• yiğit kardeşim, bordo bereli piyade üsteğmen enes demir'i anlatmıştır. töreninden dönerken, 70 milyonun trabzonspor'a verilen 4 kırmızı kartı konuşuyor oluşuna içerlemiştim. isteriz ki güleryüzlü enes'in kim olduğu çok daha fazla kişi tarafından bilinsin. yazının hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ederiz. keşke şu yazının yazılmasına hiç gerek olmasaydı.

    --- spoiler ---
    ...
    ıhlara vadisinin kenarında, başı dumanlı hasan dağının kıyısında, aksaray’da dünyaya geldi, 1988 yılında, güzelyurt kasabasında.

    *

    1924’teki mübadele sırasında bugünkü makedonya topraklarından göçen türkler yerleştirilmişti oralara... o nedenle sarışındır hep güzelyurt’un insanı, tıpkı mustafa kemal gibi... enes de öyleydi.

    *

    kendini bildi bileli subay olmak istiyordu. sınava girdi, kazandı, ışıklar askeri lisesi’nin yolunu tuttu. ailesine çok düşkündü. çocuk yaşta hasret zordu ama, hayalini gerçekleştirdiği için çok mutluydu. 2007’de diplomasını alırken, mezuniyet yıllığına şunları yazdı:

    *

    “beni yetiştiren ve bu kutsal yuvaya yollayan biricik anneme ve babama, mülakat sınavından önceki gece yüzüm yara olmasın diye gece boyunca başımda sinek avlayan dedeme, her türlü desteğini benden esirgemeyen anneanneme, yengelerime, dayılarıma, kardeşime ve yeğenlerime sonsuz şükran ve minnet duygularımı belirtmek istiyorum. sizler çölde bulduğum çiçeklersiniz, bu çiçeklerin yaşaması için gerekirse kanımla sularım.”

    *

    19 yaşındaki delikanlının yüreği buydu. sevdikleri için canını ortaya koymaktan çekinmeyen bir karakterdi.

    *

    harp okulu’na devam etti, üst seviyede başarıyla mezun oldu.

    *

    hayata gülümseyerek bakardı. herhangi bir zaman, herhangi bir konuda dargın, kırgın, üzgün veya umutsuz olduğunu hatırlayan yok. sadece gözleri değil, sesi bile gülümserdi, daima neşeliydi.

    *

    rock müzik severdi. metallica’nın duman’ın hayranıydı. ama, neşet ertaş’ın zeki müren’in ve zülfü livaneli’nin yeri ayrıydı, rakının dibine vururlarken, kadeh kaldırırlarken illa onları dinlerdi.

    *

    triatloncuydu. üç branşın birarada yapıldığı, 1.5 kilometre yüzülen, 40 kilometre bisiklete binilen, 10 kilometre koşulan, mukavemet sporu... yorulmak bilmezdi. komando kurslarının dayanılmaz eğitimlerinde soluk alma güçlüğü yaşanırken, karda-yağmurda herkesin burnundan kan gelirken, bizimki şarkı söylerdi.

    *

    elit birliğe seçildi, bordo bereli oldu. yurtdışına kursa gitti. elbette nerelerde görev yaptığını yazamam ama, kıbrıs’ta kuzey ırak’ta bulundu.

    *

    kıbrıs’tayken eljanna’yla tanıştı. hollandalıydı. iki kız arkadaş tatile gelmişlerdi. hani ilk görüşte aşk derler ya... bizimki öyle oldu, adeta çarpıldı. arkadaşlarına heyecanla anlatırken “sarı saçları çölden, mavi gözleri denizlerden çalıntı” diye tarif ediyordu. gel gör ki, eljanna’nın pek niyeti yoktu. malum, türk erkeklerinin tatil çapkınlıkları pek meşhurdu, enes’in ilgisini de öyle zannetti, yüz vermedi, ülkesine döndü. bizimki peşini bırakmadı. allem etti kallem etti, mektup yazdı, internetten yazdı, telefon etti, sevimli sevimli fotoğraflarından gönderdi, çiçek gönderdi, şiir miir, bağladı... atladı hollanda’ya gitti. eljanna türkiye’ye geldi. üç yıl böyle sürdü. aşkları iyice alevlendi, ayrı yaşamaları artık mümkün değildi, evlilik kararı aldılar. eljanna memleketini bıraktı, türkiye’ye, enes’in en sevdiği şehire, izmir’e yerleşti. enes bu taşınma sırasında güneydoğuda görevdeydi, gelemedi. ankara’da yaşayan anne-babası izmir’e geldi, müstakbel gelinlerinin taşınmasına, evi temizlemesine, eşyalarını yerleştirmesine yardımcı oldular. düğün için, bu yaza niyet vardı.

