• "şu çocuğun taktığı şala bak. üzerinde hem galatasaray hem fenerbahçe renkleri var. çocuk türkiye'de bunu takıp gezmeye kalksa üzerine yürürler.
    iki takımı da seviyor diye takmış olabilir mi? gerçi türkiye takımlarını bildiğini sanmıyorum."

    kafamı çevirip çocuğa baktım. sonra kahkaha atarak cevap verdim:
    "onlar romanya bayrağındaki renkler cengiz!"
    cevabı duyan arkadaşım mavi ekran verdi.
    yer: romanya
    bayrak renkleri: lacivert, sarı, kırmızı
  • dumur açısından kısır yerdir yurt dışı genelde insanların nezih , sakin bir yaşam sürdüğü yerlerdir , ülkemize has 3 trilyonluk elektrik su faturaları pek gelmez ki adamlar dumur olsun , inanmıyorsan gags türü yurtdışı şaka programlarında izle vatandaşları , adamın eline aniden kurbağa veriyorlar gram reaksiyon yok herifçioğlunda , aynısı türkiye'de yapılsa kafa göz dalarlar şakacıya ki bu da oldu türk tipi şaka programlarında , tam tersi ülkem insanı yurtdışına çıkarsa demokrasi , insan hakları , insan davranışları konusunda vb gibi konularda dumurlara geleceği kesindir.
  • yine bir gün memalik-i ecnebiyye'de lisan-ı türkçe'yi işittim ve memleket-i türkiyya'dan bir adem ile karşılaştım...
  • böyle bir olay yaşamak için pasaport işleriyle uğraşamayacak kadar üşengeç
    ve parasını veremeyecek kadar fakirim.

    böyle bir dumurluk yaşayamamaktan muzdaribim.
    ekşi itirafa yazmaya da üşendim bak!

    (bkz: dumuru umumiye)
  • kişinevdeyken bindiğim troleybüs'ün camlarının içerden donmuş olması.-17 dereceydi dışarısı yanlış hatırlamıyorsam.aslında insanların her şey normalmiş edasıyla içerde oturması ayrı bir şaşırma vesilesiydi.
  • 2010 senesinde bir grup arkadaşımla birlikte erasmus programı kapsamında almanya'ya gitmiştik. ağustos ayı gibi barcelona'ya gitmeye karar verdik. biletleri ryanair'den almıştık tabii ki.

    bilenler bilir. ryanair'in kabin bagaj politikası çok sıkı olabiliyor. frankfurt hahn havaalanında uçağımızı beklerken görevliler bagajların boyutunu ölçmek üzere kullandıklar tekerlekli aleti getirdiler. ağırlık ölçmeye gerek duymadılar. o mekanizmasının içine sığan bagajı kabine alıyorlardı. fakat şöyle küçük bir ayrıntı var. aletin içie sığan değil, "sığdırılabilen" bagajları kabul ediyorlardı. o kısma geleceğim.

    öğrenci olduğumuz için çantalarımız küçük. spor çantası formatında çantalar almıştık. fakat bizim üşengeçlerden biri sırt çantası yerine kabin boyutundaki çekçekli çantalardan almıştı. çanta güya kabin boyunda ama bi çantaya bakıyorsun, bi mekanizmaya, o çantanın oraya sığması imkansız müdür. işin kötüsü çanta da dışı sert yüzeyli olan çantalardan. eğip bükmesi de zor.

    sıra bize geldiğinde ilk 4 kişi rahat rahat geçtik. sıra bizim üşengeçe geldiğinde çantayı hafifçe aletin üstüne bıraktı. çantanın yarısı girdikten sonra lönk diye sıkıştı kaldı. görevlilerle göz göze geliyoruz, bize bakıyorlar. bi çantaya bakıyoruz, bi görevlilere. sanki bir şey yapmamızı bekliyorlar.

    bir arkadaş el attı çantayı itmeye başladı. baktık görevlilerde tık yok. çanta da direniyor. iki kişi üç kişi derken frankfurt havaalanında 200 yolcunun arasında 5 tane kazma bir çantayı tekmelerle yumruklarla iteleye iteleye mekanizmanın içine soktuk. dışarıdan gören adan dövüyoruz zanneder. çanta girdi, görevlilere döndük kanter içinde. hafifçe gülümseyip "okaaaaayy" dedi.

