• yönetmen belma baş'ın 2010 yılında;
    yakınları, ailesi ve ünlü oyuncu vahide gördüm ile çektiği ilk uzun metraj filmi.
    kulağa aile işi gibi gelse de profesyonelce kotarılmış bir yapımdır.
    47.altın portakal film festivali kapsamında ilk kez gösterilmiştir.
    ses ve görüntü açısından mükemmele yakın filmin hikayesi -özellikle finali-
    izleyicinin suratında patlayan bir tokata dönüşmekte,
    izleyiciyi düşünmeye ve tartışmaya sevk etmektedir...
    öte yandan filmin en büyük handikapı akışının çok yavaş olmasıdır.
    bir kara film olarak tasarlandığı ve *nuri bilge ceylan etkileri sebebi ile durağanlık,
    yönetmenin kendi tercihi olmasının yanında
    birçok kez izlemeyi zorlaştıran bir unsur haline gelebilmektedir.
    bunun yanısıra filmin en ilginç süprizi ise enteresan bir şekilde "cem yılmaz".

    filmin galasına katılma fırsatı yakalayan izleyiciler filmle ilgili çok ilginç detayları,
    filmden sonra yapılan söyleşi ile bizzat yönetmenin ağzından öğrenme fırsatı buldular.
    söyleşide;
    -zefir isminin nereden geldiği, filmde neleri temsil ettiği,
    -zefir'in karakter çözümlemesi,
    -iç mekanların neden karanlık olduğu,
    -filmde bolca geçen mantarların sembolize ettiği şeyler,
    -cem yılmaz'ın projeye nasıl katkıda bulunduğu gibi konular konuşulmuş,
    filmin teması kısa süreli bir tartışma ve orta etkili bir gerginliğe yol açmıştır.
  • uzun zamandır izlediğim en güzel yerli film.
  • benim için heidi'nin melankolik tarzda filmi çekilse nasıl olurdu sorusunun cevabı , müthiş film . manzaları , görüntüleriyle , sahne geçişleriyle , kamera açılarıyla , yer yer ufak sürprizleriyle sinema salonundan bizi o küçük ve huzurlu dünyanın içine çekiyor.

    filmden aklımda kalanlar

    --- spoiler ---
    ineği* uçurumdan düşürdükten sonra zefir'in "sıçtık" repliği,
    kostümler geldikten sonra erkek çocuğun "ben kırmızı başlıklı kız olucam" demesi,
    bir sonraki sahnede çocuğun pamuk prenses kıyafeti ve makyajıyla gözükmesi,
    niyazi koyuncu'nun gitarıyla şarkı söylediği andaki sahneler, zefir'le karşılaşması,
    cem yılmaz'ın gözükmeden sadece sesini duyarak farkedebildiğimiz stand up sahnesi,
    zefir'in annesinin sigarasından duman çekip gökyüzüne bakarken bi' anlık kulaklara çalınan pink floyd'un goodbye blue sky şarkısı ve
    sürpriz sonu..
    --- spoiler ---

    film şu anda forum marmara'da oynamakta*.
  • 30. uluslararası istanbul film festivali kapsamında atlas sinemasında izlediğim film.

    jüride tülin özen vardı. salona girdiğinde tam önümde durdu. arkadaşını gördü. tülin özen güldü ve sarıldılar. sonra yerine geçip oturdu. her zamanki gibi zarif ve büyüleyiciydi. sadeliği, doğallığı, bakışlarındaki gizemi başdöndürücüydü.

    gözlerinin güzelliğinden bahsedemem. kelimeler yetmez. çok güzeldi. tülin özen başdöndürücüydü.

    yönetmen belma baş'ın poyraz isimli kısa filmini de izlemiştim. zefir'i de çok beğendim. film tülin özen gibiydi.
  • şu zamanda kadar aldığı ödülleri hak eden, bu sene benim için yerli yapımlarda izlediğim en iyi üçüncü filmdir. diğer ikisi; gölgeler ve suretler ile atlıkarınca idi. umarım belma baş bu filmin devamını getirir ve bizler de ay’ın dünyasına konuk oluruz. film hakkında ekşi sinema'da yazılmış yazı için:http://eksisinema.com/731/
  • mercan dede'nin nefes albümünde yer alan; içindeki bülbül kasidesiyle şöyle bir ruha üfleyendir.
  • 2010 altın portakal film festivalindeki galasının ardından yapılan söyleşide yönetmenini renkten renge sokan izleyici yorumlarıyla es geçilmiş, yeterince anlaşılamamış film. filmin finalini ve finale doğru olan gidişatı içine sindiremeyen pekçok kadın ve bir kısım erkek izleyici "böyle şey olmaz, olamaz" diyerek kestirip atmıştırlar filmi. oysa yönetmen de ısrarla başka bi taraftan baktığı meseleyle alışılagelmişin dışında bi kadın portresi çizmek dışında bir "kusur" işlememiştir.