    *

    ve... açılım ihanetinin kaçınılmaz neticesi olarak, şehir savaşı başladı. enes, cizre’deydi. teröristlerin sözde karargahına 20 metre mesafede bir binaya konuşlanmışlardı. aniden, hedef binadan “bixi” tabir edilen makineli tüfek kusmaya başladı. enes’in bulunduğu odanın duvarları delik deşik oldu, tesadüfen vurulmadı. gereken cevap verilip, hedef yokedildikten sonra, çıktı geldi arkadaşlarının yanına, sigara yaktı, her zaman olduğu gibi gülümsüyordu. “dokuz candan sekizi gitti, tek canla counter strike oynuyorum” dedi.

    *

    counter strike, teröristlerle mücadele edilen bilgisayar oyununun ismiydi. henüz bir dakika önce ölümden dönmüştü ama, hâlâ espri yapıyor, can pazarını bilgisayar oyununa benzetiyordu. korku denilen kavram, bu kahramanın yaradılışında yoktu.

    *

    mermi yememişti ama, yüzüne, sol elmacık kemiğinin üzerine cam parçası saplanmıştı, gözü kılpayı kurtulmuştu. bu çatışma nedeniyle “yara beratı, gazilik listesi” hazırlandı. listede enes de vardı. duyar duymaz koştu komutanlarının yanına, ismini listeden sildirdi. “asla kabul edemem, bu sıyrık için gazilerimizin suratına nasıl bakarım” dedi. hakkı olan yaralanma iznini bile reddetti.

    *

    cizre temizlendi.
    sur’a geçti.

    *

    altı katlı bir binada keskin nişancı iki terörist vardı. binanın konumu çok önemliydi. dört sokağın kesiştiği köşe başındaydı, o bina alınmadan, o sokaklara girilemiyor, komşu binalara müdahale edilemiyordu. tank atışı yapıldı. iki terörist öldürüldü. bina ağır hasar almıştı. ancak... o dört sokakta pozisyon alan teröristleri hareketsiz bırakabilmek için, o binaya mutlaka girmek, o binayı mutlaka elde tutmak gerekiyordu.

    *

    enes’in başında bulunduğu tim, arka tarafına açılan delikten binaya girdi. 12 kişiydiler. katlara dağılmaya başladılar.

    *

    o sırada... çaprazdaki binadan roket fırlatıldı. kolonlardan birine denk geldi. tank atışıyla ayakta durmaya mecali kalmayan bina, kulakları sağır eden bir çatırtıyla çöktü. mahalleyi toz bulutu kapladı.

    *

    enes üsteğmen ve 11 bordo bereli astsubayımız, enkaz altında kaldı. dokuzu kendi imkanlarıyla çıkmayı başardı. iki astsubayımız şehit olmuştu. maalesef yazarken bile çaresizliği iliklerime kadar hissediyorum... sol kolu beton blokların arasına sıkışan enes kendinde değildi, ağır yaralıydı ama, nabzı atıyordu. yaşıyordu.

    *

    ne sağ kurtulan astsubaylarımız oradan çıkabildi, ne de enes çıkarılabildi. çünkü, binayı indiren roketin hemen peşinden, yoğun ateş açılmıştı. binanın hakim olduğu dört sokaktan, mermi yağıyordu. kafayı çıkarabilmek mümkün değildi. zaten binaya yaklaşmak da yeterli değildi. enes’i oradan alabilmek için, vinç gerekiyordu.

    *

    tıbbi yardım bile mümkün değildi. afad ekipleri, canlarını hiçe sayıp öne atıldılar ama, nafile... hareket eden her şeye saldırılıyordu. hava karardı, defalarca denendi, olmadı, belli ki teröristlerin gece görüş dürbünleri vardı, zifiri karanlıkta bile ateş kesilmedi.

    *

    üç gün sürdü!

    *

    bana göre, filmi çekilmesi gereken üç gündür.

