• genellikle ruh sagligi bozuk cocuklar, karar veremeyen cocuklar, degerleri birbirine girmis cocuklar.
  • "darbe dönemiydi. ünivesiteden evli arkadaşımın hamile olduğunu çok yakında anne
    olacağını öğrenmiştim. bu dönemlerde eşi ile birlikte bazı sol hareketlere katılmış,
    tutuklanmış, eşi gözaltındayken kaybolmuş, kendisi serbest bırakılmıştı.

    acılarla dolu son aylarında daha çok yakınlaştık daha iyi arkadaş olduk kimsesi yoktu.
    doğumuna az bir zaman kala bebeğini bana emanet etti. kabul etmedim onu kendin büyüteceksin
    dedim. tabi neler olabileceğini bilmiyordum.

    bir erkek bebek doğurdu arkadaşım ve evladına doyamadan tutuklandı. tıpkı eşi gibi
    kayboldu yitip gitti. bu sefer bebeğin peşine düştüler, aramadıkları yer kalmadı. çocuğu devlet
    büyütecek dediler. vermedik veremedik.

    yakalanırım korkusuyla hemen anlaşmalı bir evlilik yaptım. oğlumun annesi ve babasının
    arkadaşları yardım ettiler, doğum raporu bile hazırdı.

    artık bir çocuğum olmuştu. yüzüne baktığım zaman hep ağladığım, her şeye lanet ettiğim ve en önemlisi
    çok sevdiğim.

    beraber büyüdük biz oğlumla. hiç bir zaman söyleyemedim gerçekleri, anlatamadım. kendimi
    onun yerine koydum da katlanamadım bazı gerçeklere o nasıl katlanır?

    kadere bak oğlum şimdi tarih öğretmenliği yapıyor. geçmişi öğretiyor, geçmişini bilmeden...
    anlatamadığım geçmişini"

    bazıları bahtsız çocuklardır.
  • yaşamın nasıl bir deger oldugunun,
    karanlıkta duyulan çığlıkların sadece korku filmlerinde olmadıgının,
    hüküm yemeden de,
    adı hapis olmadan da kapalı kalınabileceğinin,
    bir bez bebeğin, radyodaki arkası yarının ne kadar da değerli olduğunun,
    bayat ekmek ve tüp alabilmek için kuyruğa girmenin nedeninin parasızlıktan çok daha fazla anlamı olduğunun,
    hasan mutlucanın ne anlama geldiğinin...

    ve daha nice gercekliğin, yaşanmışlığın, yaşam için savaş vermenin,
    voltran oluşturmaktan, barbielere elbise giydirmekten, playstation oynamaktan, marketlerde çikolataların arasında seçim yapamamaktan, değer bilmemekten, değer vermemekten, bir bilgisayara hapis olmaktan...

    çok daha farklı insanlar yetiştirdiğinin farkındalığını taşıyan son nesil çocuklardır...
  • en başından başlamalı, 30 yıl öncesinden, sokakları arşınlamak dışında gailemiz olmadığı o uzak günlerden. tek derdimiz karnımız acıktığında ya da çişimiz geldiğinde eve gitmek zorunda oluşumuzdu, malum her daim "yeter o kadar oynadığınız, biraz da evde otur." diyecek bir anne mevcuttu o evlerde. bunun da kolayı vardı; acıkan, susayan, sıkışan diğer arkadaşın evine giderdi. her annenin hükmü kendi çocuğuna kadardı.

    sokak saltanatımızı sekteye uğratan üç şey; trafik kazaları, sağ-sol çatışması ve sokağa çıkma yasağıydı. o zamanlar motorlu araç sayısı çok az olduğundan çarpacak araç bulamayan şoför amcalar çoğunlukla yayalara, bazen de patlamış frenleri yüzünden evlere çarparlardı. kısa süre içerisinde toplanan kalabalık, derdest edilip hastaneye kaldırılan yaralı ya da ölüler, olayın görgü tanıklarının bitmek bilmez ifadeleri, konuşmalar, yorumlar, ahkam kesmeler derken annelerimiz beklenen ültimatomu verirdi; "doğruuu eve, yok size sokak mokak.". bir şoförün kaza yapması bize ev hapsi bilemedin en hafifinden bahçe hapsi olarak geri dönerdi. allahtan balık hafızalı türk halkının birer ferdi olan annelerimizin kısa süre içinde yemek, çamaşır, temizlik derdine düşmesiyle mahkumiyetimiz sessizce sona ererdi.