    tam rahatlayacağız, arkadaş çantayı çıkarmak için bi hamle yaptı, çanta çıkmıyor aga. hadi 5 kişi bir daha o aleti sağa sola savura savura çantayı çıkardık. ızdırabını siktiğim canımıza okudu.

    sonrasında yorgun bitkin, zaferin de verdiği tatminle kenara oturduk. 5 dakika sonra bizim gibi bir kız bagajını ölçtürmeye geldi. ben de çaktırmadan izliyorum. çantayı mekanizmaya koydu, "tık" diye kaldı yarısı dışarda. kafayı usulca bize çevirip mahzun gözlerle öyle bi baktı ki hepimiz "bi el atsanız olur mu be hacu" ifadesini gördük. salonda bir kahkaha tufanı patladı. biz de kıza yardımcı olup uçuşumuza devam ettik.

    bu da böyle bir anımdır.
  • londra'da durakta dört kişi beklemektedir. siyahi bir kadın, iki türk ve bir başka türk. iki türk kendi aralarında konuşmaktadır. birisi türkçe "ya bu zenciler kokuyor, pis bunlar vs vs" der. siyahi ablamız döner ve " ne kadar ayıp, hiç utanmıyor musun böyle konuşmaya" der. hem de türkçe. iki eleman şok olur, yer yarılsa da içine girsek, allah bizim belamızı versin hareketleriyle koşarak uzaklaşırlar.

    üçüncü türk siyahi ablaya yanaşıp konuşmak istese de ablanın morali bozulmuştur bir kere. konuşmak istemiyorum diye kestirip atar. demek ki neymiş, ağzını kıçın gibi kullanmamak lazımmış.
  • ben de geçen bursa'da bakkala gittim, adam türk çıkmasın mı? dumurlardan dumur beğenmiştim. hala kendime gelemedim.

    lan şaka maka 2017 yılına girmişiz millet hala yurtdışında türkle karşılaşma anılarını "dumur hikaye" diye anlatıyor. ne kadar sıkıcı hayatlarınız var da edirne'nin ötesinde türkçe konuşan birini duyunca sanki uzaylıyla karşılaşmış gibi tepki veriyorsunuz? ülkedeki en tırt insanlar yurtdışına çıkarsa böyle olur.
  • yıllar öncesinden bir anım:
    stockholm’un güneyinde epey uzakta bir adaya gitmek istedim. zaten gidiş botla 2-3 saat sürdü. bot biz yolcuları orada bırakıp gitti ancak akşamüzeri dönüp bizi alacak. şimdi diğer turistik adalarda parklar, plajlar restoranlar gibi yerler olur. bu adanın özelliği ise yıllarca askeri alan olarak kullanılmış daha sonra sivillere bırakılmış. ada turistik olmadığından ne bir market nebirşey. dükkan, park hicbirşey yok.kayalar üzerinde birkaç ev ve tek hostel dışında heryer kayalık bomboş.
    evlerin özelliği temelin toprak icinde değil kayalar üzerine özel bir teknikle inşa edilmesi. adanın böyle olduğunu biliyordum ama bukadar bomboş olduğunu tahmin edemezdim. küçücük adada gezecek fazla yer yok bir o tarafa yürüyorsun birde öbür tarafa bitti. ortada minik bir deniz feneri o kadar.
    biraz fotoğraf çekip oyalandım ama yağmur ciselemeye başlayınca nereye sığınacağımı şaşırdım. evler özel mülkiyet girilmez. sadece iskele yanı hostel vardı o binanın giriş katına sığındım. yağmur hızlanırsa birkac dakikalığına binaya giriyor, hafifleştiğinde dışarı çıkıyordum. birde düzgün yürünecek yol yok. kayalık hertaraf ve bir evden diğer eve millet kayalardan keçiler gibi sekerek geçiyor. ev sahiplerinin tekneleri olduğundan market alışverislerini stockholm’den yada yakın yerden yapıp geliyorlar. adada yiyecek satan yer olmadığından aç kaldım. o gün beni stockholm’e geri götürecek olan bot gelene kadar saatlerce robenson adası gibi minik ve bomboş adada keciler gibi o kayadan bu kayaya atlayıp aç bitap yürümekten canım cıkmıştı. üstümdeki kamera ekipmanın kilolarca ağırlığı işimi daha da zorlaştırmıştı. tamam cok guzel bir ada harika bir yer ama yaşadıklarımı da unutacağımı sanmıyorum .
    adanın fotografi : http://skargardsstiftelsen.se/omrade/huvudskar/
  • evet sevgili sözlük, bir yurtdışında yaşanan dumurda daha birlikteyiz. bu da oslo maceramda olduğu gibi biraz dumurlar silsilesi tadında ve bu da cinsel içerikli ögelere sahip ama ayrıntıları çok farklı. hatta açıkçası büyük çoğunluğu belden aşağı, o yüzden böyle şeylerden rahatsız oluyorsanız hiç okumayın baştan söyleyeyim.

