• eser miktarda spoiler içerir.

    15 yıl süren bir hukuk mücadelesini anlatan, 13 bölümlük belgesel. kendimi alford savunması, amerikan jüri sistemi, takayama testi ve quora'nın içinde buldum. işin kompetanı adamlar, jüri sisteminin işleyişini nasıl ele alıyor, sistemin falsoları hakkında neler düşünüyor veya artılarını nasıl değerlendiriyorlar merak ettim. okuduğum yorumların içinde bir avukat şuna benzer bir şey demekteydi:

    "abisi (abisi dememiştir), düşünün ki yargılanıyorsunuz ve ömrü hayatınız boyunca bir eğitim almamışsınız. sizi, öncelikli olarak kimler dinlesin isterdiniz? astronotlar, fizikçiler, profesörler mi, yoksa akranınız, komşunuz yani sizin gibi, çevrenizden insanlar mı?"

    henry lee diye bir kriminoloğu çağırıyorlar, maktulün ölümüne nelerin sebep olmuş olabileceğini açıklasın diye. jüri, adama, "sen akıllısın, japonsun bi kere." muamelesi yapıyor. koca adama, kitap imzaladı diye trip attılar yav.

    micheal peterson abi'nin yaşadığı yere bakalım: kuzey carolina. neymiş, maykıl pidırsın biseksüelmiş, karısını aldatıyormuş, nassı iğrenç bi şeymiş erkeklerle buluşması. eskort bey, siz kimlerle birlikte oluyormuşsunuz en çok, istatistiki bilgilerinizi bizlerle paylaşır mıymışsınız, biseksüellik iğrençmiş, eyy jüri üyeleri, sizin başınıza gelse naparmışsınız, diyor bölge savcısı. jüri de düşüyor haliyle. yukarıda yazdığım quora alıntısına geleyim, mesela yozgatlı bir eşcinsel olsam, jüri sistemi sayesinde hüküm giyerdim. o yüzden, beni türk hekimlerine emanet ediniz.

    kathleen peterson'ın ölümüyle alakalı üç teori var, üçüncü teori geçenlerde netflix'in youtube sayfasında yayınlandı, belgeselin son bölümünde de iki üç cümleyle açıklanan, maykıl sikkofield seviyesinde bir teori. metal fırtına'yı başucu yapan nesil bayılacaktır eminim.

    1) savcılık-eyalet: kathleen peterson'ın kafasına şömine çubuğuyla vuruldu, ancak kafatasında çatlak-kırık yok. göz ve burun kısmında yaralar mevcut. boğazlandı. darbelerden sonra kan kaybından öldü, ambulans geldiğinde kanı kurumuştu. micheal peterson, 911'i aradığında "nefes alıyor, bilinci yerinde değil. " demişti, nefes alıyorduysa kan ne ara kurudu?

    2) savunma-michael peterson: alkollüydü ve valium almıştı. merdivenin üçüncü ya da dördüncü basamağından düşüp kafasını pervaza çarptı, yerden kalktığında karanlığın, sarhoşluğun, ilacın ve düşmenin etkisiyle kanın üzerine basıp kaydı ve tekrar tekrar düşmeye devam etti.

    3) baykuş teorisi: ağaçlık bir alanda yaşadıkları için oralarda efenim bolca baykuş bulunmaktaymış. bir gün baykuşlardan biri pencereden içeri doğru uçup kathleen peterson'a saldırmış, otopsi esnasında kadının ellerinde pençe izleri olduğunu belirlemişler. (double facepalm)

    savunma avukatından adli tabibine kadar herkesin, kanıtları, çıplak elle hamur yoğururmuşçasına mıncıklaması, mıncıkladıktan sonra bim poşeti ve kese kağıtlarına koyması, deaver ibişinin jüriyi "bilal testleri" ile kandırması, kafalarına göre kanıtlarla, otopsi raporlarıyla oynamaları bana iç sıkıntısı geçirtti. david rudolf beğ, "if it doesnt fit you must acquit" gibi bir slogan bulalım, havamız olsun diyeceğine, kanıtları mıncıklamamayı öğrenmen gerekirdi. bir allah'ın kulu çıkıp "kardeşim ne çıplak elle elli10 kanıtı, öküz müsün, bırahsana, lan bırah bırah" demedi.

    werner spitz'i, the keepers'tan sonra the staircase'te de görmek hoştu. hoş muydu? sanki dizi çekiyorlar, o nasıl laf. adam, adli tıp dünyasının aktörü maşallah, her yerden fırtlıyor.

    sonuç: kafamda zibilyon soru işareti kaldıysa da maykıl abi'nin suçlu olabileceğini düşünmüyorum. nitekim, kathleen peterson'ın merdivenden düşüp ölme ihtimalini de mantıklı bulmadım. bir insan nasıl, seri şekilde, aynı merdivenden sayısız kez düşüp kafasını yedi yerinden yarıp bir de kan kaybından ölebilir?
  • yıllar önce digitürk'te, crime & investigation veyahut benzeri kanallardan birinde "suç ve ceza" adıyla yayınlanan programla 'true crime' denilen janr ilgimi çekmeye başladı. bu tür tv programlarını izlemek zamanla (tabii nispeten kaliteli olanlarını seçerek) bir tutku hâlini aldı bende. tv izleme sıklığı azalınca haliyle ibreyi internete kaydırdık. netflix sayesinde bu tarz içerikleri ve belgeselleri daha sık izleyebiliyor olmak güzel. türün nispeten popülerleşmesine de ön ayak oldular. hbo'dan çıkan the jinx de çok iyi belgeseldi. ayrıca sadece seri olarak değil belgesel-film kategorisi bazında da fevkalâde işler var. açıkçası sadece "crime" olmasına da gerek yok işin içinde norm dışı ve tabu sayılacak insan hikayeleri varsa bu beni cezbetmek için yeterli. illâ ki işin içinde cinayet veya cinayetler olması lüzum değil.

    yine de insanî trajediler farklı bir yönden ilgimi çekiyor. sebeplerini irdelemek, nedenlerini saptamaya çalışmak merak uyandırıcı bir uğraş. maktûlun intikamını yargı yoluyla alıyor olmak da heyecanla beraber bir çeşit tatmin sağlıyor. better things dizindeki kadın karakter bir bölümde, kendine nasıl vakit ayırırsın sorusuna, eğer uyumadan önce biraz vaktim varsa gerçek suç programlarını izlerim diyordu. neden izlediğini de şöyle açıklıyordu "zaten her gün öldürülmüş gibi hissediyorum hem de kimsenin birini dava edemeyeceği bir şekilde. o yüzden bir kadının kafasının kesildiğine dair hikayeler gördüğümde ya da adamın bıçağında saç bulduklarında ve adam müebbet yediğinde bu çok tatmin edici bir şey oluyor." sanırım benim de hissettiklerim aşağı yukarı benzer şeyler.

