• şükrü erbaş ın ömür hanımla güz konuşmaları

    …ve güz geldi ömür hanım. dünya aydınlık sabahlarını

    yitiriyor usul usul. insanın içini karartan bulutların seferi var

    göğün maviliğinde. yağmur ha yağdı ha yağacak. in-

    cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.

    hüznün bütün koşulları hazır. nedenini bilmediğim bir

    keder akıyor damarlarımdan. kalbimin üstünde binlerce

    bıçak ağzı… ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,

    yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir

    engebeler atlası. yaşamak bir can sıkıntısı mıdır ömür

    hanım?

    her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? acıyı

    görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek

    kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,

    umuttan, sevinçten ne anlar? göğü görmeden, denizi gör-

    meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? bir güz dü-

    şünün ki ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,

    böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? başlamanın bir

    anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa

    başlangıcı olmak değil midir? yaşamı düz bir çizgide tut-

    mak tükenmektir. yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı

    aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların

    sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik

    olur tükenmek değil de?

    yağmur yağıyor ömür hanım…gökten değil, yüreğimin

    boşluğundan ömrümün ıssız toprağına…ve ben sonsuz

    bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-

    diyorum. seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-

    tından?

    dönelim…dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır

    çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü

    kabuklarına sığınmaktır…olsun dönelim biz yine de. bi-

    lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.

    evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın

    görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-

    nelim. ölçüsüz yaşamak bize göre değil ömür hanım.

    büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. küçücük

    avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın

    binlerce engeli yığıldı önümüze. hangi birini yenebilirdik

    bunca olanaksızlık içinde. umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi

    öğrendik böylece.

    yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı ömür hanım.

    bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.

    sahi nedir yaşamın anlamı? geriye dönüyorum sık sık

    yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır

    yükler aldığı zamanın derin denizlerine. bakıyorum umut

    karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka

    ne ki? yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi

    içine alan kocaman bir yanılsama… değil mi yoksa?

    öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,

    özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. koşullarım beni

    oluşturdu ben acılarımı buldum. herkes gibi yaşasaydım

    eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi

    avutmaya beni. bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir

    yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice

    eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-

    rolmaya, ‘dar çevre yitikleri’nde önem kazanmaya…

    oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının

    eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla

    dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. öyle bir tüketmek

    ki, sonucu yepyeni bir “ben”e ulaştırırdı beni, kederli dal-

    gınlığımdan her döndüğümde…bir ben ki tüm ilişkilerin

    perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-

    kınlıklarına insanların. kim kimi ne kadar anlayabilir

    ömür hanım?

    susmak yalnızlığın ana dilidir, ömür hanım, şiiridir, beni

    konuşmaya zorlama ne olur. sözün sularını tükettim ben,

    kaynağını kuruttum. geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-

    reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük…yalnızım

    ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-

    ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım…sularım

    toprağa sızıyor bak. yüzümü geceler örtüyor. binlerce taş

    saklanıyor içimde. kim kimin derinliğini görebilir, hem

    hangi gözle?

    kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko-

    nuşuyorlar ki…bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?

    dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? düşlerinden

    mi yoksa gerçeğinden mi? ve kaç kapıdan geçip yerini

    bulur bir başka insanda? yerini bulur mu gerçekten? sözü

    yasaklamalı ömür hanım yasaklamalı…kimsenin kimseyi

    anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne

    işe yarıyor ki? olanağı olsa da insanların yürekleri ko-

    nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten

    olurdu. aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. yanılıyor

    muyum? olsun. yanıldığımı biliyorum ya…

    yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. kurşun

    aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.

    belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. sessizlik

    sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü,

    iç zenginliği verir insana. dünyanın usul usul ağaran o

    puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin

    akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. anlık

    izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,

    kalıcı ömürlüdür…alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi,

    bizi değişmek çirkinleştirir de.

    kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir

    adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz

    olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. istemenin kuralı

    yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya-

    şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız,

    ne yerinde ne yersiz…

    biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par-

    çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. en büyük hü-

    nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı

    kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak…kıyılarımız duy-

    gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;

    ufuklarımızsa sisler içinde…o kıyısız gökyüzü nasıl sığar

    küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen-

    cereye…nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? ve nedir

    ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir

    içimize. çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek,

    bu ezbere yaşamla.

    dünya bir testidir, de, ömür hanım, ömür bir su…sızar

    iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir

    yudum mutluluk için. ve bir gün ölümün balkonundan…

    dökülür toprağa el içi kadar bir su. yerde birkaç damla

    nem, bir avuç ıslaklık…ölümü bilerek nasıl yaşar insan,

    geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün

    acıların anasıdır, de…

    sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. değişik şeyler

    söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. yıldım ömrümün ka-

    lıplarından. beni duy ve anla.

