• elbette ki bu film hakkında bir şeyler söylemeliyim. 1993 yapımı bir film. johny depp ile leonardo di caprio'nun aynı filmde oynadığı başka bir eser var mı onu da bilmiyorum. bir de filmde juliette lewis'i görüyoruz, ki benim onu tek hatırladığım yer from dusk till dawn filmi. bir de john c. reilly filan var.

    böylesine oyuncularla dolu ve kesinlikle her biri üstüne düşeni fazlasıyla yerine getirmiş. ama birisi apayrı bir paragrafı hak ediyor, leonardo di caprio. karşılık olarak, bir deliye akıllı insan rolünü oynatılacaksa, bu filmdeki arnie'den başkasını tercih etmezsiniz. o kadar şahane.

    filme gelirsek, gerçekliğin soğuk hissini an be an yaşıyoruz. komik, trajik, duygusal, sevimli ve bıktırıcı yanlarıyla. amerikan sinemasında pek şahit olmadığımız bir şey aslında; bunalmaya rağmen korunan aile bağları ve vazgeçmezlik.

    sonra carver'lerin hikayesi, başlangıçta filmin odak noktası olacakken birden öylece yarı yerde bitiveriyor. gerçeklik derken bunu kastediyorum. gözünüzün önünde bir günah yeşeriyor, içinizi bir endişe kaplıyor. karakterlerin yaşadığı farklı duygularla birlikte olayın gidişatına müdahale etmek istemeleri ancak her şeyin çoktan kontrolden çıkmış olması... iki masum çocuğun istikbali, grape ailesinin dramındaki baş aktör gilbert'in babasının evi terkedişi... ard arda zihinde diziliyor. sonuç olarak şahit olduğumuz yine bir şekilde babasız büyüyecek iki çocuk ile öylece bitiveriyor bu hikaye. yeni bir aile dramı başlıyor aslında gözden uzakta. soğuk gerçeklik.

    işte bunca gerçeklik arasında seyredilen şey amerikan kültürü ve yaşamından bir kesitken, insan ister istemez kendi kültür ve çevresini nazara alıyor, kıyasta bulunuyor. istemsiz olarak yaptım bunu filmi izlerken. insanların kusurlarıyla ilgili bizim kültürümüzde yer etmiş davranışlardan ötürü sevinç ve gururla doldum diyebilirim. ailem ve çevremden gördüğüm kadarıyla bu böyle. hele ki henüz bir çocukken, birisinin kusuruyla küçükte olsa dalga geçeceksin! bırak dalga geçmeyi hor gözlerle bakacaksın! kesinlikle ebeveynlerimizin şiddetli uyarı ve cezalarıya müstehak bir disipline edilme girişimiyle karşı karşıya kalmak kaçınılmaz olurdu. yani benim kültürümde bu ayıba küçükten büyüğe yeltenilmez, hatta akıldan bile geçirilmez. filmde izlediğimiz kültürde ise, bırakın çocukların uyarılmasını ve engellenmesini bizzat ebeveynlerin, fiziksel kusurlu insanlara kem gözle bakışları aynen resmedilmiş. bu kültürün bir insanı öyle ya da böyle utanç içinde eve hapsedip bir şekilde yaşamaya terk edişini izliyoruz ayrıca. ne korkunç bir toplum düzeni ve ahlak anlayışı.

    onun dışında grape ailesinin birlikteliği, bağlılığı birbirlerine olan desteği ve ısrarla kutsal anne sevgileri göz yaşartıcı ve saygı duyulası.

    http://ia.media-imdb.com/…mw@@._v1_sx640_sy720_.jpg

    - spolier -

    bir de filmin karanlık yüzü var ki bu konuda herkesin hemfikir olması beklenemez. konu itibariyle çok ilginç bir alt mesaj sezimledim. filmin taşıdığı isimden içinde geçen sahnelerdeki bazı ayrıntılara kadar benim kanaat getirdiğim husus bu yönde. bu entrye kadar bu konudan bahseden başka bir entryde görmedim. nedir o alt mesaj; gilbert grape, gerçekten zannedildiği gibi iyi bir insan mı, yoksa bir katil mi.

