• türkü türkü türkiyem'in yerine ağıt ağıt türkiye'm oldu.
    doğusu batısı, kuzeyi güneyi hep kanlı.
    haritanın her yerini yakmışlar, kan damlatmışlar.
    siz bunun adına terör deyin, başkanlık deyin.

    bense ölüm diyorum, ağıt diyorum.

    yalnız ve yüreği buruk ülkem.
  • vergi verdiğim ülke, verdiğim vergi de öyle düşük değil, gıdadan %8, dışındaki ürünlerden önce %18 sonra yerine göre %15 , yerine göre daha fazla. gelir vergisi de asgari ücretliye yılın ilk aylarında %15, en düşük dilim %15 ama asgari ücret bu dilimi geçip %20 ödüyor son 3 ay. daha çok kazananlar daha çok ödüyor, benzinin,alkolün üzerindeki vergi daha fazla. yurt dışından gelen ürünlerden gümrük vergisi alınıyor. damga pulu vergisi, özel iletişim vergisi, telsiz kullanım vergisi, damga vergisi,motorlu taşıtlar vergisi, emlak vergisi

    saniyede 9 bin liraya yakın vergi toplanıyor.(2011 verileri)

    yetişkin bir vatandaş pazartesiden çarşamba öğlene kadar devlet adına çalışıyor. 3 sabah devlet için uykusundan kalkıp yağmurda çamurda soğukta, sıcak yatağından kalkıp işe gidiyor. çünkü vergisini ödemesi gerekiyor.

    peki neden bu kadar vergi ödeniyor?

    bir vatandaş neden vergi öder?

    bir ülkede yaşayan insanlar, güvenlik, altyapı, sosyal hizmetler, gıda ve sağlık denetimi, sağlık hizmeti, dış ilişkiler, eğitim gibi temel durumları bireysel olarak karşılamamak için toplu olarak yaşar, toplumun yapısı gereği her vatandaş kendi işini yapar, gelirine göre bir vergiyi devlete vererek bu işleri ihale etmiş olur.

    yani siz evinize hırsız girmesin diye geceleri silahı elinize alıp nöbet tutmazsınız. verginizi verirsiniz, polis güvenliğinizi sağlar.

    evinizin su ihtiyacını karşılamak için kaynağından su çıkarıp evinize kadar taşımazsınız. verdiğiniz vergilerle belediye bu konuda yardımcı olur.

    evinizin elektrik ihtiyacını evinizde kendiniz üretmezsiniz. devlet ya da özel sektör üretir, devlet evinize bağlar siz satın alırsınız.

    siz araba alıp kendi yolunuzu döşemezsiniz, devlete motorlu taşıtlar vergisi ve ilk alım vergilerini ödersiniz, devlet size düzgün yol yapar.

    siz araba almak zorunda değilsiniz belediye sizin verdiğiniz vergiler ile otobüs alır, rota belirler o rotada sefer yapar. yoğunluk olursa, bölgeden topladığı vergiye paralel olarak daha çok otobüs sefere çıkarır.

    altyapı sorunları var ise bunları çözer, çünkü vergiyi bu yüzden toplamaktadır.

    terör olayları oluyorsa bunun önlemlerini almak zorundadır, yıllardır terör sorununu çözemiyor ama sizden güvenliğinizi sağlmak için yılda 30 milyar tl bu sektöre aktarıyor ise ödediğiniz paranın karşılığını vermiyordur. siz terör ü kendiniz elinize silah alıp ya da masa başına geçip çözecek değilsiniz, bu işi zaten devlete ihale ettiniz, eğer hala devletin başkentinde insanlarınız ölüyorsa başarılı değilsiniz, beceremiyorsunuz demektir. hiçbir vatandaş oturup terörü nasıl çözerim demek zorunda değildir. gelişmiş ülkelerde böyledir. vergi toplanır ve hakkıyla verginin karşılığı olan hizmet sağlanır.

    bizim gibi çok vergi toplayan devlet ne yapmaktadır?