    yıl 2007, yer riga, letonya. hatunla (litvan kendisi) kapıştık, ayrılacağımız kesin gibi görünüyor, mesele uzarsa kan döküleceğini farkettim ve kendisini birkaç gün sonra sâkin kafayla yeniden konuşmak üzere memleketine postaladım. aslında o an ayrılmışız da ben ilk anda kabullenememiştim tabi. sonra sâlim kafayla düşününce dank etti, hatta zorunlu olmasam litvanya'ya da hiç gitmeden türkiye'ye oradan da kanada'ya dönecektim ama vize durumlarından ötürü gitmeye mecburdum ne yazık ki. gittiğime de bin pişman oldum da, o çok ayrı bir entry konusu.

    neyse, bari gelmişken şuranın tadını çıkarayım diye düşünerek riga sokaklarını geziyorum. çok güzel bir kent, letonların ruslara ve yahudilere karşı duyduğu korkunç kompleksi ve nefreti saymazsak halkı da cana yakın sayılır. en azından götverenlik timsali orospu evladı litvanyalılarla kıyaslayınca letonlar çok sevimli geliyor. gündüz bol bol dolanıp fotoğraf çektim, sonra odama girip biraz dinlendim. akşam da tekrar keşfe çıktım.

    kentin turistik bölgesinde keşif yaparken hafif kenarda kalmış ama işlek bir dar sokağa girdim. baktım adamın biri bana sesleniyor. italyanca konuşuyor ama ne dediğini anlamıyorum.

    "signor, piccolo bambino pomodoro, allora" tadında bir şeyler duyuyorum elemandan. bariz benimle konuşuyor. yani bunları söylemiyor da elbette, benim italyancayla o kadar tabi. italyan mı acaba dedim, tipi de hiç benzemiyor ama öyle bir italyan da olabiliyor işin kötüsü. basketbolcu niccolo melli'nin normal insan boyunda olanı gibi bir tip bu çocuk. belki beni de italyan sandı da yol falan soruyor diye düşündüm.

    "are you talking to me? i'm not sure what you're talking about?" dedim.

    eleman: "ok ok, que tal amigo? quieres joder esta noche?"

    bunu anladım, çünkü ispanyolca biliyorum. "naber kanka bu gece sikişmek ister misin?" diye soruyor. yani adam ya gay, ya da pezevenk. ama insan düzüşmek istediği birine kanka diye hitap etmez. hani bir düşündüm bir hatuna gidip de "kanka naber ya? sana iki posta kayabilir miyim?" şeklinde bir cümle kurar mıydım diye... yok yani, olacak iş değil. hatta eskorta bile kanka diye hitap etmek bir tuhaf olurdu. demek ki herif kadın pazarlıyor. riga da fuhuş cenneti zaten, o yüzden bu senaryo çok mantıklı. bakalım daha ne inciler çıkacak diye anlamazlıktan geldim. bu arada da rus mu leton mu onu anlamaya çalışıyorum, tipi rus gibi geldi ama o an henüz bilmiyorum tabi. (bu da önemli bir ayrıntı, çünkü ikisini karıştırmak çok ciddi gerginliğe yol açabiliyor)

