• gökyüzünde dünyayı yaşarken sonsuz özgürlüğümle birlikte, yaşamı arıyordum ne olduğunu bilemeden... bir su damlasıydım, güneşin ışıklarında renklerle oynayan, karanlıklarda yıldızlarla konuşan... mutluydum rüzgarla birlikte maviliğe savrulurken, mutluydum kuşlarla kanat çırparken, mutluydum gökkuşağı olup renkleri saçarken...

    takılmışken bir bulutun peşine, görürdüm yaşayanları yeryüzünde... hepsi zamanla koşar gibi, hep bir şeylerin peşinde... bazen bir kuşun kanadına karışır, uçardım onunla, rüzgâra karşı çığlıklarla birlikte.

    yaşamı sorardım kuşlara, nedir diye? özgürlük derlerdi bana... göklerde özgürce kanat çırpabilmek, rüzgâra baş kaldırmak. ama yağmur yağdığında özgürlükleri elinden alınır, ağırlaşan kanatları daha fazla çırpınamazdı damlalar karşısında... sığınırken bir kaya kovuğuna, özgürlüklerini teslim ederlerdi yağmura, sessizce...
    karıştım bir gün yağmur damlalarının arasına, gücü hissedebilmek için... toprağa karışmak istedim, çoğalmak istedim, azgın bir nehir olup akmak istedim, deniz olmak istedim, yaşamı bulmak istedim, yaşam olmak istedim... terk ettim gökyüzünü güneşe veda edemeden... altımda gittikçe büyüyen yeryüzü beni kendine doğru hızla çekerken daha da büyüdüm, çoğaldım. koşmaya başladım bir an önce toprağa kavuşabilmek için. yaşamı hissedebilmek için... yaşam olabilmek için...

    toprağa ilk dokunuş, ilk sarılış... sıcaktı toprak, gökyüzünün olamadığı kadar... beni sarmaladı şefkatle, beni içine aldı sevgiyle...
    sevdim onu... seviyorum dedim yaşamayı seninle birlikte...toprağın
    derinliklerinde, karanlık sıcaklıklarda güveni hissettim... zaman
    geçtikçe büyüdüm, çoğaldım... yerimde duramaz hale geldim...

    güneşi özledim... yıldızlara merhaba demek istedim... terk ettim
    toprağı. sıcaklığını, şefkatini. bir sabah çiçekler açarken gökyüzünü
    gördüm yeniden... öylesine mavi, öylesine sınırsız, öylesine özgür...

    aktım, gittikçe büyüyerek... beni sarmalayan toprağa dokunarak
    aktım... nereye gittiğimi bilemeden... sadece yaşamı öğrenebilmek için aktım... benimle çiçekler açtı ağaçlar da, topraktan otlar fışkırdı delicesine... ben onlara yaşamı sunarken, cevap veremediler bana
    yaşam nedir diye sorduğumda... büyümek istedim... daha hızlı akmak, denize kavuşmak istedim... aktım gökyüzünün görünmediği ıssız ormanların arasından, yıllardır kımıldamaktan korkan taşları peşimde sürükleyerek, başkaldırırcasına ... başakların rüzgârla dans ettiği ovalara geldiğimde duruldum... onları seyredebilmek için yavaşladım... sordum uçuşan kelebeklere yaşamı... rüzgarla dans mı diye?.. cevap vermediler bana... denizi aradım uzaklarda, görebilmek için köpürdüm, taştım ona bir önce dokunabilmek için.

    sonra bir sabah, daha güneş ışıklarını serpmeye başlamamışken dünyaya, uzaklarda maviliği gördüm... gördüm orada canlılığı, başkaldırmışlığı, hasreti... kavuşmak istedim bir an önce, sarılmak istedim... koynuna girmek istedim bir sevgili gibi... yaşamı istedim ondan... dokunduğumda denize, balıklar kaçtı benden, suyum karıştı denize... bir oldum onunla...

    ufacık bir damlaydım, bulut oldum, toprak oldum, deniz oldum,
    okyanus oldum. kapladım dünyayı canlılığımla. dalgalarla oynarken derinliklere karıştım... derinliğin sessizliğinde güzellikleri buldum... yaşam gizlenmiş güzellikler midir diye sordum denize? cevap alamadım... insan olmak istedim... yaşamın ne olduğunu öğrenirim diye...

