• allahın isimlerinin başına getirilerek insan ismi yapılır..abdullah abdulkerim abdullatif abdulmuttalip gibi..
    zira bu ek kullanılmadan kullanılan/koyulan isimler caiz diildir..
    çocuğunuza rahim ismini koymanız bu sebeple yanlıştır..
    abdulrahim olmalıdır..
  • (bkz: paula abdul)
  • abd-ul-... $eklinde kullanilan tamlama.
    abd: kul
    abdullah: allah'in kulu
  • bu kelime ile başlayıp devâm etmeyen isim de vardır. evet, abdül ile başlar ama devam etmez. yalın hâlde "abdül".

    neyin kulu olduğu belli değildir. herhalde daha çok nüfus cüzdanından din hânesi kaldırılsın ya da çocuk büyüyünce dînini kendisi seçsin diyenler için biçilmiş kaftandır bu abdul ismi. belirsizliğin belirsizlik olduğunu illâ da belirtmek için abdülnull denebilir bunun yerine.

    edit: efendim, sırf bu edit'i yapabilmek için bi yığın entry girip sonra da edit'i yapmadan yatmaya gidiyordum. şimdi; abdulnull olmaz. idgam-ı şemsiye gereği abdünnull olması gerekir, bunu da bu vesîle ile düzeltmiş olalım.
  • bugün elime geçen dr berrin köse tarafından kaleme alınmış enteresan bir yazıdan :

    " sayın murat yetkin’in 8 eylül 2006 tarihinde radikal gazetesinde yayınlanan yazısı “hoş bulduk abdullah”, beni geçmiş yıllara götürdü. “abdul” la tanıştırıldığım yıllara...

    murat yetkin sözkonusu yazısında alman dışişleri bakanı frank-walter steinmeier’in 7 eylül 2006 tarihinde çırağan sarayı'nda dışişleri bakanı abdullah gül ile konuşmasını söz konusu ediyor. anlaşıldığı kadarı ile frank-walter steinmeier, sayın abdullah gül'ün sıcak hoşgeldin konuşmasına "hoşbulduk abdul" diye yanıt vermiş. yazıda belirtildiğine göre isim, bu kısaltılmış hali ile dinleyiciler arasında bulunan sayın mehmet ali birand ve sayın yetkin’in kulaklarına hiç de itici gelmemiş. sayın yetkin bu ince hareketi (!) türk ve alman dışişleri bakanlarının arasından su sızmadığının bir göstergesi olarak algılamış ve bunu da türk halkına aktarma ihtiyacı duymuş.

    iyi de etmiş! aksi taktirde, türk halkı olarak batının bizlere ne yüce duygular beslediğini öğrenmekten mahrum kalacaktık!

    peki, ülkemin önde gelen köşe yazarları ve bu “ince davranışa” söz konusu olan bakanımız “abdul” adını bu denli kabullenmişken bana ne oluyor da huzursuzluk duyuyorum bundan?

    ***
    yıl 1993, batı avustralyada curtin university of technology’de, ırkçılık nedeni ile her anında ayrı bir savaş verdiğim doktora çalışmamın üçüncü yılındayım. tez danışmanım, benim bu zorlu savaşım sırasında danışmanlık görevini “keyfi” bir nedenle bırakıyor. tüm çabalarıma karşın okulun bu keyfi davranışı engellemesini sağlayamıyorum. hayatım bu yeni gelişme ile daha da çekilmez bir duruma geliyor. bir gün okulda çalışırken tanımadığım bir bayan yanıma yaklaşıyor;

    “merhaba, ben senin yeni tez danışmanınım”. şaşırıyorum...
    “adım i.a. sen de berrin olmalısın”
    “evet”
    “bundan sonra birlikte çalışacağız. sahi, hangi ülkedendin?”
    “türk’üm”
    “haaaa, “abdul” yani!”
    “anlamadım! “abdul” de kim?”
    “biz size “abdul” deriz de!”
    “siz kimsiniz?”
    “batılılar”
    “peki “biz” kimiz?”
    “müslüman türkler”

    elimde tuttuğum kalın istatistik kitabını masanın üzerine fırlatıyorum. kitap masanın üzerinde hızla kayarak büyük bir gürültü ile duvara çarpıp duruyor.

    “göstereceğim sana türk’ün kim olduğunu!”

    yeni tez danışmanım yanımdan ayrılır ayrılmaz o günkü çalışmamı yarıda bırakıp okuldan çıkıyorum. akşam geç vakte kadar şehirdeki kütüphaneleri dolaşıyorum. “abdul” ün neyi temsil ettiğini öğrenmem gerekiyor. hissediyorum “iyi” biri değil. ama kim? nasıl bir kimliği var bu “abdul” ün? ya da “batı” nın gözü ile nasıl görünüyoruz? öğrenmek zorundayım...

    takip eden günlerdeki aramalarım da sonuç vermiyor. çok üzülüyorum. o hafta sonu büyük bir can sıkıntısı ile şehirde dolaşırken ikinci el kitap satan bir dükkanda buluyorum kendimi. kitaplar arasında yorgun dolaşırken gözüme birden bir kitap ilişiyor, gallipoli. yazarı, alan moorehead. kalbim yerinden fırlıyor. ya “abdul”e rastlarsam. sayfalara hızla göz atıyorum. evet, işte orada... abdul... batının gözündeki bizler yani...

    gördüğüm resim beni çok üzüyor... ama şaşırmıyorum...