    true crime belgeselciliğini sevmemin birçok faktörü var. araştırma ve mahkeme süreçleri, tüm bu çabalar hayranlık uyandırıcı. bir taraf olayı aydınlatmak için varını yoğunu ortaya koyarken, cezalandırma adına her şeyi deniyor. diğer taraf ise aynı şeyleri masumluğun ispatı veya suçsuz olma ihtimalini korumak için yapıyor. tüm bu mücadele hâli o kadar şekspirâne geliyor ki. özellikle de olay yeterince dramatik ve trajikse. yapım ekibinin elinde bol malzemesi varsa ve iyi işlenebiliyorsa. ki amerikalılar bu konuda eksperler.

    geçenlerde gözüme "belgesel izleyen kadın" gibi bir başlık takılmıştı sözlükte. bundan sanki inanılmaz bir durummuş gibi bahsedilmesi komik. belgesel izlemenin cinsiyetle ilgisi olduğunu düşünmek de ayrıca abes. ama bence asıl mercek altına alınması gereken nokta, belgesel denince akıllara sadece hayvanlar aleminin gelmesi olabilir. suç belgesellerinin underrated kalması ilginç, bana sorarsanız sapiens türü daha entrikalı. buna rağmen reytinglerde serengeti düzlüklerinde zebra avlayan aslanlar kadar rağbet görmüyorlar. belki de böylesi daha hayırlıdır.

    ****spoiler****

    mike peterson denen adamın, aile dostu olan ve evine iki dakikalık mesafede oturan kadın merdiven dibinde ölü bulunuyor. tam 17 yıl sonra birebir aynı şekilde karısı da ölüyor. ikisini de son gören aynı kişi; yani mike. iki kadın da çok fazla miktarda kanın içinde bulunuyorlar. ikisinin de kafasında benzer darbeler var. bir insanın hayatındaki iki kadın da merdivenden düşerek ölecek öyle mi? lamı cimi yok buna ya tesadüf diyeceğiz, ya da yıldırım aynı yere iki kere düşmez. şüpheler, adlî tıp incelemeleri, tüm oklar ve biraz sağduyu bize malûm şahsı işaret ediyor.

    making a murderer sonrası öğrendiğimiz bazı şeyler vardı. steven avery'nin aleyhindeki olumsuz bilgilere yer verilmemesi, belgeselin bir nebze (belki daha fazla) taraflı olduğunu göstermişti. ama tolerans gösterilebilir buluyorum. zira hem ortaya çıkan iş her anlamda çok iyiydi. hem de her belgeselin taraflı olma hakkı vardır. ayrıca steven'ın 20 yıl boş yere hapis yatması gibi akıl almaz hukuki hatalar söz konusuydu. yaşadıkları alışılagelmişin dışında bir mağduriyetti. mike'la mukayese edilemez. bir diğer netflix ve taraflı belgesel örneği; amanda knox. diğerlerinden farklı olarak bu kötü bir belgesel. üstünde durmaya ve onlarla aynı kefeye koymaya bile lüzum yok. gerçekten berbattı. en bariz taraflılık da ondaydı. hatta kısaca bir 'aklama projesi' olarak bile tanımlayabiliriz.

    kim ne derse desin, the staircase'te 13 bölüm boyunca taraflı bir belgesel izledik ve bu benim asabımı ziyadesiyle bozdu. artık son bölümde, katty'nin kardeşi mahkemede son bir konuşma yapmak için çıktığında bu kadarını beklemiyordum. birden can sıkıntım hafifledi. içimin yağları eridi. ruhum ferahladı resmen. yılların dolmuşluğunu mike ile avukatının yüzüne doğru bir bir saydı. tüm sinirlerimin gevşediğini hissettim. vicdanlarında biraz olsun bir hareketlenme olmuş mudur acaba? (eğer varsa tabiî -vicdan nedir/neye denir- bu da ayrı bir tartışma konusu ya neyse) tam da çalışkan ahmet repliği gibi "eğer anlayacağınızı bilsem yüzünüze tükürmek isterdim, ama ondan da anlamazsınız ki siz" durumu.

    katty'nin kız kardeşleri eğer mike'ı kötüleme derdinde olup, önyargılı veya agresif bir tutum takınsaydılar daha en başta katty&mike ilişkisi için olumlu ifadeler vermezlerdi. ama katty'nin ölüm fotoğraflarını gördüklerinde bizim topraklarda denilen tabirle; ciğerleri yanıyor. erkek savcının da kapanış konuşmasında dediği gibi "bir fotoğraf bin kelimeye bedeldir" işte o foto ve fotolar konuşuyor sadece. çünkü ondan geriye bir şeyler anlatabilecek bir tek o kareler kaldı. çok acı verici bir durum. bu yüzden belgesel boyunca katty'nin ailesinin tarafındaydım.

    david rudolf denen avukat hiç şüphesiz ki işinin erbabı. onun da dediği gibi amaç müvekkilinin masumluğunu kanıtlamak değildi. saatlerce izlediğimiz tüm o mahkeme ve duruşmalara hazırlık süreçleri de çıplak kral'a hayâli kıyafetler giydirme sanrıları yaratmaktan başka bir şey değildi zaten. yeter ki kimse kral'ın çıplak olduğunu düşünmesin. ilgiyi başka yerlere çekelim. insanların düşünme dirençlerini kıralım. avantajımız olan her şeyi kullanalım. kendi tuttuğumuz uzmanları çıkartıp konuşturalım. ortalığı bulandıralım. nerede bir boşluk, bir gedik bir açık yakalarsak dibini kazıyacak kadar kendimize yontalım. mahkemede cinayet aletinin şömine sopası varsayılması akabinde sopanın üç ay sonra ortaya çıkmasına tepkim tam olarak şuydu.

    alanında uzman çeşitli adamları aynı masada etrafında toplayıp olayı inceledikleri sahnelerde, uzmanlardan biri kafadaki kesikleri karpuzun yere düştüğünde birçok yerden patlaması örneğini vererek sorguluyordu. içimden "seriously?" tepkisi verdim. avukat rudolf, polis memuru duane deaver'ın yaptığı kanlı sünger testlerini küçümseyerek dalga geçti durdu da, o ve ekibinin yaptıkları ondan aşağı kalır sayılmazdı.

    yalnız şunu belirtmem lazım, kadın savcının kapanış konuşmasında jüriye biseksüellik üzerine dediklerini oldukça sert buldum. o tutumu şimdiki political correctness konjonktürü içinde düşünemeyiz bile. böyle bir belgesel aracılığıyla zamanla gerçekleşen bu türden değişimleri gözlemlemek de oldukça ilginçti.

    yukarıda bir yazar arkadaş üçüncü bir kişinin üzerinde durulmadığından bahsetmiş. her iki taraf da bu ihtimalin üzerinde durmadıysa üçüncü bir kişi ihtimalinin imkansıza en yakın seçenek olduğunu tahmin ediyorum. parmak izi, ayak izi, alarm, belki güvenlik kamerası kayıtlarıyla vs bunun olabilitesi sıfıra indirgenmiş olabilir. aksi takdirde rudolf bu konunun da üstüne giderdi.