    *

    o daracık köşebaşında üç gün çatışıldı. enes’i kurtarabilmek için, dört şehit daha verdik orada, iki özel harekat polisi, bir uzman çavuş, bir uzman onbaşı... nihayet mahalle temizlendi.

    *

    maalesef...
    enes için çok geçti.

    *

    dedim ya, kolu sıkışmıştı. her taraftan ateş edilen o labirent gibi sokaklardan vinç getirilmesi, hiç kolay olmadı. mahallenin temizlenmesine rağmen, şehitlerimiz bir gece daha orada kaldı.

    *

    bir bina, dört gün, yedi şehit... yılışık televizyonlarımızın ruhsuz ana haber bültenlerinde, lütfedilip, 30 saniye filan yerverildi.

    *

    enes’in naaşını diyarbakır’da üç kişi yıkadı. imam, dayısı ve bordo bereli devre arkadaşı üsteğmen.

    *

    devre arkadaşı, enes’in kulağına eğildi, “seninle beraber okuduk, beraber eğitim aldık, omuz omuza görev yaptık, ömrümün sonuna kadar hep yanımda olacaksın kardeşim” dedi, sonra da sırasıyla, alnından, ellerinden, ayaklarından öptü. yıkadılar... abdestini aldırdılar. enes her zamanki gibi gülümsüyordu. her zamanki gibi huzurlu, her zamanki gibi muzip muzip bakıyordu sanki... kuruladılar bedenini... yüzünü sildiler. gözünden yaş geldi. bir daha kuruladılar, gene yaş geldi, bir daha kuruladılar, gene... devre arkadaşı darmadağın oldu, kendini daha fazla tutamadı, onun da gözyaşları boşaldı. imam, hıçkırarak ağlayan üsteğmenin omzuna elini koydu, merak etme dedi, gözü arkada kaldı sanma sakın, cennetlik alametidir bu, için rahat olsun, bırak gözündeki yaş kalsın, arkadaşınız size cennetin kapısını araladı... bitirdiler yıkamayı... devre arkadaşı tekrar eğildi enes’in kulağına, bekle bizi kardeşim dedi, tekrar sırasıyla alnından, ellerinden, ayaklarından öptü. kucakladı. tabuta yerleştirdi.

    enes’i son görev için ankara’ya getirdiler.
    kocatepe camisi’ne.

    *

    her şehit cenazesinde yaşanan protokol kepazeliği, enes’in cenazesinde de yaşandı.

    *

    ahmet kiziroğlu geldi, 500 tane korumayla... çünkü malum, enes gibilerini cizre’ye silopi’ye sur’a gönderen ahmet kiziroğlu gibiler, 500 tane koruma olmadan camiye bile gidemiyordu. asrın liderimiz zahmet edip gelmedi, gelseydi, 500 kesmez, 1500 korumayla gelirdi. bakanlar, parti genel başkanları, milletvekilleri geldi, 500’er korumalarıyla, şoförleriyle, yalaka danışmanlarıyla... hepsinin çocuğu ya asker kaçağı, ya bedelli... kameralara poz verdiler, üzülüyormuş gibi yaptılar.

    *

    enes’in halası avluya giremedi iyi mi... hem yer kalmamıştı, hem de caminin etrafı binlerce polis tarafından sarılmıştı, kadıncağızı ittirip kaktırdılar, avluya sokmadılar. neyse ki, enes’in devre arkadaşlarının haberi oldu, boğuşa boğuşa halayı avluya getirebildiler.

    *

    daha hazini... kocatepe camisinde enes’ten başka iki cenaze daha vardı. biri, çöken binada şehit olan astsubaylarımızdan doğukan tazegül’dü. diğeri ise, ankaralı bir vatandaşımızdı. ne oldu biliyor musunuz? o rahmetli vatandaşımızın ailesi, avluya giremedi! babalarının tabutu başında cenaze namazını kılamadılar! ağlaya ağlaya, dışarda, sokakta cenaze namazı kıldılar. siyasiler gittikten sonra, avlu boşaldıktan sonra girip, babalarının tabutunu omuzlayabildiler. gazeteciler de siyasilerle birlikte gittiği için, bu ailenin dramına sadece enes’in devre arkadaşları şahit olabildi.

