• size sıradan ve olağan gelen bazı şeylerden bir süre yoksun kalırsanız, tekrar elde ettiğinizde veya yaptığınızda olağanüstü, muhteşem, inanılmaz gelir.

    o zamanlar evlydim, eşim 29 yaşında idi ve beyin kanaması geçirdi. doktorlar %5 yaşama şansı verdi, yaşarsa da felçli ve kör kalma ihtimali var idi.
    o güne kadar normal bir hayatım vardı, çalışıyordum, güzel bir evim, iyi bir eşim vardı, ama gene de bazen hayatım ne kadar da tekdüze keşke biraz heyecan olsa diye düşünürdüm.
    meğerse insanın hayatı bir günde değişebilirmiş, ne dilediğine dikkat etmeliymiş.

    eşim*yoğun bakımda 2 hafta kaldı, kapısında nöbet tuttum, yıkanmadım, eve gitmedim, yemek yemedim, ağlamaktan yüzüm değişti.
    yoğun bakımdan çıktıktan sonra 4 ay hastanede bir sandalye üstünde yaşadım, eve sadece yıkanmak ve temiz çamaşır almak için giderdim, yıkanırken suçluluk duyardım, "o orada yatıyor ve ben kendim için birşey yapıyorum, ne kadar bencilim" diye.

    eşim orada öyle yarı felçi ve beni tanımaz halde yatarken hayatımızın bir daha asla eskisi gibi olamayacağını düşünürdüm. bir daha asla el ele tutuşup sahile inip birer bardak çay içemeyeceğimizi, bir daha asla birlikte sinemaya gidemeyeceğimiz, birlikte bir masada oturup yemek yiyemeyeceğimizi, okey oynayamayacaımızı, beni bir daha hiç hatırlayamacağını ve daha birsürü eskiden önemsiz ve olağan kabu ettiğim şeylerin hayatımızdan çıkıp gittiğini düşünürdüm. ağlardım. bana baktığı zaman ağlamayı keserdim, üzüldüğümü anlamasın isterdim, şakalar yapardım o da bana "sen kimsin" derdi.

    sevdiğin tarafından hatırlanmak çok olağanüstüyümüş meğerse.

    evlilik yıldönümümüzü evde geçiremedik, meğerse yıldönümünü evde geçirip birer kadeh şarap içip sevişmek ne kadar olağanüstüymüş, ne şık bir yerde yemek, ne muhteşem bir hediye, ne las vegas'a 2 bilet gerekirmiş. meğerse tekli bir koltuk üstünde değil de yatağına uzanıp sere serpe yatmak ne olağanüstüymüş.

    yılbaşını evde geçirebilmek için izin aldım doktorundan, yalvar yakar. meğer en güzel ve en buruk yılbaşı oymuş. sadece evde oturup sevdiklerimizle birşeyler atıştırmak, evde olabilmek, evde olabilmek.

    hastaneden hiç çıkamayacağımızı sanırdım, artık hep hastanede yaşayacağımızı düşünürdüm, ağlardım. o görmesin diye saklanırdım ağlarken. meğerse bağıra bağıra ağlamak, başını onun göğsüne yaslayıp "geçecek hepsi" cümlesini duymak ne olağanüstüymüş de anlamamışm.

    4 ayın sonunda eve çıktık, zorlu bir süreçten sonra eşim eski sağlığına kavuştu, çok az bir oryantasyon problemi ve ayağında küçük bir blgede hissizlik ona hatıra kaldı.
    ben ise sıradan şeylerin aslında ne kadar olağanüstü olduklarını öğrendim.
  • olağanüstü: olağan olmayan, yani gerçekleşme olasılığı, sıklığı sıfır veya çok düşük olarak bilinen (= sıradışı)
    sıradan: sıra-dan, yani benzerleri defalarca gerçekleşmiş, gerçekleşme sıklığı çok yüksek olan, artık alıştığımız

    sıradan şeylerin sıradışı gelmesi: sık sık olan, olmasına alışılan şeylerin... öeh sıkıldım. bir keresinde uzayı gördüydüm mesela taksim meydanından. gökyüzüne baktığımda bakışlarım gökyüzünü görmeden koskoca uzay boşluğuna dalmıştı durduk yere. basbaya da sıradan birgündü. tool dinleyerek hızlı hızlı istiklali geçecek, ara cafede arkadaşlarla buluşunca da makarna ve buzlu elmalı yeşil çay söyleyecektim. çok açtım. bunları düşünerek meydana ayak basmıştım ama işte tam onda karşımdaki gökyüzü koarrrşş diye bir ses çıkararak, eriyip kopan koca bir buzul parçası gibi önümden kayıp gitti. altta bildik taksim meydanı, vızır vızır insanlar, ışıklı panolar vardı ama üstlerinde devasa simsiyah uzay boşluğu açılıyordu. dünyanın balkonu olmuştu durduğum kaldırım ve uzaya bakıyordum. çok küçüktük lan. çok zavallıydık. ürpererek dondum kaldım orada. çok korkutucuydu ama çok da büyüleyiciydi. ama pek sürmedi, bi çocuk geldi abla sakız diye. korkup hemen gözünü kapattı gezegen, gördüğüm uzay boşluğu kapanıp trank diye mavi gökyüzü yerine indi. baktım biraz daha ama sımsıkı yummuştu bi kere gözlerini. tool dinleyerek yavaş yavaş istiklali geçtim ben de. arkadaşlara anlatmak çok istedim olm harbiden uzay boşluğundaymışız biz diye, ama biliyorum anca anlamış ehemehe diye dalga geçecekler ve ben de anlatamayacağım "biliyordum ama ilk kez idrak ettim işte"yi.

    böyleyken böyle. bilmekle idrak etmek arasındaki fark da bu duruma sebep olabiliyor.
  • sıradan bir hesap makinasında 10'u 3'e bölüp çıkan sonucu tekrar 3'le çarpıncı 10'u bulamamak gibi mesela.
  • (bkz: ayrılık)
  • hayatın boktan gidişatına delalettir.

    bazen hiç umulmadık biri tarafından nezaket, dürüstlük ya da iyi niyetli bir tavra maruz kalmak, bazen evinde huzurla uykuya dalabilmek ve bazen de elektriklerin gelmesi olağanüstüdür.
  • o denli sıradanlaşan yalan, dolan, kayırmacılık, sahtekarlık, namussuzluk kavramlarının aksi durumlarında şaşırmaktır.
  • samimiyettir. insan cahil doğar ve çoğu zaman bildiği varsayımı üzerine çalışır. yani ya biliyormuş gibi yapar, yada bu biliyormuş gibiyi o kadar iyi yapar ki kendisi bile inanır. beynini siktiklerim, daha kontrol edemediğiniz organlarınız var, hala dır dır ediyorsunuz.
  • olağanüstü öküzlükteki insanlarla beraber yaşamaya alıştıysanız, doğaldır. gayet sıradan, olması gereken şekilde gülümseyerek selam veren birini gördüğünüzde olağanüstü bir şey görmüş gibi olabilirsiniz. mesela her gün olağanüstü iğrenç yemekler yemeye alıştıysanız, sıradan bir çorba bile olağanüstü gelebilir. buyrun örnekleri çoğaltın. örnekler ne olursa olsun bağzı şeyler hep insanların sığırlığıyla ilgili. o kadar sığır dolu ki ortalık, sıradanlık olağanüstü kalıyor.
  • allahın mucizeleridir

    not: ben demiyorum din kültür ve ahlak bilgisi kitabı söylüyor
hesabın var mı? giriş yap