    aynı toprak gibi sıcak ve karanlık bu yer bana güven verdi, huzur
    verdi... zaman geçtikçe, yerime sığamaz hale geldim... güneşe
    sarılmak istedim... yıldızları görmek, denizle konuşmak istedim...
    yaşamı insanlara sormak istedim... ışıkla tekrar kavuştuğumda
    özgürlüğümü hissettim yeniden... küçük bir su damlasıyken
    gezdiğim gökyüzünü yeniden görebilmek mutluluk verdi...

    büyüdüm zamanla... diğer insanlarla birlikte, zamanla birlikte... sordum insanlara yaşam nedir diye?.. cevap veremediler... bir gün aşık oldum birisine, neden diye sormadan kendime... bir kuş gibi özgürce, bir nehir gibi delicesine akarak, bir deniz gibi sınırsızca sevdim birisini...
    o zaman anladım ki; yaşam sevgidir...
    sadece sevgi.
  • salt bir soru değil aynı zamanda bir kitap.

    günümüz dna teknolojisi ve moleküler biyoloji çağı enteresan şekilde bir fizikçi hem de bir kuantum fizikçisi erwin schrödinger'in 1944 yılında yayınladığı yaşam nedir? kitabı ile başlar.
    kitabında schrödinger iki önemli noktaya dikkat çeker: birincisi, yaşam genel olarak çürüme eğilimine yani entropi yasasına direnen kararlı yapılardır ve ikincisi ise bu direnme eğilimine ait başarının sırrı genlerde yani yaşamı kopyalama ve bilgiyi şifreleme yeteneğinde yatar. bu genetik malzemenin katı bir biçimde tekrarlanan bir yapısı olmayan (aperiyodik) ve düzensiz bir kristal olduğunu öne sürer. bu kristal yapı, tekrarlanan bir yapıda olmadığı için bir tür biyolojik şifre yazılımı olarak kullanılabilir ve aktarılabilir. bu yapı bir çeşit protein olmalıydı. bazların tekrarlı olmayan dizilimi genetik bilgiyi, enformasyonu taşıyabilirdi. yaşam ise bir çeşit enformasyon transferi idi.

    tüm bu iddiaları ile fikrinden 10 yıl sonra francis crick ve watson'un kristal bir yapı olarak tarafından dna'nın keşfine ilham olmuştur (sonrasında ise nobel ödülünü almışlardır).

    peki bir kuantum fizikçisi olarak schrödinger'in bu düşüncesi nasıl temellenmişti? öyle ya istatistiki bir bilim olan kuantum fiziği ile biyoloji nasıl birleşmişti?

    atom altı parçacıklar sürekli olarak düzensiz bir ısı hareketi sergilerler. bu ise klasik makro evrende gördüğümüz düzenli davranışa terstir. halbuki düzenli davranış gösteren büyük moleküller de atom altı parçacıklardan oluşmuşlardır. schrödinger denklemi gibi ya da entropi yasası, brown hareketi veya kapalı bir kaptaki gazların davranışı gibi istatistik yasaları yalnızca büyük sayıda atomun bir araya gelmesi durumunda iş görürler. ya da belirirler diyelim. yani bir nevi makro evrende emergent olarak ortaya çıkarlar. zamanın akış yönü başlığında da bahsettiğim gibi nedensellik de yine makro evrende beliren istatistiksel bir özelliktir. kuantum dünyasında parçacıklar için hareket denklemi aynı zamanda hem başlangıç koşullarından etkilenir hem de bitiş koşullarından. bu açıdan bir parçacık için gelecek geçmişi etkileyebilir. istatistiki olarak belirli miktarda parçacığın ortalama hareketine baktığımızda ise belirli bir yön (geçmişten geleceğe) daha yüksek olasılıkla görülmeye başlar ve istatistiki bir yasa olan entropi yasası ortaya çıkar. nedensellik bu açıdan bizler için bir alışkanlıktır. en yüksek olasılıkların gerçekmiş gibi kabul edildiği bir alışkanlık.