    belgeselde üzerinde durulmayan diğer şeyler: mike'ın ponçik aile saadeti dışındaki her şey.

    az buz değil 13 bölüm yapıyorsunuz ama sadece tek bir bölümü bile katherine'e ayırmamak da neyin nesidir? bu kadın kimdir, nerde ve nasıl büyümüştür hiçbir ayrıntıya girilmedi. ama hepsinden önemlisi parası kimlere kaldı? en çok merak ettiğim buydu. eğer mike ve üvey çocukları mirasından pay aldılarsa cinayetin topluca planlanarak işlenmiş olabileceğini düşünmeye bile başlayabilirim. (baykuş teorisinden daha mantıklı kimse kusura bakmasın)

    mike ile araları nasıldı? kavga ederler miydi? tartışırlar mıydı? gibi sorulara çocukları, eş ve dostları sadece katty'nin mike'a takılmayı sevdiğini söylüyorlardı. hatta mike bile biseksüellik mevzusunda katty'nin onunla espri yollu takıldığını söylemişti. bu noktada ego devreye girmiş olabilir. yıllarca egosu bu takılmalarla sarsılmıştır ve belki antrapoz geçiriyordur. eskiden yazdığı köşe yazılarını okuyordu mike. orada "biriyle dalga geçerseniz, onu küçük duruma düşürürseniz bu o kişide kötü etkiler yaratabilir" gibi bir şey diyordu. bunu deme nedeni 'yazılarımla yetkili mercileri kızdırmış olabilirim, bana komplo kurulmuş olabilir' imâsıydı muhtemelen. ama ben tamamen farazi bir şekilde o ve katty arasındaki ilişki dinamiklerinin getirdiği sonuca yorumlamayı tercih ediyorum.

    7 darbe ve bu darbeler kafatasını çatlatacak ya da beyninde ödem oluşmasını sağlayacak kadar sert değil. bu da nefretle değil de egosal durumlar neticesine uyuyor. cinsellik ise ayrıca başka bir boyutu. kadınlara karşı yetersizlik onu şiddete, kitabında yazdığı gibi "öldürmek ve cinsellik" bağdaştırımına götürmüş olabilir.

    bu tür belgeselleri izlerken katiller açısından acaba zamanı geri döndürme şansları olsa yine aynı cinayeti işlerler miydi diye düşünürüm. öyle basit gözlemlerle yargıya varılabilecek bir şey değil bu elbette ki. mike peterson'ın peşine bir belgesel ekibi takarak really show tadında çekimler yapması bana aksini hissettirdi. belki hayatı boyunca istediği şöhrete ulaşamadı, bu popülarite hoşuna gitti ve kullanmak istedi. kendini anlatmayı, ifade etmeyi, sanatsal referanslar vermeyi seven bir yapısı var en nihayetinde. hiç de ilgiden sıkılmışa benzemiyordu.

    mike peterson'ın entelektüel biri olması belgeseli izlenir kılan etkenlerdendi. izleyenler bilir yine bir netflix işi olan evil genius belgeselindeki kadın da böyleydi ve o da eski kocalarını benzer şekillerde öldürmekle suçlanıyordu. bu adamın da geçmişindeki iki kadını aynı şekilde öldürmüş olma ihtimali oldukça tuhaf. zeki olup da, aynı metodlarla cinayet işlemek ne çeşit bir psikolojinin sonucudur merak ediyorum. "yeni heyecanlar peşinde koşmama gerek yok. riske girmeyeyim bildiğim tarzdan aynen devam" mı diyorlar, ne düşünüyorlar acaba?

    mike hapiste yaşadığı zorlukları anlatırken onunla empati kurup, ona üzülmemizi bekliyordu belli ki. peki ya katty son nefesini verirken neler yaşadı? sürekli "burda bir değil birçok kurban var" diyor bir de. hayır tek kurban var o da kafasındaki 7 yarıkla acılar içinde ölen katty. sen paranın gücü sayesinde sadece 8 yıl hapis cezasıyla sıyrıldın. tıpkı the jinx belgeselinde izlediğimiz robert gibi mike'ta da para ve hitap gücü vardı. evil genius'daki kadın jinx'teki robert ve staircase mike. kesişim özellikleri; zeka, hitap yeteneği, para, manipüle güçleri. ve tabii ki öldürmeyi çok iyi bilmeleri.

    ama masumiyet karinesi, adil yargılanmama, soruşturmaya düşen şüphe... günün sonunda düşündüklerim sadece kötülüğün form değiştiren yapısının ürkütücülüğü oluyor. kötülük birçok şekle bürünebiliyor. dışardan sevgi dolu görünen, yetim çocukları evlatlık alacak kadar koca yürekli bir iyi aile babası kılığına bile. hukukun işleyişi gereği hatanın küçüğü büyüğü yoktur düsturu hakim. davaya en ufak bir gölge düşmüşse af yok. herkes suçu ispat edilene kadar masumdur. sistemde herhangi bir usulsüzlük yakalanması durumunda çuvaldaki tüm incirler berbat olur. bu durum aslında ayan beyan ortada olan hadiselerde bile kimilerine kurtuluş olabiliyor. para, güç, biraz şans ve yetenekle hapiste ölmekten kurtulan mike peterson gibi.

    belgesel boyunca avukat ve dedektifle, çocuklarıyla, kardeşleriyle aralarındaki sohbetler fazlasıyla kakara kikiri modunda geçti. hayretler içinde izledim. özellikle kızların yüzlerinde hep bir sırıtma ifadesi. espriler, gülüşmeler. mike'ın ağzından düşmeyen piposu ve sürekli edebiyat parçalayan lafları. la kadın öldü gitti gitti heeyy alooo!

    kızlar açısından düşünüyorum evet adam görünen o ki iyi bir baba ve haliyle ona tapıyorlar. ama gayet ortada bariz bir diğer şey de onun hem biyolojik hem üvey annelerini -muhtemelen- öldüren bir adam olması. peki ya üvey oğulları. bu kadın hiç mi annelik yapmamış bu çocuklara dedim içimden. hiç mi sevmemişler onu. babalarına olan sonsuz inanç ve itimadlarını zerre olsun sorgulama gereği bile duymadılar. içlerinden biri daha merdiven dibinde küçük bir kan göleti içinde ölü bulunsa, kalan sağlar bizimdir der babişkolarına yine aynı güvenle sarılmaya devam ederlerdi eminim.

    911'i aradığında nefes alıyor dediği kadının kanlarını 5 dk sonra gelen ekibin tamamen kurumuş halde bulması sorun değil nasılsa. pilates topu mu ki bu kadın düşünce ordan oraya sekerek kafası 7 ayrı yerden yarılsın gibi sorulara da gerek yok. geri zekâlı deaver'ın hatalarını bire on katıp ekmeğimize yağ niyetine sürebileceğimiz bir avukatımız da var zaten. netflix bile üşenmemiş youtube'a baykuş teorisi zırvalığı adında bir video koymuş. serinin devamını bekliyorum baykuş, karga, geyik vb. aman ha mike falan olmasın sakın! hiç mantıklı değil, zaten adam sevgi kelebeği maşallah. yok canım daha neler ne şüphelisi ne zanlısı.

    vicdanlara inen perde olarak görüyorum bunu. salak değiller. onlar da çok iyi biliyor. finalde mike'ın seçtiği leonard cohen şarkısının adı "everbody knows" evet aynen öyle, everbody knows. herkes biliyor.