    *

    27 yıllık kısacık ömrüne, destansı kahramanlıklar ve ölümsüz bir aşk sığdırmayı başaran enes... cebeci mezarlığına getirildi.

    *

    babacığı dik durmaya gayret ediyordu ama, yüreğinin yangını sesine yansıyordu, “sarı saçlı yiğidim, sarı sakallı yiğidim” diye haykırıyordu.

    *

    o yiğide toprak atılırken... duyguları tıpkı o çöken binanın enkazı gibi yerlebir olmuş bir genç kız, eljanna... uğruna memleketini terkettiği adamın ardından gözyaşlarıyla mırıldanıyordu.

    *

    “bu bir veda değil sevgilim, bu bir teşekkür... hayatıma girdiğin için, beni mutlu ettiğin için, teşekkür... beni sevdiğin için ve sevgimi kabul ettiğin için, teşekkür... sonsuza dek saklayacağım hatıralarımız için, teşekkür... şu an, çok iyi bir yerde olduğundan eminim. tanrı seninle, biliyorum. meleğim ol, daima yanımda kal ve beni koru... ölüm kazanamayacak. aşkımız kazanacak. seni çok sevdim, seni çok seviyorum enes... bekle beni.”

    ...
    --- spoiler ---

    http://www.sozcu.com.tr/…home/detay?post_id=1115240

    not: yazı devre arkadaşlarının girişimiyle yazılmıştır. yılmaz özdil'in adının geçtiği her yerde parazit yapmayı görev biliyor olabilirsiniz, ama burada değil. bir kentin sokakların üsse çeviren şerefsiz teröristlerin, o kentin insanlarının barınma hakkını gaspediyor oluşuna 2 laf etmiyor olmanız mesela barışın önündeki büyük bir engeldir. yılmaz özdil'in, şerefli kardeşimizin anısını yadetmesi değil, sizin terör destekçiliğinizdir engel.
  • duygusal bir hikaye anlatmakla duygu sömürüsü yapmanın arasındaki farkı ben bilmiyorum. birinin bitip diğerinin başladığı bir nokta yok.

    bence makro ölçekteki görüşler sağlam temeller üzerine kuruluysa, mikro ölçekteki duygusallığa insan daha açık olabilir. tersine, insanın o konuda özgüveni yoksa, kandırılma endişesi yüzünden bu tip duygusallıklara karşı fazla tetikte olabiliyor.

    yılmaz özdilin kafa yapısını, yanlılıklarını biliyoruz. ama bu yazı üstünden bunları tekrar doğrulamak, atıyorum "yozdil samimi olsaydı çözüm önerisiyle gelirdi" veya "adamın sarışınlığının üstünde durması çok yüzeysel" gibi tepkiler vermek garip.

    bu tespitler yanlış değiller (ve eminim özdil kısa süre içinde bunları hakedecek başka yazılar da yazacaktır), ama bu yazı üstüne gelen ilk ve tek tepkilerse eğer, o zaman bahsettiğim o özgüvensizlik aklıma geliyor.

    zaten, özellikle ilk tipteki bir tepkiyi ("çözüm üret çözüm"), sanırım dünyadaki her ünlü yazar, tarihteki her ünlü yazı için vermek de mümkün.

    benim akp, kürt sorunu, özdil hakkındaki görüşlerim, kısa ve duygusal bir köşeyazısı üstünden değişmedi. ama yazıyı okuduğuma, duygulandığıma memnunum.

    kendimi biraz o askerin veya aynı zamanda defnedilen isimsiz vatandaşın yerine koydum. siyasilerin yörüngelerindeki asalak takımı yüzünden avluya giremeyen yakınlarının yerine koydum. biraz o hollandalı kızın yerine koydum, sonra empatiyi abartıp kendimi makyaj yaparken bulunca bıraktım. dalgalandım da duruldum. "ben şu anda hayatımla ne yapıyorum" diye düşündüm. bir yere koşturmadan, bir ekrana dokunmadan, sadece durup biraz düşündüm. sonrasında yangından bebek kurtarmadım ama üretken bir kaç saat geçirdim. ihmal ettiğim bazı insanları aradım. kırılmış dolabımı tamir ettim bu yazı yüzünden.