    yağmur dindi ömür hanım. gökyüzü masmavi gülümsedi

    yine. doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. umudun

    ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi

    atlasından. ne aldanış! bulutların rengi mavi-beyaz mıdır,

    kurşuni-külrengi mi yoksa?

    gökyüzünü öpmek isterdim ömür hanım, gözlerimle değil

    dudaklarımla. yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-

    maktan. delilik mi dedin? kim bilir…belki de yerde sü-

    rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir

    aykırı olmak duygusu. gökyüzü de olmak isteyebilirdim

    değil mi? kim ne diyebilir ki?

    kimseler görmedi ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.

    içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş

    ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim

    olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,

    ben geçtim…yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir

    saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,

    ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. beni cam kı-

    rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü

    ve dağınıklığı ile… yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.

    ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. saatlerce dayak

    yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. ürperiyorum. bir

    at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-

    kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. içimde bir çocuk,

    yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş

    umut ölülerini çiğneyerek. sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,

    yanılmış bir çocukluk olmasın ömür hanım?

    ankara, güz/1983
  • şükrü erbaş'ın ömür hanımla güz konuşmalarıyla hayatımıza giren edebi bir karekter olmasının yanı sıra yaşıyoruz sessizceyi açan şiirin adı:

    ömür hanım

    güzelliğin geçici olmadığını senden öğrendim
    emeğin aşktan büyük bir hazine olduğunu senden
    zaman, kaküllerinden doğar topuklarından batardı
    al yeşil soluğum, yarasına döndüğüm, sözümün sahibi
    sevmenin, dünyayı sevmek olduğunu senden öğrendim.
  • ve güz geldi ömür hanım..dünya aydınlık sabahlarıni yitiriyor usul usul..

    diyecek daha ne kalabilir ki..
  • ömür hanımla güz konuşmaları ..

    .ve güz geldi ömür hanım. dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. insanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. yağmur ha yağdı ha yağacak. in- cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. hüznün bütün koşulları hazır. nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. yaşamak bir can sıkıntısı mıdır ömür hanım? her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? göğü görmeden, denizi gör- meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? bir güz dü- şünün ki ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? yaşamı düz bir çizgide tut- mak tükenmektir. yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de? yağmur yağıyor ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi- diyorum. seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka- tından? dönelim...dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...olsun dönelim biz yine de. bi- lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö- nelim. ölçüsüz yaşamak bize göre değil ömür hanım. büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece. yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı ömür hanım. bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. sahi nedir yaşamın anlamı? geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama... değil mi yoksa? öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va- rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya... oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal- gınlığımdan her döndüğümde...bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya- kınlıklarına insanların. kim kimi ne kadar anlayabilir ömür hanım? susmak yalnızlığın ana dilidir, ömür hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. geriye bir büyük sessizlik kaldı yü- reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...yalnızım ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka- ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...sularım toprağa sızıyor bak. yüzümü geceler örtüyor. binlerce taş saklanıyor içimde. kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle? kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko- nuşuyorlar ki...bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? yerini bulur mu gerçekten? sözü yasaklamalı ömür hanım yasaklamalı...kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? olanağı olsa da insanların yürekleri ko- nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. yanılıyor muyum? olsun. yanıldığımı biliyorum ya... yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. sessizlik sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü, iç zenginliği verir insana. dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de. kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. istemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya- şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz... biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par- çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. en büyük hü- nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...kıyılarımız duy- gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; ufuklarımızsa sisler içinde...o kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen- cereye...nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla. dünya bir testidir, de, ömür hanım, ömür bir su...sızar iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. ve bir gün ölümün balkonundan... dökülür toprağa el içi kadar bir su. yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık...ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de... sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. yıldım ömrümün ka- lıplarından. beni duy ve anla. yağmur dindi ömür hanım. gökyüzü masmavi gülümsedi yine. doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. ne aldanış! bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa? gökyüzünü öpmek isterdim ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı- maktan. delilik mi dedin? kim bilir...belki de yerde sü- rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? kim ne diyebilir ki? kimseler görmedi ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim...yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. beni cam kı- rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... yükümü yanlış bedestanlara çözdüm. ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. ürperiyorum. bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so- kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. içimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın ömür hanım? ankara, güz/1983

    şükrü erbaş
  • "ömür hanım...
    içinden geçmediğin zaman
    içinden geçmediğin söz
    içinden geçmediğin rüya
    sana karşı işlediğim
    bir unutma suçudur."

    //şükrü erbaş//
  • kim kimi ne kadar anlayabilir
    ömür hanım?
    kim kimin derinliğini görebilir, hem
    hangi gözle?

    şükrü erbaş
  • ciğer bırakmayan şiir.
    "kim kimi ne kadar sevebilir?"
  • beğendiğim tek şiir
hesabın var mı? giriş yap