    "everybody knows that the boat is leaking
    everybody knows that the captain lied."
  • ben bunu youtube'da 8 bölüm olarak izlemiştim yıllar evvel, nexflix'in 13 bölümlük dizisi ile tamamen aynı mı emin değilim. ayrıca forensic files'in 2006'daki s11e22'de "a novel idea" ismiyle de işlenmiştir - ki burada soru işareti yoktur, peterson kesin suçludur. ancak o zamanki davanın en önemli unsurlarından biri olan kan analizcisi daha sonra kovulmuş ve dava tekrar açılmıştır.

    ilk izlediğimde (başka yere) yazdığım notlar:

    peterson'un yaşam öyküsü ve ailesi de kendi başına bir o kadar ilginç... michael, 1966 yılında, almanya'daki amerikan askeri üssünde öğretmen olarak çalışan patricia ile evlenip almanya'ya yerleşiyor. 2 çocukları oluyor. yine üste çalışan ve iki ufak kız bebekleri olan charlie-liz çifti ile aile dostu oluyorlar... michael, amerikan deniz kuvvetlerine katılıp vietnam ve okinawa'da görev alıyor. charlie, amerika'nın grenada çıkartmasında ölüyör. michael almanya'ya geri döndüğünde diğer ebeveyn liz de bi kaza sonucu ölüyör... michael ve patricia çifti ana-babasız kalan iki kız bebeği evlat ediniyorlar.

    yıllar sonra patricia ile michael boşanıyor. michael amerika'ya dönüyor, önce sadece kızlar, sonra oğulları da derken 4 çocukla beraber durham'a yerleşiyor. 1989 yılında kathleen ile tanışıp kısa süre sonra beraber yaşamaya başlıyorlar ve kathleen'in ilk evliliğinden olan kızları caitlin da aileye katılıyor.

    her yönüyle çok mutlu görünen bu aile, 9 aralık 2001 günü, kathleen'in merdivenlerin ayak ucunda bir kan gölü içinde cansız bulunması ile zorlu bir sürece giriyor... ailenin tüm bireyleri gibi kathleen'in öz kızı (caitlin) ve kız kardeşi ilk başta michael'a mutlak destek veriyorlar, ancak otopsi raporunun açıklanmasından sonra caitlin, babasının suçlu olduğunu iddia edip aileden kopuyor.

    dava sürecinde, peterson'un biseksüel olduğu ve eşini bir çok erkekle aldattığı ortaya çıkıyor... bundan çok daha ilginci, iki üvey kızının öz annelerinin, liz'in yani, almanya'da aynı şekilde merdivenlerden düşerek öldüğü bilgisi ortaya çıkıyor. neredeyse tamamen aynı şekilde... bu kadar tesadüfün ardından dava michael için iyice umutsuz görünmeye başlıyor...

    ancak kızlar üvey babalarının ardında durmaya devam ediyorlar. ki tüm bu hikayedeki en ilginç, en şanssız kişiler, önce öz babalarını sonra öz annelerini daha 6 aylık ve 18 aylık iken kaybeden, sonra anne-baba olarak bildikleri iki insanın daha ellerinden kayıp gitmesi ile başa çıkmak zorunda kalan bu iki kız, margie ve martha...

    belgesel ne kadar tarafsız, tartışılır. mahkeme salonunda yaşanan tüm gerçeklerin aktarılmadığını, özellikle de michael'ı mahkum eden bazı önemli bilgilerin es geçildiğini biliyoruz, ama dava halen sonuçlanmış değil... 2011 yılındaki itirazdan sonra, mayıs 2017'de yeniden yargılama başlayacak...

    (bu arada 2011 yılında yaşananlar da "staircase 2" olarak yayımlandı, artık staircase 3'ü de izleriz bir kaç seneye)

    --- spoiler ---

    liz ratliff'in ölümü için neredeyse hiç kanıt yok, ama ben şahsen peterson'un kathleen'i öldürdüğüne ikna olmuş durumdayım. 911 araması ve mahkemedeki tüm ağlamaları vs tamamen sahte duruyor... ayrıca bir insanın sadece 3-4 basamaktan düşme ile bu kadar ağır yaralanması kolay kabul edilebilecek bir iddia değil... belgeselde hiç lafı geçmeyen ama borç batağındaki peterson'a ciddi motivasyon sunan 1 milyon dolarlık bir hayat sigortası da var... tek çözemediğim bu iki üvey kızın babalarından nasıl bu kadar emin oldukları...

    yalnız peterson'un kendisinin de dediği gibi, zengin olmak, en iyi uzmanları tutmak gerçekten bir insanı ipten alabiliyor... izlerken savunmanın çabasına hayran kalmamak mümkün değil, bir dava ancak bu kadar iyi savunulabilirdi... davada diğer tarafın adil şekilde gösterildiğini sanmıyorum, lestrade taraf tutuyor bariz, ama yine de savcıların saçmaladığı çok yer var, ki başsavcı hariç hepsi sonradan bi şekilde kovuluyor... kan analizcisi meslekten ihraç ediliyor, savcı yardımcısı frida black de bildiğin kuru temizlemecilik yapıyor şu an.

    --- spoiler ---
  • 13 bolumunu izleyip neyseki tek sezonda bitirmisler diye sevindigim belgesel.

    ———izlemeyen bakmasin agir spoylir—-

    narsist bir sosyopatin kisisel fikrime gore 2 kisiyi ayni sekilde oldurup buyuk bir manuplasyon yaparak 8 yil hapisle yirtmasi olayini anlatan belgesel.

    michael peterson:

    kisisel fikrime gore kendisi son derece narsistik, manuplasyon ustasi ve dominant bir karakter.

    olaylarin baslangicinda film ekibi ayarlayabilecek kadar zeki.

    olaylari izleyiciye
    -kendi yazdigi sekilde,
    -uygun+acikli fon muzikleri editleriyle (ki ekipteki editorle 15 yil boyunca romantik iliskide oldugu ve temize cikar cikmaz ayrildigi yonunde bilgiler mevcut),
    -aile uyelerini arkasina alarak
    -acitasyonun dibine dibine portre fotograf sahneleriyle
    çok guzel bir sekilde yedirdi.

    bana gore bu adam kesinlikle katil. hem de 2 kere.

    almanya’daki olaydan yirtabildigini gorunce ayni teknigi tekrar denedi.

    olay nasil oldu?: (tamamen kisisel fikrim)

    merdiven kazalarinda cogu kaza merdiveni cikarken degil, merdivenden inerken kayma sonucu gerceklesiyor.
    kathleen diyelim ki trabzana asilarak ve kendini koluyla yukari cektirerek merdiven cikarken eli kayip trabzan kontrolunu kaybetti ve geri ivmeyle arkaya dogru dusme haline gecti. bu durumda bile carpma siddetinin kafatasinda bu kadar trawma yaratabilmesi mantik zorlayici.