    ***

    kitapta, türklerin tanımı şöyle yapılıyor; türklerin canavarca ve insani olmayan bir yanları vardır, zalim ve kötülük saçan aşırı tutucu insanlardır, her türlü kötülüğü ve vahşiliği yapma eğilimleri ve güçleri vardır (sayfa 149, paragraf 2).

    kitapta tanımı verilmeyen ve “abdul” resmine de yansıtılamayan daha neler var? öğrenmeliyim...

    daha sonra çok samimi olduğum bazı avustralyalı arkadaşlarıma soruyorum “abdul”ü. utana-sıkıla, “aptal, uyuşuk, bir işe yaramaz, tembel, güvenilmez ve çok pis” sıfatlarını sıralıyorlar türkleri temsil ettiği iddia edilen “tip” ile ilgili olarak.

    ***

    günü geldiğinde tez danışmanıma tükürdüğünü yalattırıyorum... aynen atalarımın bir zamanlar “batı”lı işgalcilere yaptığı gibi... o artık gayet iyi biliyor “türk’ün kim olduğunu... bana çok çektiren okulumun yönetimindeki ırkçılar da...

    ama görüyorum ki siyasetçilerimiz “türk” ün kim olduğunu hala öğretememişler batılı meslektaşlarına!

    ***

    alman dışişleri bakanı frank-walter steinmeier’in bu kısaltmayı yaparken kötü bir amacı varmıydı? bunun tartışılması gereksizdir. çünkü türklere “abdul” tiplemesi ile yakıştırılan kişilik özellikleri, hristiyan batının beynine yüzyıllardır kazılmıştır ve hala kazılmaktadır. alman dışişleri bakanının dünya görüşü de, o kültürde yetişmiş bir kişi olarak bu öğreti ile şekillenmiştir. o nedenle bakanın bunu bilmediğini düşünmek en iyimser deyiş ile “saflık” olacaktır. konuk bakanın, diplomatik kimliği ile de böyle bir hata yapma olasılığı yoktur. çünkü, işlerin ciddiye alındığı almanya gibi ülkelerde, diplomasi de son derece ciddi bir iştir.

    bizim bakanımıza gelince...

    gönül isterdi ki kendilerini “osmanlı dönemi”nin tek varisleri imiş gibi görenler, hiç olmazsa “osmanlı tarihi”ni bilsinler... ülkemizin, özellikle de, içinde bulunduğu koşullarda hiçbirimizin “cahil” olma lüksü yok!

    avrupa birliğine girebilme çabalarımız da bu cehaletimizin bir uzantısı olmasın?

    dr berrin köse
    berrin_kose@yahoo.com.au
  • berrin kosenin yazisindan sonra sanirim algida secicilikle seyrettiklerimde bir asagilama ifadesi ile araplara, turklere ve hatta hintlilere karsi kullanildigini gordum bu ismin. lost, scrubs gibi politik acilimi olmayan dizilerde bile bu sekilde kullaniliyorsa bu kelime insanlarin sindirdigi, gunluk yasaminda kullandigi bir kelime olmustur diye dusunuyorum.
  • replikas'in film muzikleri isimli albumunden insanin icini isitan tatli bir meltem esintisi.

    kimseyi gormeyecegim o evin etrafinda
    gebertirim anam avradim olsun gebertirim lan!
    o evin etrafin etrafinda dolanani gebertirim
    gebertirim gordugumu!
    katil etmeyin adami,
    koyumuze kan sicratmayin lan!
    rahat durun lan!
  • mısırda eğitim alıp çanakkalade savaşmak üzere geliboluya getirilen anzac * askerlerinin mehmetçiği tanımadan önce ona taktığı isim...

    türklerin neye benzediğini bilmediklerinden, kendilerine mısırda bulundukları süre içerisinde, türklerin burada görüdükleri araplar ile aynı yapıda insanlar olduğu anlatılmış, anzac askerleri de görmedikleri türk askerini kafalarında cahil, korkak, kaba ve kalleş olarak canlandırıp * *, abdül adını takarak dalgalarını geçmişlerdir..

    taa ki yüzyılın son centilmenler savaşına * kadar...

    bundan sonrası korkak abdülden coni türke uzanır.. iki ülke arasındaki dostluğun ve saygının temellerini atar..

    (bkz: çanakkale savaşları)
    (bkz: gallipoli)
  • alper canıgüz'ün kan ve gül romanındaki entelektüel, devrimci, sosyopat, trol karakter. tam bir yürüyen muhalefet. onun zihninde ölesiye savunduğu bir fikri siz savunursanız bir anda karşı tezler üretebilir ve sizi sinir krizine sokabilir
  • müslüman olmayan bazı kimselerce müslümanları küçümseme amaçlı da kullanılabilen sözcük.
hesabın var mı? giriş yap