    "i'm sorry i don't speak spanish" dedim. konuşuyorum tabi aslında. ama bir an önce ingilizce'ye dönsün de derdini söylesin diye ayak yapıyorum. bu sefer yunanca'ya bağladı. onu da anlamadığımı söyledim. en sonunda çözülüp ingilizce olarak nereli olduğumu sordu. türk olduğumu söyleyince tam olarak şunu söyledi:

    "ooo karrrdeşim naberrr lan? hakan şükürrr, hasan şaş, bana gyuven, 70 lat'a sikişirrsin. yarrrraan at yarrraaa gibi olur, bulutlarrı delerrr".

    güleyim mi kaçayım mı bilemedim, neye uğradığımı şaşırmıştım. bir de bu kadar uzun cümleleri dilbilgisi hatası yapmadan ama takır takır bir slav aksanıyla söylüyordu oğlan. içki de içmemiştim. hatunla tepişmek psikolojumu bozduğu için halüsinasyon mu görüyorum acaba diye düşündüm bir an. ama yok yani, kanlı canlı adam karşımda hasan şaş'tan at yarrağından falan söz ediyor.

    çocukla konuşunca olayı çözdüm. adı dima, yani dimitri. kız pazarlayarak komisyon alıyor, ya da erkek turistleri geneleve götürüp karşılığında 5 lat alıyor. oturup her dilde ilginç şeyler öğrenmiş, yanında kadın olmayan erkeklere kendi dillerinde bir şeyler söyleyerek ilgilerini çekip para kazanmaya çalışıyor. hâliyle abaza akdeniz insanının dilleri de en büyük uzmanlık alanı, çünkü en iyi iş onlardan çıkıyor. beni de türk'e benzetemediği için önce diğer dilleri denemiş.

    yaptığı iş sevimsiz olsa da çok iyi çocuktu. oturdum buna türkçe başka güzel şeyler öğrettim ve başarılarının devamını dileyerek yanından ayrıldım. zira o sırada pek kadın kız düşünecek hâlde değildim, sevgilimle yumruklaşmaya varmaktan son anda kurtulan ağır bir kavga edip ayrılmıştık. yani henüz resmen değilse de görünen köy hâlini almıştı. o yüzden artık bekâr bir adamdım aslında, o yüzden fuhuş yapsam kimseye ayıp olmazdı. odama gidince bunları düşünüp dima'nın telefonunu almadığıma pişman olmuştum. ilk dumurun da böylece sonuna gelmiştik.