    boyle bir sonucun dusmeyle olusmasi icin duserken bacak koordinasyonun komple pasif durumda olmasi lazim. cunku icgudusel olarak duserken kol ve bacaklarimizla daha dengeli bir inis, çarpma yapiyoruz. tamamen icgudusel bu.
    bu olayda bacak kontrolu komple off duruma gecmis ve duvara güm diye bir çarpma olmus gibi gorunuyor.

    masanin uzerinde oturduguzu dusunun. bir arkadasiniz sizi bacaklarinizdan tutup cekerse yere dusmeme ve kiriksiz kurtulma ihtimaliniz çok dusuk.

    belki maykil merdivenlerde oturuyordu, kathleen ile merdivenlerde tartismaya basladilar ve maykil kadinin bacaklarini tutup kadini hafiften geri ittirdi, kadin trabzana tutunamadi ve duvara sert inis yapti. o etapta kan lekeleri olusmadi sonraki can cekisme esnasinda oksuruk yoluyla kan sicramalari ve agir kanama meydana geldi.

    çok sacma gelebilir ama film boyunca islenen diger teoriler de çok ic acici degildi, benim de aklima bu geldi. (benim neyim eksik aq)

    margret ve martha:

    margret: maykil’a olan fiziksel benzerligi inanilmaz, film boyunca bu benzerlik cok goze batti. kizkardesini domine ettigi çok acikti.

    martha: hayati piç oldu. oldukca depresif bir karakter. allah arkadaslarina sabir versin. muthis guzel bir yere gidip manzaraya hayran kaliyorsun, bir anda yanindaki bu martha aglamaya baslayip tum ambiansin icine ediyor. diyecek birsey yok. çare maykil’dan uzak durmasi ama kafa gitmis.

    ogullar: tuhaf karakterler. sinsi gibi kiymik gibiydiler.

    kathleen’in öz kizi: dogru olani yapip bu idiotlardan uzak durdu.

    kathleen’in sarisin kizkardesi: basindan sonuna kadar davasinin pesindeydi ama maykil kadar parasi yoktu. bana gore en buyuk hatasi film ekibine kendi kapilarini tamamen acip olayi kendi pencerelerinden gostermemek oldu.

    margaret ve martha’nin öz anasi: kendi kizkardesi varken neden cocuklarinin maykil tarafindan korunmasini vasiyet ettigini anlayamadim. tabii ki gercekten vasiyeti buyduysa. maykil piçi onu da degistirmis olabilir. rosenthal bardaklari ta almanya’dan kirmadan america’ya getiren herseyi yapabilir. boyle bi durumda bardak mi dusunur alla sen ya.

    avukat david: almanya’ya gittiginde alman gence yaptigin çig yahudi esprisi olmadi qanqa. gerek yoktu. maykil sana kac papel atesledi en çok onu merak ettim. yine de iyi savunma yaptin. maykil’in sortuna dna testi yapilmamasi bizzat senin isine geldiyse de yillar sonra sorta analiz yapilmadi diye mizmizlaman ergen aglatti.
    aldigin paralari hakettin umarim terapilerde çarçur etmemissindir.

    yargiç: o son roportaji vermicektin qanqa. yargicsin sen yargic. uzeri kapanmis davada kameraya kisisel gorus bildirmen boku çomaklamak oldu.

    ılk mahkemedeki vintage + vamp kadin savci:

    karar sonrasi gulucuklu ve opusmeli zafer dansina kadar çok iyi gittin, sen kazan istedim dizi boyu. ama o son zafer kutlamasi biraz ne biliyim tuhaf gorundu. kalbimizdesin.

    maykil’in eski karisi patty: yalancisin. yemedik.

    kathleen : hep yasli hep yorgun ve hep maykil’la alakasiz gorundun fotograflarda. maykil’a sanki hep bayik geliyormussun, enerjisiz, renksiz geliyormussun gibi gorundun.
    maykil’la cift olarak algilayamadim seni. bu sekilde olmemeli, olum sonrasi mahremin tum dunyaya dizi film olmamaliydi bence, yani fotograflardan gordugum, sen bunu istemezdin.

    ayrica mezarlikta o agaca takilan muzik yapan aparati kimsenin agactan indirmemesi inanilmaz. buyuk huzursuzluk.

    —-spoylir bitti—-
  • --- spoiler ---

    kadinin olumu merdivenden olmayan belgeseldir. bu kafa karpuzmu amk dusunce 7 yerden catlasin. kadini kocasi mi oldurdu yoksa eve hirsiz girdi de o mu oldurdu bilemem. bir de 13 bolumde kimse sormaz mi arkadas sen havuz basinda kac saat kaldin da , ambulans gelinceye kadar kan kurudu. hadi diyelim sen kadini 3 saat sonra buldun, ee senin ustun basindada kan izleri var bu kan ambulans gelinceye kadar 10 dakikada mi kurudu. ipne michael kariyi oldurmus, sagi solu toplamis duzenlemis, ulan ne hikaye uydursam demis, sonra ambulansi aramis. ayrica o ambulans konusmasi ne amk. emmy lik oyunculuk.
    --- spoiler ---

    icinde ki herkesin kendini oynadigi belgeseldir efendim. yasli cirkin oyuncu falan degil yani.
  • uzun soluklu bir netflix belgeseli.
    çok önemli gördüğüm ama üzerinde hemen hemen hiç durulmayan bir şey var. adam bir çok romanında kendini betimlediği ( en azından öyle olduğu söylendi) karakterin sıklıkla birini öldürmenin verdiği zevk ve özgürlük hissinden bahsediyor. yani tüm bunlar inanılır gibi tesadüfler değiller.
    öte yandan “konuşabilen” iki insanın cinsel yönelimlerindeki farklılıklarından dolayı kavga edeceklerini veya ayrılık ( hatta cinayet) yaşayacaklarına inanmıyorum. michael sevimsiz görünse de müthiş iyi espriler yapan zeki bir adam. kurgu seviyor , göz önünde olmayı seviyor , meşhur olmayı seviyor ve en önemlisi meraklı ve kendi duygularını keşfetmeyi seviyor.
    şahsen bana baykuş saldırsa çığlıklarımla mahalleyi ayağa kaldırırım bırak eşime duyurmayı , onu geç.
    büyük ihtimal kathleen ‘i ona tapan kocası sırf duyguyu merak ettiği için öldürdü. gene almanya’daki kadını da benzer hislerle öldürdü ,vicdan azabından kızları bağrına bastı. ya da en başından beri kızlara sahip olmak için böyle bir şey yaptı.
    eyyorlamam bu kadar
  • --- spoiler ---
    belgesel boyunca gelgitlerim oldu. belgesele başlarken kesinlikle suçlu dedim. devamında almanya olayı ortaya çıktı ve baam! ağzım açık şekilde evlatlık kızların sonsuz bağlılığını izledim. orada suçsuzluğuna dair bir şüphe oluşmaya başladı. yani kızlar babalarına bu kadar bağlıysa ve ona sonsuz güvenleri varsa belki de suçsuzdur izlenimi oluştu ama kafamda bu kan gölünü ve 7 darbeyi hiç bağdaştıramadım. savunmanın çalıştığı uzmanlar bana hiç güven vermedi. sanki hepsi merdivenden düştüğünü kanıtlamaya çalışır gibiydiler. yani sonuç odaklı...
    her şeye rağmen tüm izlenimler konuşmalar aynı savunmanın düşünceleri gibiydi.