    öncelikle her valisine birer audi vermesi gerekiyor, passat olmaz. daha düşük araç da olmaz, sonuçta prestij önemlidir.

    devlet büyüklerinin korunması için gerekirse 50-60 araçlık güvenlik konvoyları oluşturulmalıdır. araçların hiçbiri de uyduruk bir araç olmamalı, passattan düşük olmamalıdır.

    devlet büyüklerine büyük bir uçak alınmalı, kişi başı ortalama geliri 2000 pound olan ingilterenin sahip olmadığı kadar lüks ve büyük bir uçak biz 300-400 pound aylık ortalama geliri olan insanlara layıktır.
    ayrıca ülkenin bayrak taşıyan havayollarında sınırsız binme hakkı da onlar için çok gereklidir. bu yüzden vergimizi ödemeli , her alışverişten sonra fişimizi almalıyız.

    vergilerimizin en verimli kullanıldığı bir diğer konu ise büyük binalar yapmaktır. özellikle bakanlıklara eskişehir yolu çevresinde yapılan büyük binalar ve beştepeye yapılan devasa bina ve cami bunlara örnektir. o bahsettiğim devasa binanın aylık elektrik ve ısınma masrafları ellerimizden öper. bu yüzden daha çok çalışmalıyız daha çok vergi ödemeliyiz.

    devletin ihale ettiği yap işlet devret tarzı projelerin devlet bankaları tarafından finanse edilmeleri,

    belediyelerin yıllık olarak küçük küçük şirketlere çok büyük paralara küçük büyük bir çok projeler ihale etmeleri.

    genel sağlık sigortası ödeyip suriyelilere bakmamız da gerekiyor ayrıca.

    bizden alınan vergilerle, sabah yatağımızdan kalkıp, buz gibi havada bile işe gidip ödediğimiz vergiler ile tuzu kuru, insanları sömüren, ülke insanını insan yerine koymayan turizmcilerin götünü kurtarmak da bunlardan biridir. yıllarca milyonlar kazandılar turizmden, sapına gelince mi meee? neden o otellerde bir gün bile kalamayacak insanlardan alınan vergiler ile zengin otel sahiplerine destek olunuyor? çünkü büyük devlet olmak bunu gerektirir.

    daha yazacak yüzlerce şey var. ama hiçbiri son olay kadar rahatsız edici değil.
    vergini ödüyorsun, emeğinin yarısından fazlasını veriyorsun, karşılığında tek istediğin huzur içinde yaşamak, ama yok, yöneticilerin tek yapması gereken huzur içinde bir ülke sağlamak, vatandaşlarının can sağlığını korumak, milli istihbarata yılda milyonlar aktarılıyor, emniyet müdürlüğüne, iç işleri bakanlığına, milli savunma bakanlığına.
    hatta dış işlerinin görevi nedir? çevre ülkelere üstünlük taslamak mıdır? bence çevre ülkeler ile barışı sağlamak bölgeyi globalleştirmektir. çevre ülkelerle aramızı bozmak değildir. milli istihbaratın zaten adında gizli. emniyet müdürlüğü de adında gizli.

    vatandaş olarak verdiğim vergi karşılığında en çok istediğim, belki de tek istediğim güvenli olmak, can sağlığımın olması idi.

    can sağlığım şans eseri var, ama insanda ruh sağlığı bırakmadılar. bu sefer de yaşıyoruz, artık tehlikede değiliz diyemiyoruz, bir sonraki olmayacak önlem alınacak diyemiyoruz. bunu yöneticilerin de tahsis edebileceğini düşünemiyoruz, nasıl düşünelim ki? onlar da bizimle birlikte kınıyorlar.
  • terör artık sıradan.
    devlet teyakkuzda,
    demokrasimiz ileri,
    sansürümüz ambulanstan hızlı,
    saldırılar menfur,
    kınamalarımız sert,
    acılar büyük,
    yüreklerimiz kapkara.
    vatan sana,
    canım feda.

    tanım: eskisini aratan vatanımız.
  • "türkiye, evlatlarına kendinden başka bir şeyle uğraşmak imkanı vermiyor."
    "türkiye, yedin beni!"
    ahmet hamdi tanpınar
  • (bkz: hell hole)
  • avrupa birliğine aday, birçok insanın girmeyi dört gözle beklediği ülke.
  • yaşamanın güç olduğu, istikrarlı kaos ortamının bol olduğu, nefes almanın bir şans işi olduğu, bir ortadoğu ve üçüncü dünya ülkesidir.
  • dünya denen gezegenin bok çukuru olan coğrafyasının kenarında yer alan bir gül bahçesiydi. gülün kokusu da vardı, dikeni de... çok da acıttı o dikenler ama yine de yaşıyorduk işte... şimdiyse o bahçede her tarafı diken olan kuru güller bitiyor.