    sağ-sol çatışması bizim için; abilerin ve ablaların gece biz uyurken duvarlara birşeyler yazması, kapıya gelip gazete satması, kimi zaman duyduğumuz silah sesleri, yolda çevrilip "sağcı mısın, solcu mu?" diye sorulmasıydı. arada bir ""çatışma olacak, sokağa çıkmayın!" diye haber yayılırdı mahallede. iki ucu tepelik ortası çukur caddemizin bir ucundan solcular bir ucundan sağcılar yürüyüşe geçer ortada buluştuklarında kıyamet kopardı. herkes dağılıp ortalık sütliman olduğunda sokak sırası bize gelirdi. sağımı solumu yeni yeni öğrendiğim o günlerde sokağın sağından gelenlere sağcı, solundan gelenlere solcu denildiğini zannederdim. gerçi yolun karşısına geçtiğimde sağ-sol birbirine karışıyordu ama ne gam, onlar gittiğinde sokağın sağı da, soluda bize aitti.

    içlerinde en az can sıkanı askerlerin sokağa çıkmayı yasaklamasıydı. annelerimizin sokak yasağından daha az ciddiye alır, yine de ilk fırsatta dışarıya çıkardık. çünkü bir grup asker tarafından enselensek bile, en fazla fırça yiyip eve yollanacağımızı bilirdik.

    yıllar sonra üniversite okumak için başka bir şehire gittim. türkiye'nin dört bir yanından gelen onlarca arkadaşım oldu, hepsinden farklı şehirleri, adetleri, yemekleri dinledim. birgün birkaç arkadaş konuşurken içimizden biri muhatabının kim olduğunu anlamadığım birilerine kızmaya başladı. konuya öylesine yabancıydım ki ne dediğini anlayamıyordum, bir fanusun içinde büyütülmüştüm sanki. o fanusta farklıları kovalamak, renkleri değer sırasına koymak, etiketleri insandan üstün tutmak gibi misyonlar yoktu. dayanamadım sordum sonunda. "bu ülke benim halkımı, benim topraklarımı hor gördü, geri bıraktı." dedi. önce anlayamadım, etraflıca sormaya da utandım. boş gözlerle baktığımı gören diğer arkadaş " arkadaş kürt de." dedi. hala bir şey anlamamıştım ama ağzımı açıp salaklığımı iyice belli ederim diye sustum. kürt arkadaşım " mesela ben diyarbakır'lıyım, diyarbakır'da hamburger yemişliğim yok. ilk kez burada nasip oldu yemek. böyle bir sürü şey daha düşün, her şeyden uzak yaşıyoruz " dedi. kafam iyice karışmıştı. ben de güya başkentte büyümüştüm ama hamburger yemenin bir kriter olduğunu bilmiyordum, hiç yememiştim. utandım, söyleyemedim. hamburgeri de oldum olası sevemedim zaten, gül gibi köfte ekmek varken.

    şimdi ortalıkta açılım, örgüt, darbe lafları dolaştıkça bunlar geliyor aklıma. bu ülkenin insanlarının hamburgerden sebepler yüzünden birbirine bu kadar yabancılaşmasına anlam veremiyorum. hala o saf çocuk halimle; ırkın, dilin, dinin sözkonusu para olduğunda bir hiç olduğunu, parası olanın borusunu öttürüp, olmayanın birbirine kırdırıldığını ne zaman anlayacak bu halk merak ediyorum.
  • şu an mecliste o.. çocukları gibi kullanılıyor bu ifade. muhalefet iktidara 12 eylül çocuğusunuz dedi. iktidar milletvekili sataşma var diye söz aldı 12 eylül çocuğu sizsiniz dedi.
    (bkz: vatandaşı olmasan aslında eğlenceli ülke)
  • biz geri zekalı büyüklerimiz gibi 12 eylül'ün çocukları olmayı red ediyoruz. 12 mart'ın ezdiği kesimin çocukları da olmayacağız. biz kendimizi doğrudan doğruya mustafa kemal'e bağlıyoruz. ingilizlerin ifade ettiği üzere "tehlikeli, devrimci, milliyetçi" adama bağlıyoruz. biraz can yakmak istiyoruz. bizim çok yandı.
hesabın var mı? giriş yap