    jürinin suçsuz veya oybirliğine varılamadı açıklamasını bekledim ve sonuca çok şaşırdım. ilerleyen bölümlerde acıtasyon gözümüze gözümüze sokuldu ve yeterli delil olmadığını düşündüm. hatta boşu boşuna haksızlıkla 8 yıl hapiste kaldığını...

    tüm bölümleri bitirip, belgeselin sonunda ne düşündüğümü sorguladım, bu belgesel tamamıyla aklama politikası amacıyla çekilmiş belgelerin izleyiciye yarım yamalak sunulduğu yanlı bir yapım. tüm amacın insanların ne düşündüğünü bir hayli kafasına takan (biseksüellik konuşmasında kendisi de belirtti) suçlunun tüm dünyaya kendini harika bir baba, harika bir eş gibi göstermeye çalışmasının şovuydu. hapiste merdivenlerde, düz yolda bile yürüyemeyen adam hapisten çıkınca ceylan kesildi! torunlarıyla o haşin oyunları sadece benim mi gözüme tuhaf geldi ?!
    ancak ve ancak belgeselin sonunda kız kardeşin konuşmalarında bazı kanıtların varlığını idrak edebiliyoruz. tüm belgesel boyunca boğulma izinden bahsedilmedi... eğer boğulma izleri adli kontrolde açığa çıktıysa, tartışmanın da bu belgeselin çekilmesinin de hiçbir anlamı yok. kanıt kanıttır. boğulma izinin varlığı herhangi bir şüphe bırakmaz ve jüri de bu şekilde oybirliğiyle karar kılmış. tabi belgesel bu noktalarda kırpıldığı için biz sadece şok oluyoruz ve kafaya alınan 7 darbe açıklanamıyor. merdivenin 4. veya 5. basamağından düşüp o şekilde yaraları açıklayamıyor ve tabiki kurumuş kan daha doğrusu kan gölünü açıklayamıyor... almanya'daki talihsiz kaza sonucu ölen arkadaş. bunlar hiç normal değil. bu kadınları en son gören kişinin aynı olması, bu kadar tesadüfi şekilde ölmeleri hiç normal değil.
    michael'ın eski eşinin şu sözleri de beni bir hayli şaşırtmıştı. evlatlık kızların babası öldüğünde, michael sık sık yardım için bulaşık yıkamak vs kadının evinde kalırmış. yok daha neler, pardon ama neden? evler bu kadar yakınken kendi evine neden gidemiyor?? bu olay kimseye garip gelmiyor mu? kimse yasak bir ilişkinin başlamış olabileceğini düşünmemiş mi?

    not:baykuş teorilerini gördükten sonra üstümde baykuşlu pijama olduğunu farkettim ve bir daha baykuşlara sevimli gözle bakamayacağım, teşekkürler.
    not2:her şeyin sonucunda bu adamın manipülatif, narsist bir katil olduğunu düşünüyorum. öldürme için bir sebep olmasına gerek yok. adam kitaplarında bile öldürmeyi öven, yücelten şeyler yazmış. en sonunda leonard cohen'den seçtiği şarkı tüylerimi ürpertti. everybody knows
    --- spoiler ---
  • bir trajedinin gölgesinde kahkahalarla düşe kalka yol alan savunma tarafının öyküsü.

    spoiler'lardan kaça kaça geldim. inanılmaz iyi çekilmiş bir belgesel. daha sonuna varmadım ama arada güzel bir laf vardı "trial lawyers and filmmakers..." diye. güzel özetliyor. bir adalet mücadelesi ancak bu kadar iyi çekilip anlatılabilirdi herhalde. resmen içinde kayboldum davanın. bol gelgitli duygu seli amk. tavsiye edilir.