    ülkeyi küçük amerika yapma hayaliyle kabarmış "ceketimi koysam seçtiririm"cilerden başlayarak bugünlere geldi türkiye...

    sıçtı.

    herkesin hatası var bu süreçte, hepimizin...
    köy enstitülerinin kapatılması için ilk baskıları yediğinde sağlam durmayan dönem yöneticilerinden; bize bilmem kaç bin mülteciyi kitleyecek anlaşmaya onay verenlere kadar...
    o vize kalkmaz. biz avrupa'daki leş kargalarını aldığımızla kalırız. saygılar efendim.

    "bütün mürşidlerin tarif ettiği, sadıkların menziline yettiği, enmiyanın evliyanın gittiği, izde ben bir insan olmaya geldim..." diyen adamların çıktığı topraklarda bugün terör, tecavüz, pedofili, hırsızlık, hukuksuzluk, ayrımcılık gibi rezillikler vuku buluyor.

    insan olmaya gelemediğimiz gerçek.

    insanların takım elbise ile şehir merkezlerine indiği bir sosyal yapıdan, varoşluk kokan bir yapının hakimiyeti altına girdik. bir ülkeyi bitirmenin en sağlam yolu, o ülke insanlarını cehalete sürüklemektir. adam gibi eğitim vermemektir. saçma salak televizyon programlarıyla uyutmaktır. dini kullanarak onların algılarını ters yüz etmektir. onların ilerleme güdülerini "bizden anca ara eleman olur yeaea!!!" gibi laflarla kesmektir. kadını itibarsızlaştırmaktır.

    en kötüsü, her anlamda o ülke insanını kutuplaştırmaktır.
    ...ve ölümü günlük hayatta sıradan hale getirmektir.

    türkiye, ne yazık ki kuruluşundaki ideolojiyi ve sistem değişimini sindirememiş bir ülkedir. osmanlı imparatorluğu'nda halktan kopuk bir saray yönetici konumundayken; günümüzde de sadece seçilene kadar milletin vekili olan insanlar yönetim kademesindedir. dolayısıyla, devlet algısı, sıradan vatandaşın gözünde hala ağırdır, ulaşılmazdır, devlet bir "ana" ya da "baba" gibidir.

    o devletin başındaki kişi, ülke insanını a, b, c diye ayrı ayrı sınıflandırıyorsa, o ülke insanındaki devlet algısını hayal edin.

    türkiye'nin bugünkü sıkıntısı da bu kimlik kaybı, başkalaştırılma ve otoriter baskı altına alınma ile eşdeğerdir. buna dinin olması gerektiğinin dışında bir fonksiyonda kullanılması ve terör sıkıntılarını ekleyin... elinize harap olmuş bir ülke geçer.

    orta doğu denen bok çukuru yıllardır böyle. fakat son bir-iki senedir bizi de ısırmaya başladı. sebebi malum. kendi içimizdeki etnik problemleri çözemeden, başımızdan büyük işlere kalkıştık. eskiden tek bir düşman adı verebilirken, şimdi üç harfliler korosu oluştu başımıza...
    türkiye, yüzünü batıya dönmüş bir ülkedir. kuruluşu bu temel üzerinedir. sen birden doğuya dönderirsen dümeni, sıkıntılar doğar. ki türkiye, eğitim sistemini oturtabilse, şu an islam dünyasının en önemli figürü ve saygın ülkesi olacaktı. olamadı. oldurmadılar. o trende kaçtı.

    lanet olası terörün ateşlerde yanası hizmetçilerinin yan odası olduk. ne yazık ki...

    dün 13 kilometre ötemde bomba patladı. kim bilir ne hayatlar boş yere gitti. bugün okula öğrenciler gelmedi. etraf bıçakla kesilmişçesine sessizdi.
    ben de olabilirdim o sırada kızılay'da, sen de, o da... şansına nefes alıyoruz bugün.
    dün itibariyle, olur da evlenirsem, bu topraklara bir çocuk getirmemeye karar verdim.
    yine dün itibariyle, bu ülkenin en güvenli yeri bilinen bu şehirde planlarımı kısa vadeli olarak değerlendirmeye başladım.
    hiç sevmem bu edebiyatı yapanları ama, sanırım gidecek başka bir ülke aramak gerek. kan kusarak, ah ederek. ama gerek...

    bir gün ırkın, kimliğin ve dinin, en önemlisi de siyasi çıkarların yenilip yutulur şeyler olmadığını herkes anlayacak... umarım tez zamanda olur. işte işten geçmeden...