    bazen bu işler bu kadar basit. sizi önce biraz yavaşlatacak, sonra belki enerji verecek bir hapı, mideniz bozulmadan sindirebilecek kadar güveniniz olsun bünyenize ve aklınıza.
  • ben küfür etmeyi sevmem. ancak bu yazıya savaş güzellemesi diyen ve bu yazıyı 'hayranlıkla' okuyanları orta ve altı zekalı diye aşağılayan arkadaşlara cidden çok ciddi küfür etme isteği uyanıyor içimde. öncelikle bu yazı hayranlıkla okunmaz güzel kardeşim bu yazı üzülerek,acı duyarak okunur. savaş güzellemesi görmek istiyorsan yandaş gazetelere bir bak bakalım. insan bu yazıyı okuyunca empati kurar,yarım kalmış bir hayata üzülür! şu anda ülkenin güneydoğusunda içsavaş yaşanıyor,bahar ve yaz aylarında daha beter olacak ve bizleri bu günlere getiren açılım saçılım mı ne boktur o süreçte ülkenin anasının bellenmesinin zeminini hazırlayan çok değerli hükümete tek laf etmiyorsunuz ama şehit olanın hikayesini yazdı diye özdil'e veya yazıyı duygulanarak, üzülerek okuyanları aşağılıyorsunuz! gerçek şu ki acınacak olan ve aşağılanacak olan sizlersiniz kendinizi çok zeki sanıyorsunuz ama zekanız ve kapasiteniz o kadar yetersiz ki!!! ülkeyi yönetenlerin de sizden pek bir farkı olmadığı için bu haldeyiz zaten. allah size akıl fikir ve birazcık da vicdan versin!
  • amına kodumun çomarları.

    başka açıklama, caption'a gerek olmayan yazıdır. yahu, bu milletin en büyük derdi pkk idi, 90'larda; şimdi en büyük derdimiz bu sikik, çakma müslüman ekibi. şehidin cenazesine ailesini almamak ne ulan?
    hayatınızı sikeyim, hayatınızı.
  • dahli olan herkesin allah belasını versin diyebiliyoruz sadece.öyle acı,öyle acıtıcı bir hikaye..
  • 100 metre yakınına mermi düşünce altına sıçacak tipler tarafından eleştirilen yazı. beğen ve beğenmeme düğümelerine basarak hayatındaki en büyük direnişi gerçekleştirdiklerini sanan tipler bu tür yazıları beğenmezler. genetik olarak tarih süreci içinde hayatta kalabilmış individuum'ların son halkası olsalar da bu tipler, çağımızın verdiği rehavetle, yerinde ve son derece haklı bir yazıya bile trollük yapmayı görev bilirler.
    basiretsiz politikacılar oturdukları yerden aldıkları kararlarla enes gibi onlarca gencin hayatını bir dakkada karartabiliyorlar. fakat allahın cezası bu herifler ülkemizin enes gibi gençlerin kan ve terle yoğurdukları harçla inşaa edilmiş temellerde ayakta durduğunu bilmezler. alacakları birkaç ihalenin yolunu açacak oylar için açılım adı altında enes gibi gençlerimizi vuracak o mermilerin o sığınaklara gömülmesine göz yumarlar. ülkemizdeki basiretsiz koltuk ve rant sevdalısı politikacılar ve bu politikacıları bilerek ''ama''lar uydurarak destekleyen birey olmaktan aciz tebaa her ne kadar temellerde çatlaklara sebep olsa da enes gibiler sayesinde bu temeller sağlam oturtulmuştur. binanın ayakta durmasının tek sebebi de makedonyalı olmuş, çerkez olmuş, türkmen, laz, kürt, pomak farketmez bu gençlerimiz ülkeleri için gösterdikleri cesaret ve fedakarlıktır.
    bazıları için milliyetçilik ve ülke sevgisi lahmacun ve çiğ köfteden ibaret olabilir. ben şahsen, benim ve ailem için bu ülkenin herhangi bir yerinde düşmanla savaşarak gazi olmuş veya canını vermiş her gence minnettarım. allah onlardan razı olsun. her yediğim lokmadan onların hakkı vardır. ben, bu ülkeye hizmet etmekle yemin etmiş olsalar da, yasalarını tanımayan, ortalığı karıştırmaktan zevk duyan, hırsızlık abidesi, rant taciri politikacılar için değil bu gençler olduğu için kendimi hala bu ülkenin vatandaşı ve bireyi gibi hissediyorum.
  • okurken topluluk arasında ağladığım anlaşılmasın diye gizlenmeme sebep olan yazıdır.

