• bir daha aşık olamayacağımı bile bile ayrıldığım sevgilimin ardından dönüp bakamadığım hatta 'görüşürüz' bile diyemediğim o an. meğer ne önemliymiş görüşürüz diyebilmek ne büyük umutmuş. görüşemeyeceğini kabullenmek ne büyük çaresizlikmiş.
  • üzerlerinden yıllar geçse de yazarların her daim akıllarının bir köşesinde duran anılardır.

    metallica'nın 9 yıllık bir aradan sonra 2008 yılında istanbul ali samiyen stadında verdiği konserde james hetfield'ın, for whom the bell tolls parçasına giriş yapmadan önce o muhteşem sesi ve kendine has karizmasıyla "istanbulll !! metallicaa !! istanbulllll !!!! metallllliicaaaa !!!!" diye kükreyerek bir stad dolusu insanı 3 saniye içinde avucunun içine alması, ve konser bitene kadar bırakmaması.

    anlatılmaz yaşanır denilen anlar vardır ya, işte onlardan biriydi bir çok insan o gece yaşananlar.

    (bkz: 27 temmuz 2008 metallica istanbul konseri)
  • yıl 2015. yer asmalımescit. saat 12 civarı. aşırı sarhoş bir şekilde arkadaşımla yürürken karşıdan kollarını açarak ve hayatımın aşkını buldum diyerek gelip kemiklerim kırılırcasına bana sarılan sarışın dev abiyi unutamıyorum hiç. hayatımın en güzel anıydı. sonra arkadaşım beni çocuktan zorla ayırıp götürdü. çok özeldin sarışın dev.
  • çocukluğumun geçtiği yere , seka dalaman lojmanlarına seneler sonra gittiğimde, lojmanın sosyal bahçesine yürüdük kurtul'la. ağustos ayıydı sanırım. güllük ağaçlarının yaprakları birikmişti yerlerde. yürürken çıtır çıtır sesi geliyordu, hala kulaklarımda. o anı ve duyduğum sesi asla unutamıyorum. hem o an hem de aynı anda yeşil, mavi, sarı, turuncu renkler gözümün önünden geçiyor. sonra seneler önceye gidiyorum. sosyal bahçe cıvıl cıvıl. ayranlar tostlar yapılıyor, çocuklar koşuyor. babalar masalarda sohbet ediyor. bazı çocukların elinde meyve suyu şişeleri. ben , beldesan monte carlo bisikletimle ordayım, hava sıcak ve mutluyum.
  • bu gece aklıma düştü şimdi.

    bir gün kadıköy'e fırladım evden, bir yarım saat de olsa gidip gelmek istedim. darlandı içim. apar topar giyinip çıktım. denize karşı banklarda oturup biraz hava alıp eve döneceğim. zira bir sürü iş de vardı. oyalanma lüksüm de yoktu.

    neyse vardım, denize döndüm yüzümü. bir sigara çıkardım; ama çakmak yok, unutmuşum evde. büfe de biraz ileride, hiç gitmek istemiyorum çakmak için.

    en yakınımdaki bankın sol ucunda bir adam oturuyor, arkasından görüyorum sadece ve sigara içiyor. yaklaştım yanına, dedim çakmağınızı alabilir miyim? tabii ki, dedi uzattı. sigarayı yaktım, çakmağı geri uzattım; kesinlikle almıyor benden. ayak üstü, sigara mı içiyorum; tartışma mı yaşıyorum belli değil *

    gerildim doğal olarak.

    tartışmayı bırak, istersen otur da sigaranı öyle iç dedi. o an ilk kez dikkatli baktım yüzüne. sevimli bir türkçesi vardı, hiç beni ürküten bir hâli de yoktu.

    oturdum yanına, deniz tam karşımda, daha da efkarlı içiyorum * o ana kadar görmediğim ve ayaklarının ucunda olan birasını uzattı bana, içmek ister misin? dedi. hayır, benim eve gitmem gerekiyor sigarayı bitirdiğimde, dedim. lütfen, dedi. dedim, çakmak olayına dönmesin bu da. o zaman ısrarı kesti.

    bir sessizlik sonrası, bana kendini anlatmaya başladı. onunla ilgili bu girdide vereceğim tek bilgi, türkiye'de yaşamıyor. öyle şeyler anlatıyor ki, en özeli, en mahremi onun için. sessiz kalmaya çalışıyorum; ama mümkün değil. ya kahkaha atıyorum ya da şaşkınlık sesi çıkarıyorum. hüzün de var, garip bir eğlence de var. kocaman masmavi gözlerini hatırlıyorum şu an, başka hiçbir şey kalmamış aklımda.

    evet dedi, kendi hikâyesinden sonra. sana gelelim o zaman. dedim, benim anlatacak bir şeyim yok. geldim, hava alacağım ve döneceğim. o zaman ben anlatayım seni, dedi. korku ile gülümsedim *

    ikimiz de denize bakıyoruz, ikinci sigarayı o çakmakla yaktım. sanki aramızda bir duvar var. önce yaşımı, sonra burcumu, en sonunda da mesleğimi söyledi. yaşımı da şöyle söylüyor, şu yaşta gözüküyorsun; ama aslında bu yaştasın. burcu şöyle diyor, yengeç burcusun; ama bir aslanlık var. meslek, zaten nokta atışı. bunları hayatımda ilk gördüğüm bir adamdan aşama aşama duyan ben, sanki onun yanına giden ben değilmişim gibi, "beni nereden tanıdığını çabuk söyle." deme salaklığını yaptım korkudan *

    sadece güldü; ama ben gülmekle beraber bayağı ürküyorum. devam edeyim mi, dedi. cevap vermedim.

    ardından hayatımdaki en kritik hususları söyledi, başımdan geçen şeyleri. buna annem ve babam da dâhil.

    öyle şaşkın bir hâldeydim ki, yerimden kalkamadım. anlamamanın verdiği kızgınlık da var üzerimde, nasıl olabilir ki, nereden bilebilir ki... ayaklarımı yere vurdum. tamam susuyorum, dedi.

    üçüncü sigaraya geçtim, bir şey beni tutuyor sanki. bir güç kalkabilsem, bitecek her şey. tamam, o zaman bana geleceği söyle dedim. öyle, bu inanmazlıkla, bu tepkiyle söyleyemem dedi. peki, dedim. sustum.

    ayağa kalktım ve gitmem lazım, dedim. gitme, benimle kal, dedi. hiç duymazlığa verdim. o zaman son bir şey sana, çok iyi kalplisin; ama sabretmeyi öğren, dedi. ve yine burada yazamayacağım bir kehanet daha söyledi, ben arkamı dönmüşken.

    in miydi cin miydi... orada kaldı o cümleler. unutamıyorum hâlâ.
hesabın var mı? giriş yap