    bırakın insanlar ecelleriyle, sıcak yataklarında ölsün. hepimizin gideceği yer 3-4 metrekarelik toprak çukur.
    nereden dönsek kar.
  • küçüklüğümde taşını toprağını ölesiye sevdiğim memleket. bu aralar çok sık düşünüyorum ne zaman bu kadar boktanlaştı bu ülkede yaşamak? hep kötü şeyler oluyordu da ailem çocukluğumu mutlu yaşamam için mi bana çaktırmıyordu? yoksa büyüdükçe mi kirlendi bu derece? içinden çıkılmaz bir hal aldı ülkenin durumu. her gün insanlar ölüyor, bombalar patlıyor. insanlarımız tahammülsüzleşti, kimsenin kimseye saygısı, hoşgörüsü kalmadı. her gün 3 aktarmayla gidip 2 aktarmayla dönmek için bindiğim iett otobüslerinde bile kavga, tartışma sayısı aktarma sayısını ikiye katlıyor. yok arkadaş çocukluğumu özledim ben. haftasonları ailece pikniğe gidip mangal kokusunun üstüme sinmesini istiyorum. başka bişey olmasın.
  • bu ülke, mavi işaretli olanından sıcak su akan muslukların; odanın lambasını yakmak için yukarı kaldırılan anahtarların; bir türlü yerine oturmayan kapılar ve kilitlerin; hiçbir zaman zeminle aynı seviyede kalamayan rögar kapaklarının; yapılmasının üzerinden daha bir ay geçmeden kırılan, çöken kaldırımların, yolların; işini layıkıyla ve sonuçlarını öngörerek yapmayanların; başına bir yaptırım gelmeyeceğini bildiği için umursamayanların; ardından da başına gelen kötü olaylar yüzünden yanlış kişi ve kurumları suçlayanların; hiçbir meselenin bağlantısını kuramayanların ülkesi.

    bu ülke, niteliği ve eğitimi sayesinde değil, tanıdığı ve parası yüzünden mevkilere erişenlerin; eyyamı ve adam kayırmayı adetten sayanların; kendinden başka kimseyi düşünmeyenlerin; kendi çıkarı için başkalarının hakkını yemeyi gelenek edinmişlerin; eğitimi, bilgiyi hor görüp aşağılayanların ülkesi.

    bu ülke, eğitim kurumlarının geldiği rezil hale ses çıkarmayanların, ses çıkaranları bastıranların; hayatında tek bir kitabın kapağını kaldırmayıp, tek bir araştırma, inceleme, istatistik görmeyip, aydınına, okumuşuna saydıranların; onlarca çöp üniversitenin yüzlerce çöp bölümünden hayata, kültüre, sanata, bilime, eleştirel düşünceye dair hiçbir entelektüel birikim elde etmeden, batak oynayıp son gece çalışarak verdiği sınavlarla mezun olup kendini bir bok sananların; alanına, uzmanlığına hakim olup dünyadaki gelişmeleri takip ederek nitelikli bireyler yetiştirmeye çabalamak yerine, intihalle, kıç yalamayla koltuklarına yapışıp akademinin içine sıçanların; devletin okullarını gerici propaganda üslerine çeviren yılanların ve buna karşı organize tepki koyamayan veliler ile öğretmenlerin ülkesi.

    bu ülke, çıkar için her fırsatta kanun değiştiren iktidarların; vatandaşını tahakküm odaklı kanun yapan devletlerin; birkaç bin liraya satın alınan hâkimlerin; kendini milletin ağası, devletin tabancası gören savcıların; bunlara karşı durup diş göstermek için bir türlü örgütlenemeyen, çıkar peşinde avukatların; denetimsizliğin, hukuksuzluğun, adaletsizliğin, her türlü kötülüğü yanına kâr kalanların ülkesi.

    bu ülke, bilime her konusu açıldığında direnç gösteren, yeri geldiğinde aşağılayan, fakat modern tıbbın nimetlerinden işi düştüğünde faydalanmak için ayakları kıçına çarpa çarpa koşan ikiyüzlülerin; göstermelik sosyal güvencelerin; rezil hastanelerin, doktor öldüren hasta yakını canilerin, yarım yamalak iş yapan ihmalkâr doktorların; sağlığına kavuşmaya çalışanları soymayı meşru gören yöneticilerin ülkesi.

    bu ülke, rüşvetin, yolsuzluğun, hırsızlığın, sömürünün, zerre karşılığı alınamayan, iktidar ve yardakçılarının ceplerine doldurulan vergilerin; verdikleri avantalarla milyarlık ihaleler alıp, üstüne vergilerini sildiren, katma değer için değil, görmemişliğini doyurmak için çalışan, inşaatından medyasına, sanayisinden finansına bütün sektörleri iktidarın altına peşkeş çeken, doğasından dokusuna memleketin her yerini talan eden açgözlü şerefsiz patronların ve olan bitene bir türlü sesini çıkarmayan, “bir gün ben de onlar gibi olacağım!” umuduyla bekleyen onursuz çalışan ve işçilerin ülkesi.