    filmin isminden başlayarak bunu irdeleyelim. gilbert grape ne yiyior? buradaki eating kelimesinin bir mecaz olduğunu düşünüyorum. zira gerçek anlamıyla film örgüsünde hiç bir anlam ifade etmiyor. belli ki izleyicinin dikkati gilbert grape'nin üzerine çekilmek istenmiş.

    bodrum katında onarım yapılırken gilbert arnie'den j.c. reilly'e yardım etmesini söylüyor ama arnie oraya gitmeyeceğini söylüyor. ısrar üzerine "babam orada" diyor ve bunun üstüne gilbert panikle onu susturmaya çalışıyor. gilbert babasını mı öldürdü ?

    ve mr. carver. gilbert'i tehdit etmesinin ve işlerin sarpa sarmasının ardından kırk santimetrelik havuzda boğularak ölüyor. ellen'in mr. carver'in ölüm haberini verdiği an gilbert'in soğukkanlılığına dikkat lütfen. hatta bayan carver şehri terk ederken gilbert'e "herkes onu benim öldürdüğümü düşünüyor, sen de mi öyle düşünüyorsun" diye soruyor. yine gilbert'e dikkat, gayet kendinden emin ve gülümseyerek "elbette hayır"

    ve son olarak juliette lewis kırda uzanan gilbert'e sorular soruyor "ne istersin" cevaplar sıralanır; ailem için yeni bir ev, arnie için yeni bir beyin, annem için aerobik dersleri, ellen'in bir an önce büyümesi. juiliete "hep başkalarını düşünüyorsun" der. burada tüm izleyicilerin algıladığı şey sanrım aynı 'gilbert grape ne iyi bir insan' "hayır, kendin için ne istiyorsun" diye tekrar sorar. ve cevap "iyi bir insan olmak"

    neden acaba ?

    - spolier -
  • tek kotu tarafi j. depp'in sogan kabugu rengi saclari olan roman uyarlamasi 1993 yapimi film. en iyi tarafi 'underrated' oyuncumuz leonardo di caprio'nun genc yasinda sergiledigi uber oyunculuk. sanirim bu adamin dunya capinda bilinirligi titanic'le gerceklesmis bile olsa, o film kendisine oyunculuk acisindan buyuk darbe vurmus olsa gerek ki artik agzinda kus tutsa oskar alamaz oyuncular arasinda kendisi. bir digeri icin (bkz: brad pitt).
  • sonu kötü bitmeyen drama filmlerinden. leo'yu görünce "eneee bu çocuk neymiş böyle" tepkisi vermeyen çok az kişi vardır*.
  • çok klas film.

    obez bir anne, otistik bir erkek kardeş ve 2 de kız kardeşiyle birlikte eski bir evde yaşayan gilbert, kendi hayatından ve hayallerinden tamamen vazgeçmiş ve belki de yaşından büyük sorumluluklarn altında ezilmektedir. sonra kasabaya kampa gelen becky isimli hayat dolu bir kızla ve dolayısıyla aşkla tanışır. hayatında değişiklikler olmaya başlar vs. vs.

    --- spoiler ---

    bir kere ben yönetmenin dilini çok naif buldum. yapabileceği halde duygu sömürüsüne hiç bulaşmamış, her şeyin abartısından kaçmış aslında. filmde benim için 2 sahne var ki filmin özetiydi o; gilbert' ın ilişki yaşadığı evli bir kadın kasabayı terk ederken gilbert' a ''neden seni seçtim biliyor musun, çünkü sen hep burada olacaktın'' dedi. obez annesi, otistik kardeşine bakmak ve evin geçimini sağlamakla yükümlü çünkü gilbert. o evi ayakta tutmakla yükümlü.
    ikinci sahne; becky, gilbert' a hayalerini soruyor. gilbert ailesi için daha iyi bir ev istiyor, sonra da her aile bireyi için bir şey istiyor. becky ''peki senin hayallerin gilbert, kendinde ilgili olanlar'' diyor. o derece kendi hayatından vazgeçmiş bir adam gilbert.
    herkes için en önemli, en kutsal değerlerden biri olan ev gilbert için bir hücreden farksız aslında, onu o kasabaya bağlıyor; becky ise ona dünyanın geri kalanını gösteriyor, özgürlüğün tadını aldığında da ezberlenmiş sorumluluklarının, alışkanlıklarının dışına çıkıyor, e beraberinde bazı olumsuzluklar da oluyor haliyle. arnie' nin küvette unutulması gibi ya da gilbert' in arnie' ye vurması gibi. çünkü robotlaşmış gilbert insan olduğunu hatırlıyor.