    ertesi gün gündüz gözüyle bulurum diye aynı yere gittim, dima yok. bana rehberlik eder gezdirir, cebine üç beş kuruş bir şey koyarız, fuhuşa gidip gitmeyeceğimize de sonra karar veririz diye düşünmüştüm. ama dima orada yoktu. ne yapalım, riga güzel yer zaten, amaçsızca gezdim, mcdonald's'a gidip karides kızartması yedim, kumar falan oynadım, yine akşam çöktü. aynı yere gittim belki dima'yı bulurum diye. dima orada yok ama başkaları vardı ve broşür dağıtıyorlardı. broşürlerin üzerinde y kromozomuna hitap eden bilimum neşriyat. aralarında rusça konuştuklarını duydum ve bir umut yaklaştım. bir kız bir oğlan. oğlanda ingilizce pek yok, kız biraz biliyor. dima'yı sordum. arkadaşlarıymış. siz de aynı işi yapıyor musunuz dedim, ki sorunun yanıtı belliydi. yapıyorlardı elbet. kız çok da güzel değildi ama egzotikti, beğenmiştim. utana sıkıla "peki sen yalnızca diğer kızlara mı aracılık yapıyorsun?" dedim. o da gözlerini kaçırarak "ben de çalışırım ama sana biraz pahalı gelirim" dedi. "normalde escort olmayan hatunla birlikte olmanın tadı farklıdır, o yüzden fiyatı da farklıdır" tadında tuhaf bir şey söyledi. 200 lat fiyat çekti bana ayı karı, dima 70 diyordu bir önceki akşam. çüş amk dedim. senin kukun altından mı yapılmış arkadaşım? bildiğimiz delik değil mi bu? tabi böyle demedim de bir oha çektim ablaya. hatun dedi ki "seni anlıyorum ama sen de beni anla, ben normalde eskort değilim, 70'e çalışanlar normalde geçimini bu işten sağlayan insanlar. ben maaşlı çalışan normal bir insanım, bu broşürleri dağıtarak geçiniyorum. yaşlı falan olsan zaten 200 değil 2000 versen de ilgilenmezdim". yani üç aşağı beş yukarı bu tarz bir şeyler işte. hatun çok tatlı anlatmıştı durumu. hayal kırıklığı bile yaşamamıştım neredeyse. 200 lat da veresim yoktu ama benim karıya müthiş hınç yaptığım için sanki onun umrunda olacakmış gibi biriyle sevişesim vardı. e peki uygun fiyatlı arkadaşlara nasıl ulaşırız diye sordum kıza. "ben onları bilmem yalnızca striptiz kulüplerinin broşürlerini dağıtırım" dedi. anlaşıldı ki pezoluk işine erkekler bakıyor. kız dedi ki "dennis diye bir arkadaş var, birazdan gelecek, ingilizcesi de iyidir, uygun fiyatlı hatunları da bilir striptiz kulüplerini de". fuhuş yapmadığını, kimseyi pazarlamadığını bir kez daha tekrar ettikten sonra şansını pek zorlama tadında bir şey söyledi. anladım ki ısrar edersem cinsel taciz gibi olacak. zaten 200 lat'a benimle birlikte olacağını söylerken de öyle kahvede futbol muhabbeti yapan insan rahatlığında söylemedi, birine ağır hasta olduğunu söyleyen doktor edasıyla söyledi. belli ki temiz bir kız. aklımdan tonla şey geçti o anda. o sırada "senin yerinde olsam striptizci kızlara takılırım" dedi. "onlar da 200 lat'a çalışır ve benden çok daha güzeller". o son cümle kendini ezmesinden ziyade az önce söylediklerinden pişman olduğunu ve benimle para karşılığı yatarsa içinin rahat etmeyeceğini gösteriyor diye algıladım, uzatmadım. dennis'i bekledik, geldi. striptiz kulübüne gittik. beni arka odaya aldılar, ilik gibi hatunlar dolaşıyor ortada. bir tanesinin topuksuz boyu benden bir kafa uzun. gerçi benden uzun olmak zor bir şey değil de, bu abla 1,90 falan var. kulübün fedaisiyle yan yana görmüştüm girerken, o adamdan da belirgin uzundu. nitekim anlattılar, basketbolcuymuş ve milli takıma kadar çıkmış. ama striptiz ve eskortlukla daha iyi para kazandığı için bu işe yönelmiş. tüm kızların saati 200 lat, bu abla 250. yalan yok, hatunların çoğu tanrıça gibi. 1,90'lık hatun fantezisi seçeneği var ve her şeyden önce o boyda hatun zor bulunan bir nimet olduğu için azıcık aklımı çeldi. çok da yakın davrandılar. bir kız geldi yanıma, kendini tanıttı, hangi kızların ingilizce bildiğini söyledi, istediğin belli bir hizmet var mı diye sordu, yani anlatabileceğim bir pislik yok. kaliteli mekân. o kadar iyi davrandılar ki bizim oraya yolunuz düşerse arayın demek geldi neredeyse içimden. ama nedense orada huzursuz oldum, bir taraftan çok klas bir ortam ve bebek gibi hatunlar görürken bir taraftan da kendimi pavyondaymışım gibi hissettim. bunun nedenini 10 yıl sonra da tam çözebilmiş değilim, orada beni iten bir şeyler vardı ve bu asla güvenlik endişesi ya da yüksek fiyat değildi. galiba fazla mükemmeldi. sanırım ben biraz işin pisliğini seviyordum. benim diyen mankene taş çıkaracak hatunun önüne servet koyup soyma fikri beni pek cezbetmemişti. üstümde o kadar nakit yok çekip geleyim bahanesiyle çıktım. dennis'e de yolu onsuz bulamayacağımı söyleyerek onu da yanımda dışarı çıkardım. ne oldu beğenmedin mi kızları diye sordu. param yetmeyecekti dedim artık ne diyim.