    bu ülke, yanlarından ayrılmanın birkaç saniye sonrasında arkandan konuşmaya başlayanların; terbiyesizlerin, gıybet meraklılarının, yan gözle bakanların, tepeden görenlerin, açık kollayanların; kendini en ahlaklı, en düzgün, en doğru göstermeye çalışıp, kapalı kapılar ardından en rezil, en ahlaksız, en leş hayatları yaşayanların; sözünün arkasında durmayanların; bir dediği diğerini tutmayanların ülkesi.

    bu ülke, “s*ken”, “a*ına koyan” erkeklerin; "delikanlılık" taslayıp karısını aldatanların, dövenlerin, öldürenlerin; tecavüzcülerin, pedofillerin, cinsel sapkınlıkların; kadın, lgbt, kürt, alevi, ne kadar kendinden farklı varsa hepsine nefret kusanların; zalimlerin, siyasal islamla iç içe geçmiş ataerkilliğin; biri sünni, türk ve erkek olmadığı sürece zaten sınırlı sayıdaki özgürlüklerine el koyulabilmesini, gerekirse hayatlarının ellerinden alınabilmesini meşru görenlerin; pisliğin, kokuşmuşluğun ülkesi.

    bu ülke, zevksizlik abidesine dönmüş şehirlerinde tek mimari ortak noktaları gerçek kıblelerine dönük çanak antenli evlerinde oturup, devletin propaganda kutusuna dönmüş televizyonlarındaki nefret saçan dalkavuk çığırtkanları, beyin öldüren yarışma ve programları, zerre entelektüel derinlik barındırmayan seri üretim rezil dizileri izlerken ağızlarından sular akan milyonların; ölüm haberleri verilirken muhabir arkasından gülerek kameraya el sallayanların; papağan gibi iktidar ne derse tekrar eden andavalların; aksini söyleyene sansürün, yasağın, baskının, dayatmanın; aksini söylemeye ortam sağlayabilecek resmin, müziğin, edebiyatın, tiyatronun, sinemanın, mimarinin, heykelin suratına tükürenlerin; olanı, işleyeni, estetiği, güzeli satan, satamıyorsa da yıkıp yerine kendi iğrençliğini dikenlerin ülkesi.

    bu ülke, nefretin, hoşgörüsüzlüğün, ayrımcılığın, düşmanlığın, mezhepçiliğin, hemşericiliğin, ırkçılığın, terörün, patlayan bombaların, parçalanan cesetlerin; sokak ortalarında, bodrumlarda, nöbet yerlerinde, görev başlarında, hapishanelerde, gözaltı odalarında, minare diplerinde infazların; ölümlerin, katillerin, ölülerin arkasından ölülere de, ölülerine feryat edenlere de küfredenlerin; haykırışlara sırtlarını dönenlerin; düşene bir tekme de kendileri vuranların ülkesi.

    bu ülke hiçbir zaman aydınlanmaya dönük, her alanda eşitliği, her anlamda özgürlüğü, temel insan haklarını, sosyal adaleti, mutlak barışı, yalnızca kendisi için değil, herkes için huzur ve refahı isteyenlerin ülkesi olmadı. çünkü bu ülkede bu değerlerin hiçbiri savaşılarak kazanılmadı, dolayısıyla gerçek değerleri anlaşılamadı.

    bizler hiç bunların savaşını vermedik ve bugün bu ülkede nefret edilen bir diğer azınlıktan başka bir şey değiliz. sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik hayatın bütün katmanlarındaki bu çürüme ve yozlaşma, bu ölçülemeyen boyutlara ulaşmış nefret, patlayan bombalar, söndürülen hayatlar, temennilerle, lanetlemelerle sona ermeyecek. eğer “bu ülke bizim de ülkemiz!” diyebilmeyi, içinde bulunduğumuz bataklıkta binbir zorlukla edindiğimiz bu “evrensel” değerlerin benimsenmesini, içine doğduğumuz bu lanetli toprakların da bizi ve bu değerlerimizi benimsemesini istiyorsak, bunun savaşını vermekten başka çaremiz yok.

    aksi takdirde “yabancısı” olduğumuz bu ülkede, hiçbir zaman yerimiz olmayacak.
hesabın var mı? giriş yap