    ev figürü filmde oldukça önemli. becky bir karavanda büyükannesiyle yaşıyor, gilbert ise 3 kardeşi ve annesiyle eski bir evde. gilbert' ın annesi obezite hastalığı yüzünden evden dışarıya zaten çıkamıyor, gilbert ise evi yüzünden kasabanın dışına. zaten son sahnede gilbert' ın evi yakması da yine çok hoşuma giden bir detaydı.
    --- spoiler ---
  • bu filmi biriyle dertleşmek istediğinizde seyredebilirsiniz, gilbert'ta size dertlerini anlatır sonra benden beterleri de varmış der kendi derdinizi seversiniz.
  • --- spoiler ---

    "we're not going anywhere"

    --- spoiler ---
  • leo'nun oyunculuğuna laf edenlerin alnının çatına vurulması gereken filmdir.
    daha 17 yaşındayken harikalar yaratan oscar'sız bir yetenektir söz konusu olan.
    filmin gerçekçiliği, akıcılığı ve samimi hüznü de cabası.

    --- spoiler ---
    -gilbert'ın fedakarlığı ve ailenin bağlılığı bu filmin temel unsuru.
    --- spoiler ---
  • dicaprio'nun parlayan bir yıldız olduğunun göstergesi olan filmdir.. ayrıca bazen dengeler acıklı bir şekilde sağlanabiliyor filmidir..
  • duygusal aile filmlerinden hoşlanmayan arkadaşlarımın bile bayılarak izledikleri, ne zaman konusu açılsa "o film başka." dedikleri müthiş yapım. bu filmi benim sayemde izleyenlerden bolca hayır duası almışlığım var. çevremdeki birçok kişi için güzel filmin tanımı oldu kendileri.

    hayatımda ilk kez johnny depp'in bir filmde başrol olmasına rağmen arka planda kalışına şahit oldum ayrıca. bunu başaran da leonardo dicaprio. gösteriminden seksen sene sonra "vay adam döktürmüş ya oscarlık ya." diyen izleyicilerin hemen tamamı bir dönem kendisinden tiksiniyor ve yüzsüz sinema eleştirmenleri kendisinin ne kadar başarısız olduğundan bahsedenlere karşı sesini çıkarmazken bu film sayesinde ilk oscar adaylığını kazandığından bahsetme gereği bile duymuyorlardı. kadınların ilgi gösterdiği bir adama çakmaktan daha zevkli ne olabilirdi ki değil mi çok bilmiş eleştirmenler? şimdi fırsatını buldu o hepinize çakıyor. bu tip konularda hiç yanılmam fularlı şapşikler sizi.

    sade, gösterişsiz ama bir o kadar etkileyici bir yapımdır arkadaşlar. bunun ardından rory o shea was here'ı da öneriyorum. izleyin. zaten gerçek dostluklar ve sıcak ilişkilere artık sadece filmlerde ve kitaplarda rastlayabiliyoruz.
  • bazen bütün film türlerinden sıkılırsınız ya canınız ne korku ne aşk ne aksiyon ne polisiye hiç bir şey izlemek istemez ama bir film izlemek ister yine de ne tarz seçeceğimizi bilemezsiniz, ya da öylesine bi film izlemek istersiniz konusu ne olursa olsun hayatın akıp gittiği gündelik yaşamı anlatan bi film olsun yeter dersiniz, işte öyle bir anda imdada yetişen bir film, sırf di caprio'nun 18 yaşında ki halini , johnny deep'in kendi halinde bir amerikan genci hallerini görmek için bile izlenebilir film, ufkunuza bir şey katmayacaktır ama film izlemek için en büyük kıstası başarıyo yani izledikten sonra 2 saatim boşuna gitti hissi uyandırmıyor
hesabın var mı? giriş yap