    konuya dönersem schrödinger der ki fiziksel olayların gerçek bir düzenlilik kazanması ancak yığınların ortalama bir davranış göstermesi ile mümkün olur.
    organizmanın hayatında rol oynadığı bilinen tüm fizik ve kimya yasaları işte böyle bir istatistiksel doğaya sahiptir.
    bu sebeple istatistiklerin kesinliği (kesin gibi kabul etmemiz) işe karışan atomların çok sayıda olmasını temel alır.
    örneğin manyetik alanda mıknatıslanan oksijen gazı ya da kapalı bir odaya yayılan gazın davranışı gibi.
    bir başka güzel örnek ise brown hareketidir. eğer kapalı bir cam kabın alt kısmını ufak damlacıklardan oluşan bir sisle doldurursanız sisin üst sınırının belirgin bir hızla alçaldığını görürsünüz. bu hızı, havanın vizkozitesi ve damlacıkların boyutu ile ağırlığı belirler.
    öte yandan damlacıklara tek tek mikroskop ile odaklanırsak sürekli ve düzenli bir hız ile aşağı doğru çökmediğini görürsünüz. bu parçacık içsel özelliği sebebiyle her dış etkenden çok fazla etkilenir ve özgül ağırlığına rağmen zaman zaman yer çekimine ters de olsa yukarı şeklinde gidebilir. bazen yan bazen de aşağı doğru. bu kararsız hareket parçacığın savunmasız ve küçük olması sebebiyledir. yüzeyine çarpan darbeler sürekli onu oradan oraya savurur. bu açıdan bakınca onun bir söz hakkı yoktur:) bu sebeple gelişigüzel hareket eder. öte yandan bütüne baktığımızda belirli bir örüntü sergilerler ve belirli bir ortalama hızda aşağı doğru çökerler.
    brown hareketini gözünüzde canlandırmak için kitaptaki şu görsele bakabilirsiniz.

    peki bu dengeli davranışların gözlemlenmesi için belirli bir sayı var mıdır?
    aynı zamanda olasılıktaki ölçüm hassasiyetinin sınırlarını belirlediğimiz “karekök n kuralına” başvurur schrödinger.

    karekök n kuralına göre n=1milyon ise hata veya sapma oranı 1000dir. yani parçacıklardan 1000 tanesi beklenen dışında davranır. ancak n sayısı az ve 100 ise; hata bu durumda %10dur. ilk durumda ise sapma %0.1dir. bunu organizma düzeyine vurduğumuzda organizmanın hem iç dünyası hem de dış dünya ile etkileşimi açısından yeterli düzeyde kesin işleyen yasalardan (istikrarlı olması mesela.) yararlanmak için görece iri bir yapısının olması gerekir. çünkü tersi durumda, sistemdeki parçacık sayısı küçüldükçe, yasa olarak kabul edilemeyecek derecede “düzensiz” çalışacaktır. örneğin duyu organlarımız. onlar duyuları atom seviyesinde alsaydı ve atom sayısı da az olsaydı brown hareketindeki gibi sürekli değişen sabit kalamayan değerler elde edilecekti ve vücut da ne yapacağına karar veremeyecekti.

    öte yandan büyük bir “ama” ile devam eder. kesin istatistik yasalarını sergilemeyecek boyuttaki inanılmaz küçük atom grupların, canlı organizma içinde gelişen düzenli ve yasalara bağlı etkileşimlerde bulunabilir olduğunu biliyoruz. ayrıca bu düzenli gruplar canlı organizma içinde önemli işlevlerde bulunurlar ve burada çok kesin biyoloji yasalarına da uyarlar. bu sebeple karekök n kuralı bir zorunluluk değildir.

    birçok biyolojik kısıtlar sebebiyle bir gen, 100 ila 150 atom mesafesi kadar olabilir. bu da kesinlikle karekök n kuralına uymaz. bir gen birkaç milyondan fazla atom içermediği halde düzenli bir davranış gösterir. öte yandan homojen bir yapıda da değildir. her bir atomun farklı bir halkada olduğu ve farklı bir görev üstlendiği büyük bir protein molekülüdür.

    vücut ısısı gibi görece yüksek olan bir ortamda atomlar çok fazla çarpışma gerçekleştirirler ve bu da onları kararlı bir durum sergilemelerini engeller. bu yüzden kuantum fiziğinde parçacıkların kararlı bir minimum enerji seviyesinde sabit kalmaları için sıcaklıkları neredeyse mutlak sıfır noktasına kadar düşürülür. diğer yandan bir parçacığın daha üst bir seviyeye kararsız bir şekilde sıçramasını sıcaklıktan bağımsız olarak engelleyen bir etken olabilir. ya da başka bir ifade ile sıcaklık kararsız genleri kararlı genlerden daha az etkileyebilir.

