kaçış. evi terk edip fiziki olanı terk etmek. ama bilinçaltında kurtuluşun yine suyla yani vaftizle olacağına dair bir inanç emaresi var.

    uzaylının parmağını kestiği sahnede uzaylıdan çıkan ses graham'e ait örneğin. uzaylı bir bakıma içindeki düşman çünkü. kendi parmağını kesiyor graham. yani aslında inancının kökünü.

    televizyonda spiker ''tanrı bizi korusun'' dediğinde yüzünde beliren dehşet duygusu uzaylılarla ilgili korkudan değil elbet. kader ve tesadüf karşıtlığı noktasında tanrıyı reddedişe yaklaşmasıyla beraber koca bir dünyanın tanrı fikrine, onları kurtaracak bir mesih, kurtarıcı fikrine hala inanıyor olmaları yüzünden duyduğu dehşeti ifade ediyor. orada yönetmen ''tanrı sizi korusun'' cümlesinden sonra pederin içindeki çatışmanın pik noktasını göstermek için yüzüne 15 saniyeden fazla yakın plan yapıyor. bu kırılmanın. çatışmanın, sorgulamanın pik noktası. bundan sonra gerçeğin açığa çıkacağı yüzleşme bölümü gelecek elbet.

    çocuklarının sürekli belirli bir mantık çerçevesinde konuşması, pederin onlara nazaran alaycı ve saçma sorular sorup durumun ciddiyetini kavramaması , daha doğrusu kavramak istememesi içindeki çatışmayı, gerçeklerden ve yüzleşmeden kaçısı simgeliyor. tanrının reddiyle birlikte tanrının merhamet ve şefkatiyle gelebilecek her şeye sırtını dönen rahip içinde uyanan septisizm ile daha önce bilime karşı takındığı tavrın sonucunda bir tür alaycılığa bürünüyor. sarkazm haliyle bir tür savunma refleksi .

    eşini kaybettikten sonra içine düştüğü bitimsiz keder ve bir din adamı olarak girdiği inanç krizi çocuklarını da kaybetme korkusuna dönüşüyor zamanla. amma ve lakin bunun için bir şey yapamıyor. yapmak istiyor ama beceremiyor. bu yüzden kardeşinin yanlarına taşındığını, kendisine ve çocuklarına yardımcı olduğunu ama beri yandan kardeşinin kendi rolünü üstlenebileceğini ve çocuklarını kendisinden çalabileceğini düşünüyor. bir sahnede oğlunun amcasına ''keşke babamız sen olsaydın'' demesinin sebebi bu korkunun sonucu. elbet bu cümleyi yaratan graham'in düşünceleri.

    ''son yemek'' ve dua etmek istememesi bariz bir simge ve gönderme. çocukların annelerinin ölümü yüzünden onu suçlaması duyduğu pişmanlığı ve vicdan azabını simgeliyor. ailesini koruyamadığını, eşini koruyamadığını ve bu yüzden çocuklarının ondan nefret ettiğini düşünüyor. burada korkunç bir vicdan azabı ve kendine yönelik bir suçlama var. o yüzden 'geriye kalan hayatımın bir dakikasını bile dua ederek harcamayacağım'' diyor. tanrıyı tümden reddediş, inancıyla birlikte ailesini de tümden kaybedeceği paranoyası tavan yapıyor. o sahnenin sonunda gözyaşları ve azap içinde ailesine sıkı sıkı sarılıyor. korku sadece pederin içini değil, evini, ailesini sahip olduğu her şeyi ele geçiriyor. eve dadanan bu uğursuz uzaylılar bu düşüncelerin, fikirlerin gölgesi ve aracı.

    her sahnede inan- inançsızlık çatışması şiddetini arttırarak devam ediyor film boyunca.

    bo'nun doğumuna ilişkin anlattığı hikaye inançlı tarafını, inanmaya olan ihtiyacını ortaya koyuyor. bir tarafı hala inanmak istiyor çünkü.ardından morgan'ın doğumun bir tür mucizeyle ilişkilendiriyor. istila yaklaştıkça inançlı tarafı göremediği bazı şeyleri görmeye, işaretleri anlamlandırmaya başlıyor.

    ''daha hazır değilim, senden nefret ediyorum, korktuğun için geçmiyor, geçeceğine inan'' gibi cümleleriyle çocuklarıyla ya da kardeşiyle değil kendi kendiyle, reddetmek üzere olduğu tanrısıyla ve içindeki şeytanlarla konuşuyor peder. çatışma giderek şiddetlenip en kanlı noktasına geliyor. daha önce gizlediği, içinde yaşadığı bu sayıklama ve kavgalar artık yüzeye vuruyor. yaşadığı, var olduğu, kendini var ettiği dünya, düşünce, ev, aile, kalp sürekli bir çatışma ve kaosun içinde. attığı her adım, yaptığı her eylem ve ağzından dökülen her sözcükte bu çatışmanın izleri var. oğlu astım krizine girip ölecek gibi olduğunda onu iyileştirmeye, teskin etmeye yönelik tüm sözleri aslında kendine pederin.

    nihai sona doğru girilip, istila artık cüretini sonuna kadar dayatmışken, korku tüm şiddetiyle etraflarını sarmışken ancak kendini iyileştirirse çocuklarını, ailesini ve kardeşini kurtarabileceğini anlıyor graham. bunun için nihayetinde işaretleri görmeye, durumlar arasında bağ kurmaya başlıyor. eşinin ölmeden önce ettiği sözlerin (başta manasız gelen) ne anlama geldiğini çözüyor. bo'nun suyla ilgili sorununun, morgan'ın astım krizinin, merrill'in beyzbol yeteneğinin ne işe yaradığını, yarayabileceğini kavrıyor ve olan biten her şeyin arasındaki bağıntıyı görüyor.

    evet bu yapı fazla dindar ve inanca yönelik bir teşvik içeriyormuş gibi görünüyor ama shyalaman yönetmen olarak film boyunca bence bu durumlara oldukça mesafeli bir yaklaşım sergiliyor. ele aldığı kavramların uçsuz bucaksız tartışmaya açık argümanları bile insanın gözünü korkutabilecek cinsten. bu düşünce ve fikirler üstüne kendi sinemasını inşaa edip etkileyici bir atmosfer eşliğinde, üstelik seyircisinin algılarıyla bir güzel oynayarak (filmin yorumlarından bariz şekilde belli) kendine has bir seyirlik ortaya koyuyor. birçok yönetmen böyle şeyler göze almaz.

    shylaman (öyle olacağını tahmin etmemiştir elbet) nedensiz ve manasız bir şekilde böyle topa tutulmayı hak eden bir yönetmen değil kesinlikle. ortak kanaat cinnetinden nasibini alan sanatçılardan. ama bu onun kendine has hikayeler anlatmasına engel olmuyor. başlığına da yazmıştım bana göre de after earth ve the last airbender kötü filmler ama bu onu asla kötü bir yönetmen yapmıyor. zira bu filmlerden çok daha kötü filmler sektörel mafya yüzünden yere göğe sığdırılamıyor.

    son tahlilde signs farklı okumalara açık, derin kavramlar eşliğinde derin meseleler tartışan iyi bir seyirlik. bu gözle bir daha bakılmasını öneririm.
hesabın var mı? giriş yap