    --- spoiler ---

    filmin finalinde kızının bütün çöküşüne, yalvarmalarına rağmen kendi benliğinin ve varoluşuna yüklediği anlamın gereği olarak geçmişini ve eski bağlarını geride bırakarak bilinmez bi yolculuğa çıkan anne, kızı tarafından büyük bir "soğukkanlılıkla" öldürülür ve yine kızı tarafından defin merasimi yapılır. işte zurnanın zırt dediği yer de burasıdır. izleyicinin , özellikle de anne olanların feveran ettiği iki kısım finaldedir. birincisi bi anne nasıl olur da hayattaki en önemli sorumluluğu olan çocuğunu terk eder, ikincisi de 10 yaşında bi kız çocuğu nasıl olur da annesini böylesine bir soğukkanlılıkla defneder. her ikisi de mümkündür. hele ki filmde daha da mümkündür. çocuk karakterin filmin başından itibaren yaşadıkları ve yaşattıkları böyle bir finale mantık olarak da duygu olarak da hazırlamıştır bizi. daha önce ölümüne neden olduğu inekteki tavrı, ölüme dair duygusunu, hemen her sahnede annesine dair olan kızgınlık, terk edilmişlik, unutulmuşluk hissi de annesine karşı olan evlat duygusunu bize anlatmıştır. anne de terk edişiyle ilgili başından itibaren tutarlı bi tavır içindedir. ne yokken ne de geldiğinde kimseye kalacağına dair bi umut vermiştir. kılık kıyafetinden, hal ve tavrına kadar da her daim gidici olan bi karakter oldugu bellidir. gelelim bir anne bunu nasıl yapar kısmına. yine antalyada duydugum bi yorum çok açıklayıcıdır. "türk sinema tarihi evini terk eden babaların tarihiyken, neden bir annenin terk edişi bize bu kadar koydu!" kadınların kendini gerçekleştirme hakkı da erkekler gibi saklıdır. sonuçları ne kadar acı olursa olsun, sorumlulukları yıkarsa yıksın, en azından aynı anlayışı göstermek insanllık vazifesidir.

    --- spoiler ---

    filmin antalyada görüntü yönetimi anlamında es geçilmesi de anlaşılır gibi değildir. karadenizin doğal güzelliğine sırtını dayayıp anlamayana "aman da ne görüntüler çekmişler be" dedirten filmlerin aksine hem kadraj ve kompozisyonlarıyla hem de iç sahnelerdeki karanlık ama her daim gerekli ayrıntıyı verebilen, yüzleri aydınlatmayı becerebilmiş görüntü yönetmeniyle ders vermiştir.
  • ben türk sinemasına destek vermek için genelde türk sineması hakkında yorum yapmamayı tercih ediyorum. ama zefir filmiyle ilgili söylemek istediklerim var. çünkü aynı filmi işin içine içi boş bir politik boyut katıp reha erdem de çekmeye kalktı*.

    benim anladığım kadarıyla hem belma baş, hem reha erdem güzel doğa belgeselleri çekebilecek imkan ve yeteneğe sahipler. ancak cast ve senaryo oluşturma konusunda da çok çeşitli imkansızlıkların ve yeteneksizliklerin içinde yüzerken boğuluyorlar.

    elinde gerçek anlamda bir hikaye olmadan film çekmeye çalışınca ortaya pek çok güzel görüntülerin, börtünün böceğin, mantarın otun olduğu ama anlatının olmadığı, derinliğin olmadığı, oyuncunun olmadığı, sanatın olmadığı zefir gibi bir film çıkıyor işte. ve adı gibi esip geçiyor, iz bırakamıyor.

    artık rica etmeyi geçtim, yalvarıyorum yönetmenlerimize: elinizdeki kısıtlı imkanı hikayesi olmayan basit filmler için harcayacağınıza sabredin ve yeteneğinizi doğru işler için kullanın lütfen.
  • bak nasıl da çalıştık, gece gündüz uğraştık der gibi bir sahneyi beş plan on plan çekip hem kendini hem izleyiciyi yoran filmler vardır. zefir bu anlamda yormayanından ama bazı sahneler o kadar uzaktan çekilmiş ki kim kimdir diye seçmeye çalışmaktan bitap düşürüyor. bir çok sahne tek plan. tek planda da anlayabiliyor insan nedir yönetmenin derdi. çok güzel. isabetli. ama ben artık duvarda asılı bir tüfekten bahsediliyorsa, o tüfek patlamalı kuralından çok sıkıldım. yanılmıyorsam çehov üstad demişti bunu. e artık yeni bir şeyler söylenmeli.

    filmin ortasında ne olacağını kestirmek sinir bozucu. allah'ım dedim belki yeni bir şey yapar yönetmen ve o tüfek patlamaz. niye patlaması gereksin ki? benim bir trabzonlu olarak filmden özel olarak anladığım şeye otoriteler itiraz etti. sığırlar insanlardan hatta anneden değerlidir. süt vermeye devam eder zira. e tabii ki bunu söylemeye çalışmıyordu film. iyi miydi? izlenir. hele de memleket havası koklamak istiyorsanız izlenir. hikayesi küçük olduğundan değil, hikayenin sonu kestirebilir olduğundan sıkıntıya sokar insanı.

    anne karakteri o kadar yabancıydı ki memleketine. bu kadarı gerçek olamaz. hani çiğ bir yabancılık olsa anlayacağım. öyle değil. bildiğin role yabancı olmaktan, içselleştirememekten. vahide gördüm, bana kalırsa bir aile filminin içinde dışardan biri olduğunu unutamamış. ben bile sormam, kara sakız her ağaçta olur mu anne diye. bu soruyu sormasını istiyorsa senaryo, o senaryoda gözden kaçan bir şeyler var demektir. bu da filmi iyi olmaktan alıkoyan şeylerden bir diğeri.
  • 29 nisan 2011'de vizyona girecek olan filmdir.

    bir çocuğun iç dünyasını doğayı da kullanarak etkileyici şekilde anlattığı gibi "iyi anne olmak nedir"i de sorgulatan film.
hesabın var mı? giriş yap