    organizmanın yaşam döngüsündeki olaylara baktığımızda cansız maddelerde bulunmayan bir süreklilik ve düzenlilik görülür. bu durum, her hücredeki toplam atom sayısının ancak küçük bir bölümünü temsil eden düzenli bir grup atomun denetimindedir. organizmanın kendi üzerinde bir düzen akışı yoğunlaşması sağlayarak atomik bir kaosa düşüp bozunmaktan kaçınmasına olarak tanıyan dış ortamdan düzenlilik çalması (negatif entropi) yeteneği kromozom molekülleri denilen atomik yapının yüksek düzeydeki “sıralanışı” ile sağlanır. düzenli bir olay akışını sağlayabilmek için bir atomik düzenleniş yapısının periyodik bir kristalde olduğu gibi kendini yinelemesi gerekir der schrödinger. tek bir atom ele alındığında rastgele belirsiz hareketler sergilerken biraraya gelip belirli bir düzenleniş gerçekleştirmek için işbirliği yaptıklarında belirli bir düzenlilik ve kararlılık sergilerler.

    schrödinger'e göre bu ortaklığı kurmanın iki farklı yolu vardır: daha basit olan yol, aynı yapıyı üç yönde defalarca tekrarlamaktır. kristalleri büyütmek için kullanılan yol genelde budur. öte yandan periyodiklik sağlandığında oluşturulan yığının boyutu için kesin bir sınır olamaz. sürekli tekrarlamaya devam eder.

    ikinci yol ise tekdüze tekrarlama mekanizmasını kullanmadan her bir aşamada daha da gelişen bir yığın inşa etmektir. her bir atom ve atom grubunun diğerlerinkine eşdeğer olmadığı ve bireysel, farklı bir rol üstlendiği giderek karmaşıklaşan (bir nevi hiyerarşik) kristal organik moleküllerde ise istenilen kararlılık ve düzen sağlanabilir. bunlara aperiyodik kristaller der ki bu kristaller bu düzenlenişleri sebebiyle organik bir canlı organizma olma yolunda ilerleme imkanına sahip olurlar.. periyodik tekrarlı organik moleküller ise cansız kristallerde gördüğümüz örüntüler sergilemekle yetinirler.

    kitabında ayrıca canlıların çevrelerinden entropi çalarak nasıl da entropiyi düşürebildiklerinden bahseder. ayrıca kromozomlardaki olası kuantum sıçramalarından bahsederek genetik mutasyonların kuantum tünelleme kullanarak gerçekleşebileceklerini birçok mantıklı argüman ile ortaya koyar ki günümüzde kuantum biyoloji denilen bilim dalının ortaya çıkmasına yol açar.
    kitabın son bölümü ise zihin, bilinç ve onun işlevsel faydaları üzerinden devam etmektedir.

    fizikten biyolojiye yol açan schrödinger'in bu kitabı ile aynı isimli bir başka kitap ise kuramsal kimyacı addy pross'un kitabıdır. bu kitapta pross, kimyanın biyolojiye dönüşümünden bahseder. ona göre yaşamda iki adet paradoks bulunur.

    canlı ve cansız maddeler arasında bir süreklilik olduğunu ve her iki dünyanın da fizikokimyasal kurallar ile yönetildiğini söyler. entropi yasasına göre organize sistemler düzensizliğe gitme eğilimindedirler. dengeden uzak olan bu yaşam yine aynı yasaya göre daha kararlı bir duruma geçmek, yani dengede olmak isterler. dengeden uzak durumlarını sürekli enerji harcamak suretiyle sağlayan sistemler bir yandan entropi yasasına uyarken diğer yandan düzenlilikleri ile düşük entropide kalırlar. bunu birinci paradoks olarak niteleyen pross, daha önemli ikinci bir paradokstan daha bahseder.

    aşağıda alıntı olarak verilmiştir:
    “buna göre ilk canlı ortaya nasıl çıkmıştır? dengede olan cansız dünya içinden dengeden uzak ama aynı zamanda organize bir sistem nasıl meydana gelmiştir?