    oradan dennis beni bir randevu evine götürdü. içeri girdim, kızlar mayo ve/veya iç çamaşırı giymiş bir hâlde önüme dizildi. oraya aşk aramaya gitmemiştim, hayatımda ilk kez bir kadına para verip yatağına girmeye de kalkışmıyordum, daha önce bunun benzeri deneyimler yaşamıştım. ama yine de orada çok rahatsız olmuştum. köle pazarındaymışım gibi geldi. kızların öyle önüme dizilmesi.. böyle dişlerini falan kontrol edecekmişim gibi geliyor filmlerdeki hesap. rahatsız oldum, ben bunları beğenmedim dedim ve oradan da çıktım. açıkçası gerçekten de leton standartlarına göre çok güzel hatunlar yoktu orada, özellikle de az önceki mekândan sonra. gel gelelim ben o yüzden çıkmamıştım. köle pazarı görüntüsünden rahatsız olduğum için çıkmıştım. neyse ki dennis'in bahşişini verip yollamıştım da ona bir şey açıklamak zorunda kalmadım. bir taraftan da vicdan muhasebesi yapıyorum, ulan hatunla resmen ayrıldık demedik daha, aldatıyormuşum gibi mi oluyor, ondan mı yapamıyorum. galiba biraz onun da etkisi vardı, ayrılacağımızın %100 olduğunu da kabul etmek istemiyordum belki bir yandan. neyse saat geç olmuştu ve odama gittim.

    ertesi gün kesin kararlıydım, bugün bu ülkenin bir kızı soyunup benimle yatağa girecek arkadaş diye uyanmıştım sabah. hani böyle intihara kalkışıp o kız buraya gelecek diyen gençler olur ya, aşağı yukarı o frekanstan yayın yapıyorum artık. internetten bir mekân adresi buldum. yürünebilecek ama uzak bir mesafede. canıma minnet, gezme oldu bana da. yolda bir genç grubu gördüm onlara sordum adresi. ingilizceleri iyiydi, erkeklerden biri o adreste bir şey yok ki ya dedi. kız oğlana dönüp masaj salonu var orada dedi. bunlar da sevgiliydi büyük olasılıkla, kızın bunu bilmesi oğlanın yüz ifadesini değiştirdi o an. acaba aile faciasına mı neden oluyorum şu anda diye bir sorguladım, biraz da utandım genç bir kız fuhuşa gitmekte olduğumu anladığı için. mekâna varınca anladım nereden bildiğini. mekân gerçekten masaj salonu, seks meks yok. hatunlar babalarına değil de kocalarına masaj yaparmış gibi yapıyorlar gerçi iç çamaşırıyla falan, ama asla seks yok. hani o bana yolu tarif eden kız da orada çalışsa erkek arkadaşıyla arası bile bozulmaz büyük olasılıkla, o kadar temiz bir yer. orada beğendiğim kıza direkt sordum full service var mı diye. ben o full service dediğin şeyi erkek arkadaşımdan başkasıyla yapmam kusura bakma dedi. e iki sırtımı sıvazlayacak diye de kimseye para vermezdim yani. bir de baktım uzatıyor, leton