    --- henüz izlememiş olanlar giremez ---

    bu herifin katil olduğuna kimse beni inandıramaz ama çok shady olaylar dönüyor. bir de katil çıkarsa var yaaa... piiiiiiii.....
    .
    .
    .
    yarısına kadar gelmiştim. şimdi bitirdim. belgesel kusursuz. muazzam bir yapım ve anlatım. diyecek hiçbir şey yok. yargıç reis sağduyunun sesi gibi kapanış konuşmasını yaparak aleni izlenimleri aktardı ve klasik müzikten şaşmayan peterson, cohen'den everybody knows çalarak bitirdi. eleman büyük şovmen çıktı rıza baba...
    birkaç tane göze batan mevzu var. peterson'ın daha olayın başından bu film ekibiyle anlaştığını sonradan öğreniyoruz. bunun sebebi neydi? günün birinde gerçeklerin gün yüzüne çıkacağına dair veya herkesin suçsuzluğuna inanmasını hedefleyen bir öngörüden mi yola çıkılmıştı? yoksa kendi şovunu kendi istediği gibi yöneterek bir algı, bir imaj şekillendirme projesinin ilk adımı mıydı? peterson ailesiyle otururken bir yerde şuna benzer bir laf ediyor "isn't there anybody in this room that isn't constantly performing?" keh keh keh. peterson'ın karakterine dair sayısız soru işareti var. yıllar içinde eşlerini benzer şekillerde öldürüp sigorta paralarına konarak hayatını sürdüren, davaları bu paralelliklerle çözülüp içeri tıkılan bir suçlu tipi de mevcut. hatta bu yaygın bir suç bile denebilir. kimi bilgiler belgesele dahil edilmişken kimileri de özellikle dışında tutularak ince bir denge kurulmuş. zaten filmcinin maksadı da peterson'ın tarafından bakarken bir yandan da bu soruları sormakmış sanki. beni çok kıllandırdıran şeylerden biri peterson'ın bir yerde ettiği şu laf oldu: "once you get away with something, you'll just do it again" gibi bir laf. yani işlediğin suç bir kere yanına kalırsa, aynı suçu işlemekten çekinmezsin minvalinde bir şey dedi. bu bana yüzsüz, hain, kibirli ve leş bir itiraf gibi geldi. neden bilmiyorum.
    başka kıllandırıcı bir noktaysa, kadının lafı neredeyse hiç geçmiyor lan. bütün odak bu pezevenkte ve hayatında. peterson'ın bu belgeselle çizdiği karaktere sempati duymamak mümkün değil, çocukları da arkasına katmış bir şov düzenliyor gibi. davayla ilgili başka bir tutarsızlık da şu: kadının beyin hasarı da kafatası hasarı da almadığı biliniyor. ancak blood splatter analyst henry lee'nin öksürüklü, kafa sallamalı ve gayet ikna edici kan sıçrama analizinde anlattığı, yani gerçekleşmesi mümkün olan hareketlerini ve kan izlerini açıklarken; bunların kendini kaybetme, tekrar tekrar yere düşme ve başını vurma, saçını başını delice savurma, ve olduğu yerde yani bir metrekarelik alanda, hiçbir yere gitmeden, tek adım atmadan, doğru düzgün ayağa bile kalkamadan, yarı bilinçle kontrolü dışında çırpınmasıyla mümkün olduğunu anlatıyor. bir anlamda böyle diyor yani. ancak kadının böyle bir duruma gelmesi için kafasını ilk "çarpışında" beyninde ciddi hasar oluşmuş oluşması gerekmiyor mu? öte yandan boyun hasarını da sonlarda öğrendik. belki de beyniyle bedeni arasındaki nörolojik hat kesildi. bu yüzden ayağa kalkamadı, yürüyemedi, olduğu yerde çırpındı. çok düşük ihtimaller ama dava ve seri bununla pek ilgilenmiyor. öldürdü mü öldürmedi mi? ölüm şekli açıklanamıyor bir türlü. 3d bir canlandırma var. en makul görünen o. ama bu tek başına yedi tane kocaman yarığı açıklamıyor. adamın havuz başında bir saat kalıp kadını tek başına bulması, ancak böyle uzak olasılıklarla mümkün görünüyor. kadının aldığı ilk darbeyle ölümü arasında 90-120 dakika olduğu fikriyle 911 araması arasındaki tutarsızlık da göze batıyor. baykuş teorisi manyakça. otopsi raporuna bakıldığında kadında sayısız yaralanma ve hasar görülüyor. bir de peterson'ın karısına ne olduğuna dair hiçbir teorisi olmaması, mevzuyu irdelememesi, hatta ağzına bile almaması çok acayip. arada bir fotoğrafan bahsediyor, fotoğraflarına bakınca ağlaklaşıyor... bu tavırlar da şovun bir parçası gibi duruyor.
    amerikan yargı sisteminin çarpıklığını ve çöküklüğünü görüyoruz ama yargıç sonunda adam (hayat eksi 15 sene işleminin ardından) serbest kalıp dava sonuçlanınca "demek ki sistemümüz gayet iyi işliyör" diyerek bana ehonomi çoh eyii açıklamasını hatırlattı ve güldürdü. belgesel bittiğinde bir yargıya varmamız imkansız gibi. ne kadının nasıl öldüğünü biliyoruz ne de bu şovmen piçin suçlu olup olmadığından eöin olabiliyoruz. ama ne oluyor? vakit ölmüş oluyor ve ölen dakikalarınız geri gelmiyor. peki değdi mi bu dakikalara? evet. çünkü belgesel olarak iyi.

    --- henüz izlememiş olanlar giremez ---

    --- spoiler2 ---

    belgeselin ardından olay üzerine bir sürü şey okuduktan sonra final edit geliyor. kolektif internet bilincinin vardığı sonuçlardan biri bana oldukça makul geldi. bu teori bütün teorileri tek çatı altında toplayan, one theory to rule them all teorisi. adamın "asla kathleen'i öldürdüğümü kabul etmem" ısrarının ardına da güzel yerleşiyor. daha önce baykuş olayına manyakça dedim, hala da öyle düşünüyorum fakat olmadı diyemiyoruz işte. hem boyut hem de şekil olarak kafadaki izleri en iyi açıklayan teori, havuzla arka kapı arasında bir baykuşun kadına saldırdığı, bu sırada saçına dolandığı ve kuşu başından atmaya çalışırken kendi saçlarını da yolduğu (kadının iki elinden birden topak topak saç çıkması, ve kafasında mikroskopik baykuş tüyleri bulunması) olayı duyan peterson'ın kadınla birlikte içeri koştuğu, panik halinde merdivenlere kadar gittikleri, kadını oraya oturtarak yaralarını sarma amacıyla kağıt havlu vs. alırken adamın kadının yaralarının ne kadar derin olduğunu ve muhtemelen öleceğini anladığında eline bulunmaz bir fırsat geçtiğini fark etmesi... bundan birkaç saat önce adamın bilgisayarını kullanan kadının gay porn'ları bulduğu ve zaten tartıştıkları, kadının adamı bunları açığa vurmakla hatta boşanmakla tehdit ettiği (kadının bir önceki evliliğini aldatıldığını öğrendiği anda bitirmiş olduğu gerçeği) ve nihayetinde ya kadının merdivenden çıkmaya çalışırken kanlar içinde birkaç basamak geri düşmesi ya da adamın kadını o haliyle merdivenden itmesi ve oracıkta kan kaybederek ölmesini beklemesi teorisi. bu da aradaki bir saatten fazla açıklanamayan zamanı, kanın kurumuşluğunu, kadının emt'ler gelmeden en az bir saat önce öldüğünün belirlenmesi gibi detayları karşılıyor. bu noktada belgeselin ne kadar taraflı çekildiğini, ne kadar önemli ve belirleyici bilginin bilerek belgeselin dışında bırakıldığını gösteriyor. adamın aile ekonomisine sıfır desteği olduğu, kadını nbir buçuk milyon dolarlık hayat sigortası, çocukların eğitim giderleri ve borçları, almanya'daki olayın detayları, hatta önceki olayda ölen kadının kocasını bile bu piçin öldürdüğüne dair şüphelerin bulunması, yine o olayda bütün kontrolün (kadının kocası ölünce kadınla çocukları hemen yan evlerine taşındırtıyor, ikincil bir aile gibi onunla da aynı ölçüde ilgileniyor, göstere göstere çift hayat sürüyor bu dönemde)... yani olay çok karışık ve aşırı bilgi ve açıklanmamış mevzu var. üstüne adamın eşyaları arasından oj simpson defteri diye bir defter çıkıyor. içeriği açıklanmasa da "plan yapıyom ben yeaa" diye bağırıyor. kendini oj simpsonla kıyaslayarak aynı yolu izlediğini, hatta belgeselin bir yerindeki bir toplantıda oj'yi ipten alan johny cochran'dan bahsedilerek o meşhur "if it doesn't fit, you must aquit" lafına benzer bir şeyler bulalım diye konuşup güldüklerini görüyoruz ki bu gerçekten iç titretici bir soğuk kanlılıktan öte resmen rezillik. sırf bu belgeseli seyreden biri adamı suçsuz bulabilir. fakat biraz bilgiye ulaşıp okumaya başlayınca iki kadını da planlayarak öldürdüğünü anlayabiliyor, hatta seri katil olduğuna bile ikna olabiliyorsunuz. belgeselin adı "gönz boyama sanatı ve manipülasyon teknikleri" olabilirmiş. valla ilk üç gün beni de boyadı, ne yalan söyleyeyim. iyi belgeselci, para, strateji, yazarlık geçmişi, parazitlik ve aç gözlülük birleşince ortaya inanılmaz bir vaka çıkmış. ölene kadar itiraf etmeyebilir. ayrıca 2019 başında bir kitap yazmış. behind the staircase: all profits go to charity. bak bak, daha kitabın kapağında kendini övmeye başlıyor ibne. ne yazmış lan merak ettim şimdi... abv mike peterson.