    cevabı ise kimyasal tepkimelerden gelmiştir. kimyasal tepkimeler, görece kararsız malzemelerin daha kararlı olanlara dönüşmesi biçiminde olur. bazen daha kararsız malzemelerin tepkimeye girebilmesi için katalizörlere ihtiyaç olur. biyolojik sistemlerde bu katalizörler enzimlerdir.
    ne var ki katalizörlü tepkimeler doğrusal hızda artarlar. ne kadar katalizör varsa o kadar tepkime olur.
    işte böyle gerçekleşmiş bir tepkimede ise sistem kendi kendini katalizörlemiştir. yani katalizör ile kimyasal tepkimenin ürünü aynı şeydir. bu sayede tepkime doğrusal olmayan üstel bir hızda artar ki bu hız ona diğer tepkimelerden farklı olarak seçilim avantajı sağlar. ilk tepkimede ortamda tek ürün ve katalizör varken ikinci tepkimede iki kat katalizör ve ürün ortaya çıkar. bu şekilde kendini kopyalamış olur. işte böylece bu kendini kopyalama özelliği sayesinde bambaşka bir dünyaya kapı açılır: yaşama”
  • 'yaşam cinsel yolla bulaşan ölümcül bir hastalık'

    ~~~
  • "(...)ispanyol şair calderon "yaşam rüyadır" adlı bir oyun yazmıştı. şöyle diyordu bir yerde:

    nedir yaşam?
    bir delilik!
    nedir yaşam?
    bir yanılsama!
    bir gölge!
    bir masal!
    en önemli şeyin bile bir önemi yok,
    çünkü bir rüyadır bütün yaşam..."

    gaarder, sofie'nin dünyası, -s.261-
  • evrendeki entropiye karşı gelen sistemlerdir.
  • (bkz: isim)
  • addy pross’un kaleme aldığı, tam adı “yaşam nedir? kimyanın biyolojiye dönüşümü” olan oxford landmark science (oxford dönüm noktası bilimi) serisinden 2012 yılında çıkan kitap.

    yazarın bu ince kitapta ileri sürdüğü savları ve yorumlarım:

    1. “biyoloji, kimyanın bir alt dalıdır (kopyalama kimyasıdır)”

    analiz edince gerçekten de tüm canlılık mekanizması özünde kimya gibi gözükmekte. yazar değinmemiş fakat mesela yapıtaşları olan proteinlerin işlevselliği bir adım daha ötede stereospesifik bir özellik göstermekte. yani canlılarda yapısal bilgi atomik seviyede üçboyutlu olarak spesifik bir özellik dahi göstermekte.

    2. “doğasında kimyasal olan fenomenleri biyolojik terimlerle (uygunluk, doğal seçilim, uyum gücü, en iyi uyum sağlayanın hayatta kalması, iş birliği, bilgi vb.) açıklama güdüsüne kararlı biçimde direnilmelidir.”

    iddialı bir karşı çıkış ancak yazar bu fenomenlerin doğasında nasıl kimyasal olduklarını pek de açıklayamıyor.

    3. “karmaşıklaşma ve dinamik kinetik kararlılık: kendini kopyalayan sistemlerin (biyoloji) kararlılığı statik değil dinamik kararlılıktır. (tıpkı thames nehri’nin bir varlık olarak kararlılığı gibi: thames nehri’ni tanımlayan su aynı su değildir ve sürekli değişmektedir.) yani kararlılık tek tek kopyalayanların değil topluluğun (sistemin) kararlılığıdır. çalışmalar göstermiştir ki kendini kopyalayabilen basit bir varlığın ancak verimsiz biçimde yapabildiği işi, daha karmaşık bir varlık daha verimli bir biçimde yapabilir. yani; temelde bir ağ oluşturulmasıyla ortaya çıkan karmaşıklaşma, kendini kopyalayabilen daha basit kimyasal varlıkların, daha karmaşık biyolojik varlıklara dönüşmesinin mekanizmasıdır.”

    karmaşık organizmaların nasıl ortaya çıkabildiği sorunu yazara göre artık bir sorun değildir. çünkü ona göre karmaşıklaşma kopyalanma kimyasında kararlılığın bir sebebidir. bu görüşünü özellikle gerald f. joyce’un, iki farklı rna enziminin birlikte evrimi ile ilgili yaptığı çalışmalara dayandırmış. ancak başka da bir çalışma sunamıyor bunu destekleyen.

    4. “(yukarıdaki çıkarıma göre) evrim basamakları da revize edilmelidir: kopyalanma, mutasyon, karmaşıklaşma, seçilim, evrim.”