kızlarının hepsini orospu sanıyorsunuz falan diye, peki iyi günler dedim çıktım. internetten başka birini buldum. bu açıkça fiyat listesi koymuş. hatta bokunu çıkarmış, anal seks isteyenler penis boyutlarını da söylesin ona göre ücreti bildiririm diye yazmış. bu abla biraz beni aşar galiba diye düşündüm aslında, yani "biraz fazla orospu" gibi geldi. ama hınç yapmışım bir kere, verdiği adrese gittim. iğrenç ötesi bir sovyet bloğu, sibirya'daki uyuşturucu sorununa değinen belgesellerde krokodil bağımlılarıyla röportaj yapılan binalar gibi. burada aids olurum lan ben diye bir düşünce geçti aklımdan. neyse kızın evini buldum, kapıyı açtı, üstünde bir gecelik ama onun dışında çıplak,iç çamaşırı falan yok. belli ki alelacele giyinmiş. şu an meşgulüm ama hemen sana döneceğim tadında bir şey dedi. otur şöyle bekle biraz dedi, bir şey içer misin diye sordu. şöyle ortama bir bakıyorum, orada bir şey içilir mi lan! ab-ı hayat versen içmem amk. yok sağol beklerim ben dedim. hatun içeri girdi kapıyı kapadı, garç gurç yatak sesleri gelmeye başladı. müşterisinin koynundan çıkıp açmış kapıyı hayvan, o yüzden anadan üryanmış. içeride olaya giriyorlar. ulan geldik artık gidilmez de.. o sırada aklıma bir şey geldi, telefonumun alarmını çaldırdım, biri arıyor gitmem gerek diyeceğim hatuna. acayip iğrendim çünkü. sesi duyunca kapıyı araladı, az sonra geliyorum dedi. bunu derken içinde bir penis var arkadaşın, yanlış olmasın. misyoner pozisyonundalar, adam kızın üstünde gidip geliyor, adamın alet kızın içindeyken kız kapıyı aralayıp dur geliyorum şimdi diyor. adamla da bir saniye göz göze geldik hatta. nasıl midem kalktı anlatamam. hayatımda ilk kez bir insan içine penis girmiş bir hâlde benimle konuşmaktaydı. seks yaparken cep telefonuyla konuşan genelev kadını konseptini duymuştum da bu kadarını göreceğimi hiç sanmazdım. aman yarabbi, nasıl bir iğrençlikti bu. aids ya da başka bir hastalık riski olmasına gerek yok yani, her türlü iğrenç. tamam bekliyorum dedim, kapı kapanır kapanmaz koşarak kaçtım. neredeyse otostop yapacaktım oradan bir an önce uzaklaşabilmek için. neyse ki o kadarına gerek kalmadı. kent merkezine indim, kızdan mesaj geldi. ana avrat düz gidiyor tabi. ama her işin bir raconu var abi. tamam ne iş yaptığını falan görüyoruz ve zarif bir hanımefendiyle romantik bir akşam yemeği tadında bir deneyim beklemiyoruz da, bir zahmet vücuduna başkasının pipisi girmiş bir hâldeyken dönüp benimle konuşma yani. konulu porno mu çeviriyoruz lan!