    --- spoiler ---

    sehidimizin yıkanırken gozunde gelen yas anı benimde yaslarima sebep olmustur , allah mekanını cennet etsin.

    bir de halasının cenazeye giremedigi bölümü okurken icimden "ne olur girmis olsun ne olur girmis olsun diye dua ederken buldum kendimi, hala cenazeye giremezken onun yerini alan beyaz yakali yalakalar, siyasetçiler,burokratlar midemi bulandırdı. aldığı siyasi karalar sonucu gerceklesen olaylara, cenazelere 500 koruması ile katılanların gece nasil uyuyabildiklerini dusunup durdum.

    orada midesizler yuzsuzler duruken, gazilerimizin yuzune nasil bakarim kucucuk yarayla nasil gazi olurum diyerek gazilik hakkini geri ceviren cengaverimizle , bu soysuzlarin ayni topraklarda nasıl yetisebildigini birde.
    --- spoiler ---

    yalnız anlamadıgım ,benim bildigim sehitler yıkanmaz , "onlar cennetlik ve tertemizdir, pis ellerinizle onları kirletmeyin" manasında. bilen varsa yesillendirsin
  • sağolsun, sayesinde yiğit bir türk subayını tanıdığımız yazı.

    acıları da tazelemiştir..

    sevdiği, saydığı, sürekli muhabbet ettiği kişinin cenazesine siyasiler yüzünden yanaşamayan, tabutunu taşıyamayanlardan birisiyim. şehit düştüğü göreve çıkmadan bir kaç gün evvel makara yaptığımız adamın yanına, cb korumaları yüzünden yarım saatte zor yaklaştım. öz ablasını itip kaktılar, pek çok akrabası, dostu, seveni siyasiler ve korumaları yüzünden yaklaşamadı. cb gelip elini tabuta koydu, konuştu da konuştu.. sonra yolları kesip defin için cenazeyi aldılar. kesilen yol nedeniyle define de yetişemedik. ne zaman ki, çekip gittiler, ancak o zaman mezarı başına ulaşabildik..

    yani bu aziz kardeşimizin ailesini, sevenlerini gayet iyi anlıyorum. yılmaz özdil gayet güzel izah etmiş.
  • turnusol kağıdı gibi yazıdır.

    yazıyı beğenmeyip burun kıvıranlara bi bakın; ya pkk'lıdır, ya da türkiye ve türk düşmanıdır.

    yazının başarısı bu tipleri rahatsız etmiş ki hemen propagandaya başlamışlar.

    bizim de günümüz gelecek hainler!!
  • bu yazıya "savaş güzellemesi" diyenler ya akıl yoksunudur ya da selahatin demirtaş'la aynı safta yer tutuyordur(gerçi ikisi deaynı kapıya çıkıyor).

    yazının yazılmasında en büyük emeği kıbrıs'ta beraber çalıştığı bir devre arkadaşı sarf etmiştir. yılmaz özdil'in kendiliğinden yazdığı bir yazı değildir bu.

    "enes demir'in yakınlarından sadece dayısı ve teyzesi içeri alınacak" dediğini hatırlıyorum bir polisin, bir de protokol gelecek diye diğer şehidimizin(bkz: doğukan tazegül) amcasının arka sıraya gönderilmeye çalışılması sırasında "sadece baba kalsın" bağırışlarını.

    eljanna ise hikayenin en yıkıcı kısmı. kim bilir ailelerine bu ilişkiyi kabul ettirmek için ne çabalar sarf ettiler. birbirlerini görebilmek için nelere katlandılar. birkaç ay önce öğrenci değişim programıyla türkiye'ye gelmişti eljanna. evleneceklerdi. kıbrıs'taki karşılaşmamızda güler yüzlü, neşeli, samimi bir insan izlenimi bırakmıştı bende.artık adını duyduğumda facebook profilinde enes'le beraber çekindikleri fotoğrafı ve cenaze günü siyah uzun montunun yüzünü örten kapişonu altından duyulan hıçkırıkları geliyor aklıma.

    umarım enes'in ve diğer kardeşlerimizin boşu boşuna hayatlarını kaybetmediklerini görmek nasip olur bizlere.
hesabın var mı? giriş yap