    --- spoiler2 ---

    --- spoiler ---

    son edit:
    olayın sonunu merak edenler için: yaklaşık 15 senenin çoğunu hapiste geçiren mike, ilk davasında aldığı birinci derece cinayet suçunun ardından 2013'te başlayan ikinci dava talebinin sonucunda 2017'de sonuçlanan ikinci davasında savcıyla anlaşma yaparak, içerde ve ev hapsinde geçirdiği yıllar da eklenerek ve + -15 sene hapis yatmış bir şekilde cezasını kısmen çekmiş olarak, daha hafif bir suç olan manslaughterı kabullenerek serbest kalmış ve şu anda kuzey carolina'nın 300 bin kişilik durham şehrinde yaşamını sürdürmekteymiş.

    işte narsist kişilerle baş etme yöntemleri başlığını okumak yerine bu belgeseli izlemek daha faydalı. kanlı, canlı ve cinayet işlemiş bir narsisti performansının zirvelerinde böyle bir yapım çerçevesinde görebilmek, priceless.

    mike peterson walks free after 15-year murder case ends with plea deal
    mike peterson walks out of a durham county courtroom a convicted felon but a free man after pleading guilty to killing his wife more than 15 years ago.
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    savunmanın gözünden izlediğim halde diyemedim ki bu adam suçsuz. bu bile suçlu olabileceğine inandırıyor beni. aynı kişinin son gördüğü iki kadının aynı şekilde ölmesi de tesadüf sınırlarını zorluyor.. adamın zekası, gizli dünyası, tutkuları ve tüm bu hengamede bu belgeseli yaptırması, onca kan, üstüne bulaşması, ama kuru olması vs vs.. suçlu gibi geliyor.

    savunmanın da savcının da teorileri yüzeysel geldi. yani baştan iki taraf da bir teori geliştirdi iyi kötü ve sonuna kadar bunların üzerinden yürümeye çalıştılar. deliller ya da eldekiler ne gösteriyordan ziyade eldekileri kendi teorilerine göre eğip bükme çabası vardı. adam belki de kafasını merdivenlere vura vura dövdü… her şeyi bir şömine çubuğuna bağlamak çok mantıksızdı. aslında ne oldu? ne olmuş olabilir soruları hep havada kaldı. çok yönlü bakılmadı gibi hissettim. mesela bir yer var; kan sıçramalarını kadının ağzına gelen kanı öksürmesine bağlıyorlardı. ama bunu savunma kullanıyordu. illa düştükten sonra yüzüne kan gelmesi gerekmez. yani adam dövmüşse ve kadının kafasından bundan dolayı da kan akabilir ve bunu öksürerek saçabilir.

    michael'in savunması için bu kadar kaynak akıtması, uzmanlar, avukatlar ordusu tutması da bence suçluluğu konusunda jüriyi etkiledi. masum insan da elbet kendisini savunur vs ama zengin, güçlü, bir yanı karanlık bir adam masumiyetini bu şekilde mi ispatlar?

    aynı şekilde bu belgesel olayı, her anın kameraya kaydedilmesi fikri de bana tuhaf ve tutarsız geldi. neden, ne ara böyle bir fikir gelir insanın aklına ve uygulamaya koyar?

    evlatlık kızlar da çok ilginç.. garip bir ilişki. izleyicinin bile bu tesadüf olamaz, bu kadar tesadüf olmaz dedikleri noktada kendi annelerinin ölümüyle ilgili hiç şüphe duymamaları çok saçma geldi.

    ama tabii ki gerçek başka adil bir yargılama başka. dava usulden kazanılır. bir yerde meslektaşımın da dediği gibi suçlu değil ve masum aynı şey değil. suçu ispatlandı mı? hayır.. evet mükemmel değil ama hedeflenen bu. bu yüzden jüri suçlu dediğinde ben de david gibi büyük bir hayal kırıkılığına uğradım. suçlu olduğu ihtimali daha yüksek gelse de. herhalde meslektaşımla empati kurdum:)

    ezcümle; bence suçlu.

    --- spoiler ---
  • belgesele vereceğim puan 10 üzerinden 8.entelektüel açıdan zengin bir belgesel.izlerken keyif alacaksın.

    --- spoiler ---

    dikkat
    --- spoiler ---uzun diye eleştirenlerin haklılık payı yok bana göre.dava 17 sene sürüyor. michael 8 yıl hapiste geçiriyor. bu süreçte yaşanılanları 5 bölümle veremezlerdi.
    '' cinayet soruşturmalarında tesadüf diye bir şey söz konusu olamaz'' bunu yanılmıyorsam the jinx belgeselinde duymuştum.burada da aynı şey söz konusu, her 17 senede bir kadın merdivenlerin dibinde ölü bulunuyor. zaten belgeselde de dediği gibi fotoğraflara bakarak cinayet mi kaza mı olduğunu anlıyorsunuz.uzman olmaya gerek yok.
    almanya’da yaşanan olayda ( ki bana göre onun da katili michael) michael, ayni kurguyla paçayı kurtaracağını düşündü. yapamadı çok kan vardı.

    diğer konu mütecaviz bir şahıs üzerinde durmadılar savunma yapanlar ta ki 17 yıl sonrasına kadar.yani artık dna testi yapmanın mümkün olamayacağını anlayana kadar.cinayet bir başkası tarafından işlendi diyebilirlerdi ama o aşamada dna testi yoluna gidilirdi. tabi gerizekalı bir ajanın davaya dahil olması ortalığı sulandırması, yalan söylemesi herseyini değiştirdi.
    ayrica kus saldırmış olabilir diye saçma bir iddia ortaya atıldı.olay mahalinde yirtici kusa ait tüy,kanat vs.bisey bulunamadı?
    michael kadını yuttu ve paçayı 8 yıl gibi bir sürede ucuz kurtardı.
    davanın seyrini değiştiren bir diğer adam david rudolf. inanılmaz muhakeme ve ifade yeteneği olan bir avukat. yahudi aklı var avukatta.ayrıca işini iyi yapan bir diğer adam savunma dedektifi beyaz saçlı ron guerette amca.tam bir karakter. hayran oldum herife gereksiz konuşmayan sessiz bir adam.
    gözüme çarpan ve yazarların değinmedi bir diğer nokta michael peterson ve ailesinin olaydan sonra oldukça soğukanlı olmaları,kanla cesetle ilgili espiriler ve türlü şakalar yapmaları çok tuhafıma gitti.kültürle mi alakalı bilemiyorum ama anne dediğiniz kadın kısa bir süre önce vahşice öldürüşmüş veya ölmüş bunun üzerinden espriler havada uçuşuyor.neyse yine de sana kızamıyorum martha ratliff canımsın.
hesabın var mı? giriş yap