    son bir şansımı deneyeyim dedim. vakit de azalıyor, gece litvanya'ya geçmem gerek, vizem dolacak çünkü. başka bir kız buldum gittim. hiç unutmam, adı inese. ya da takma adı. apartman yine berbat, ama bu sefer kız çok şeker. güzel, bir de hanım hanımcık. hiç o işleri yapacak birine benzemiyor. zaten biraz konuşunca haklı olduğum çıktı meydana. burada hayat çok zor olduğu için erkek arkadaşımı bu işi yapmama izin vermesi için ikna etmek zorunda kaldım falan diyor. tabi erkek arkadaş lâfı pek hoşuma gitmedi ama en azından erkek arkadaşın uzvu içindeyken benimle konuşmuyor ve görünüşe bakılırsa dürüst. hatta nasıl bir erkek arkadaşsa, ona da bu kız bakıyormuş falan. biraz konuştuktan sonra "hâlâ ilgileniyorsan ücreti alayım ve işe girişelim" dedi. hatta cep telefonunun şarjı bitmiş, bana saate bakıp 1 saat tutmamı istedi. bana güvenmesi de çok tatlıydı, geyik ksımını saymayıp 1 saatlik "lop et" vermeye hazır olması da. verdim 70 lat, soyunduk, yatağa geçtik, başladık güreşe. bayağı bir şeyler denedik ama iş orada kaldı. kız çok tatlı, zarif, naif, sıcacık, falan feşmekân... sırf çıplak bedenine sarılması bile bir mutluluk verdi bana. gel gör ki bu kadar macera bir de üstüne erkek arkadaş muhabbeti, benim kuş ötmedi. bayağı bir uğraştık, tık yok. "ne yapacağız?" dedi. bilmem ki ne yapacağız dedim. "erkek arkadaşımla ev arkadaşım alışverişe çıkmıştı ve birazdan gelirler, sonra da ev arkadaşımın müşterisi gelecek, o yüzden ufaktan gitmen gerekecek" dedi. "yoksa boşalana kadar uğraşırdım ben seninle" dedi. tabi tabi dedim, inanmadım boşalana kadar uğraşacağına hâliyle. ama bir taraftan da pek tatlıydı, beni de sevmiş gibiydi. her şeye rağmen kendimi parayla seks yapıyormuş gibi hissetmiyordum diyebilirim. sanki zor durumda bir arkadaşıma yardımcı oluyorum, o da karşılığında bana yardımcı oluyor gibiydi. hatta belki de tam olarak bu yüzden ereksiyon sorunu yaşamaktaydım. bir önceki hatun fazla pisti, buysa fazla temiz. evlenilecek kadını mundar ediyorum hissiyle mi başarısız oluyordum, yoksa aklımda hâlâ ayrıldığım litvan karısı mı vardı, yoksa kısa sürede gereksiz miktarda macera ve iğrençlik yaşamamdan mıydı bu durum.. asla bilemeyeceğiz ama sanırım hepsinin bir karışımı. sonuç sâkin bamya sendromu. her neyse, hatun dedi ki "akşam şu saatten sonra boşum, git biraz rahatla, olmadı riga balsam falan iç, sonra da gel yarıda kalan işini bitir. diğer türlü paranı geri vermem gerekir ama paraya çok ihtiyacım var. geri veremem. böyle de olmuyor, almadığın bir hizmetin bedelini ödemiş oluyorsun. benim içim rahat etmez. o yüzden sen git biraz rahatla, sonra akşam geri gel işi bitirelim". hâliyle buna benzer bir şey hiç ömrümde duymamışım. sanki fuhuş yapmıyoruz da ticaret yapıyoruz ve mal teslimatında sorun olmuş gibi. ne kadar delikanlı bir kadın. dumur bir hâlde sen ciddi misin diye sordum, gayet ciddi gibiydi. yine de yok canım olacak iş değil bir daha para ister ya da telefonu açmaz diye düşündüm ve oradan ayrıldım, akşam da aramadım. çok ilginç duygular içindeydim ve güzel riga'ya veda etme vakti gelip çatmıştı. o da ne! birkaç saat sonra ben kös kös litvanya otobüsüne doğru giderken bir mesaj. kızdan. hatta yolda içmek için kvass almaktaydım ve satıcı kadın mesaj geldiğinde verdiğim tepkiyi görünce iyi misin der gibi bir bakmıştı. kızımız diyor ki "e hadi geliyor musun? gelmeyeceksen bu akşam için sevgilimle plan yapacağız". otobüse yetişmek zorundaydım ve kimseyle sevişecek vaktim yoktu. yere oturdum ha siktiiir diye telefonun ekranına bakakaldım. inanılmaz şaşırmış ve duygulanmıştım. bu kız namussuzsa namuslu insan nasıl oluyor bilemedim. duygu yüklü bir mesaj yazdım hatuna. o parayı hak ettin sen sorun değil dedim. keşke seninle başka şartlarda tanışsaydık, o adam çok şanslı dedim. umarım bir an önce düzlüğe çıkarsın da şu işi bırakabilirsin diye noktalayıp yolladım. o da çok tatlısın umarım bir gün yine görüşürüz diye yanıtladı. tabi kim bilir, belki de gitsem böbreğimden olacaktım, ama böbrek çalacak insan da her şeyi yapsa o son mesajı atmazdı herhalde.

    velhasıl-ı kelâm, overstay yapmamak uğruna içimde bir burukluk ve bir hayli de dumur ile o otobüse binip leton topraklarına cima eyleyemeden veda ettim. ama kısa sürede öyle deneyimler yaşamıştım ki, sikmiş kadar da sikilmiş kadar da olmuştum. dima'yı da, "içi doluyken" benimle konuşan manyak karıyı da, en sondaki cici kızı da asla unutmayacağım. umarım dima zekâsını ve müthiş dil yeteneğini daha iyi yerlerde kullanarak başarılı bir adam olmuştur, inese de umarım onu hak eden düzgün bir adamla aile kurmuş mutlu mesut yaşıyor ve sevmediği kimseyle yatağa girmek zorunda kalmıyordur. iğrenç karı için de pek bir şey demeye gerek yok, o kafayla muhtemelen belâsını çoktan bulmuştur zaten...
hesabın var mı? giriş yap