    5. “darwin’in evrim teorisi maddenin daha genel kimyasal kuramına entegre edilebilir. evrim basamakları hem kimyasal hem de biyolojik evreler için geçerlidir.”

    6. “yaşam, kopyalanma tepkimesinden kaynaklanan, kendini sürdürebilen, kinetik olarak kararlı dinamik bir tepkime ağıdır. ölüm de bir sistemin kopyalanmaya dayalı kinetik dünyasından termodinamik dünyaya yani “normal” kimyanın dünyasına geri dönüşünden başka bir şey değildir.”
    “canlıları ayıran, otokatalitik moleküler kopyalama tepkimesinin varlığıdır ve bu üstel büyüme özelliğine sahip kopyalama tepkimesinin sınırlı kaynakla devam edebilmesini sağlayan yani kararlılığını sağlayan da moleküler seviyede, bozunma; organizma seviyesinde ise ölümdür.”
    “canlılar kimyasının termodinamiğin ikinci kanunu'nu alt edip cansızlar kimyasından ayrılabilmesini sağlayan temel yeti ise enerji toplama becerisi kazanabilmesidir.”

    enerji toplama becerisinin nasıl kazanıldığına değinmemiş. bu konuda güçlü bir hipotez için nick lane’in “yaşam neden var?” kitabına bakılabilir. nick lane, odağına iyon pompalaması mekanizmasını ve mitokondriyi alıyor.

    7. “teleonomi: canlılardaki bilinçli bir şekilde amaca dönük gibi gözüken faaliyetin her veçhesi teleonomiktir ve asıl amaç hücre bölünmesidir. yaşam hedeflerinden birçoğu, doğrudan üremeye yönelik değilse bile dolaylı yoldan bu amaca hizmet etmektedir.”

    teleonomi kavramı oldukça tahrik edici ancak bu kavramın altını dolduramıyor kitapta.

    ***

    kitap, otokatalitik kopyalanmanın üstel fonksiyonlu mahiyetinin ayrıcalığı, biyolojinin bir yerde kimya olduğu, kopyalanan sistemlerin kararlılığının ancak dinamik kararlılık olabileceği vb. konularda zihin açıcı ancak yazar bunları iyi kompoze edememiş. dağınık biraz.

    kitabın son bölümü “yaşam nedir?”de, yaşamın özelliklerine kuramının getireceği açıklamaları sıralayacağını belirtiyor ancak yazar alt başlıklar açtığı “yaşamın karmaşıklığı”, “yaşamın kararsızlığı”, “yaşamın dinamik tabiatı”, “yaşamın çeşitliliği”, “yaşamın homokiral tabiatı”, “yaşamın teleonomik karakteri”, “yaşamın nasıl ortaya çıktığı” ve “bilinç” konularını pek de tatmin edici şekilde açıklayamıyor. (170 sayfada bunların cevaplanmasını beklemiyorduk tabi ama ilk bölümlerde yazar pekala böyle bir hava vermiş)

    bunlar bir tarafa, gayet bilimsel ilerleyen kitap “bilinç” alt başlığında -her ne kadar bilincin yaşam formlarına özgü ortak bir özellik olmadığı için konuya fazla girmediğini belirtmiş olsa da- bilincin maddenin dikkat çekici bir özelliği olduğunu ve maddenin kendi kendinin farkında olabilmesinin gerçekten de olağanüstü olduğunu belirtiyor. dahası da var: evrimin, maddenin bu özelliğini de keşfettiğini ve onu kendini kopyalayabilen kararlı varlıklara yönelik süregelen arayışının hizmetine koştuğunu da belirtiyor. işletme mezunu kuantum terapistlerine bağlamış burada ne yazık ki.
    keşke bu konuda bilgim yok deseydi, ya da bu konuya girmeseydi.

    sonuç olarak yaşamın ne olduğu konusu hala müphem.

    metis yayınları, üçüncü basım, kasım 2020, çev: raşit gürdilek
  • "kümeste tavukların inip çıktığı merdivendir yaşam. pislik dolu." alfred döblin - berlin alexanderplatz

    (bkz: hayat nedir)
    (bkz: yaşam neden var)
  • elden kayan sabunun klozete düşmesidir, kaybettin mi bir daha bulamayacağın bir şeydir hayat
  • anlam acısı çekmektir.
hesabın var mı? giriş yap