• (bkz: imf)
    (bkz: world bank)
    (bkz: uruguay round)
    (bkz: mauritius)
  • the dependency school olarak bilinen, en onemli temsilcisinin andre gunder frank oldugu kalkinma teorilerinden biri.
    diger iki teori icin;
    (bkz: the modernization theory) : (bkz: modernlesme kurami)
    (bkz: world system approach): (bkz: dunya sistemi teorisi)
  • kalkınma ekonomisi alanında çıkış noktasını teşkil eden geri kalmış ülkelerin neden geri kaldığı sorunsalına ilişkin ortaya konan yaklaşımlardan biri olarak andre gunder frank, paul baran ve paul sweezy gibi marksistler sayesinde şirazesine oturabilmiş olan teoridir. buna göre az gelişmiş ülkeler aslında geri kalmış kapitalist ülkelerdir. bunların geri kalmış olmasının sebebi de küresel tekelci sermayenin kendisidir. bunlar ara mal niteliği taşıyan unsurların üretim tekelini elinde bulundururak sağladıkları piyasa hakimiyetiyle ve az gelişmiş ülkelerin sağladığı ucuz iş gücünden yararlanmak suretiyle, yan sanayi ve montaj sanayi özelliği taşıyan alanlarda konuşlanmış olan az gelişmiş ülkelerdeki işbirlikçi burjuvalarla el ele verip çağımızın sömürgecilik hareketini icra ederler. böylece dünyada herkesin nasiplenemediği uygarlığın da, az gelişmişliğin de yükünü proleterler ve yarı-proleterler çekmiş olur.

    (bkz: emperyalizm kapitalizmin en yüksek aşaması)
    (bkz: dünyanın bütün işçileri birleşin)
  • bu teoriye göre, fakir ülkeler hammaddelerini zengin ülkelere satarlar. bu ülkeler aldıkları bu malları kendi fabrikalarında işleyerek kullanılabilir bir duruma getirip gelişmekte olan ülkelere geri satarlar. ancak aradaki ‘katma değer’ farkından dolayı önceki fiyatından daha pahalıya satılır. böylece fakir ülkeler yaptıkları ihracatlardan sürekli zarar ederler. bu nedenle radikal teorisyenlere (andre gunder frank 1969,1977 and samir amin 1976,1990) göre fakir ülkeler kapitalist dünya pazarıyla ilişkilerini tamamen kesmeliler ya da en azından bir sınır koymalılardır.
    diğer taraftan ılımlı teorisyenler (cardoso and faletto 1979) kapitalist dünya pazarı eleştirilerinde daha az şiddetlidirler. onlara göre gelişim kapitalist düzene bağımlı olarakta mümkündür.
    üçüncü dünya ülkelerinin sanayileşmiş ülkeler tarafından sömürülmeleri kazara olmuş bir drum değildir.
  • az gelişmiş ülkelerin gelişmiş toplumların değer yargılarını transfer ve taklit ederek gelişebileceklerini varsayan iyimser yaklaşımlara karşıt olarak doğan teori.
    yeni iletişim teknolojilerinin transferinin modernleşme için yeterli olmadığını düşünen bu yaklaşım, şu sorulara yanıt arar:

    - az gelişmiş ülkeler iletişim teknolojilerini gerektirecek, doyuracak ve yaşama geçirecek alt yapıya gerçekten sahip midir? teknoloji transferinden daha önemli ve öncelikli sorunları yok mudur?
    - az gelişmiş ülkeler yeni teknolojileri kendileri üretmek yerine transfer etmeleri nedeniyle gelişmiş ülkelere bağımlı hale gelmezler mi?
    - iletişim teknolojileri esasında toplumun geneli için değil, bir bölümü için refah sağlayacak araçlar değil midir?
  • marksizm'den, neo-marksizm'den etkilenmis siyaset teorisi..

    az gelismis ulkelerin sorunlarinin(siyasi-toplumsal-ekonomik) sanayilesmis, gelismis, emperyalist ulkelerin empoze etmesinden oturu kaynaklandigini one surer. teorisyenlere gore latin amerika ulkelerinin, ekonomide kalkinmasina, siyasette ilerlemesine en buyuk engel, abd ile aralarindaki bu bagimlilik iliskisiydi, abd; latin amerika'nın kaynaklarini somuruyor, askeri mudahalelere fon saglayip orgutlenmelerde rol aliyor(cia), cokuluslu sirketler(united fruit company) ile ulkelerin icislerine, ic politikalarina karisiyorlardi. , bunun onune gecmek icin ise ulkeler kapitalist marketten cikmaliydilar.. bu yaklasim, ekonomik nedenselciliki ve somuru, darbe, sirketokrasi, emperyalizm gibi ideoloji yuklu kavramlari gereginden fazla kullanarak, indirgemeci olarak, ic politikadaki toplumsal degisimler ve karmasik iliskileri gozardi etmekle elestirildiler.

    (bkz: jacobo arbenz guzmán)
    (bkz: 1954 guetamala darbesi)
    http://history.state.gov/…ments/frus1952-54guat/d11
    http://lenta.ru/news/2011/10/21/guatemala/
  • 1960'lı yıllardan itibaren batılı ülkelerin üçüncü dünya ülkeleri ile olan ilişkilerini köktenci bir tarzda eleştiren yaygın anlayışın teorisidir. bu teori kendine temel olarak iktisadi emperyalizmi alır ve az gelişmiş ülkelere yapılan yardımların asıl amacının yoksul milletleri, yardım veren ülkenin iktisadi kıskacına almak olduğunu ileri sürer. bağımlılık teorisi abd ve avrupa topluluğu üyesi ülkelerin sömürgeci iktidarını sağlayan kuvveti kaybetmediği görüşünü esas alır. günümüzde bağımsız latin amerika, afrika ve asya ülkeleri üzerinde sömürgeci devletlerin büyük siyasi kontrolleri söz konusudur. bu kontrolü siyasi kararlarını açıktan bildirerek değil, iktisadi baskı uygulayarak ve kendi üstün pazarlama güçlerini uluslararası ticarette zengin ülke lehine kullanmak suretiyle yaparlar. bu durum uluslararası siyasi ve iktisadi ilişkilerde "yeni sömürgecilik" kavramı ile ifade edilmektedir. bağımlılık teorisi, çok uluslu şirketlerin siyasi otoritelerinin kararlarına nasıl etki edebildiğini de göstermiştir. yoksul ülkelerin ham madde kaynakları bağımlılıklarının nedenleri olarak görüldüğünde, bağımsızlığın da kendi kaynaklarını değerlendirmede üstün
    bir teknolojiye ulaşmadıkça sağlanamayacağını ifade eder.
    bağımlılık teorisi başta doğu ve afrika ülkeleri olmak üzere geri kalmış ülkelerin geri
    kalmışlığının temel nedeninin batılı-gelişmiş ülkelerin yararlanabileceği şekilde oluşmuş olan ekonomik sistemden kaynaklanan dış etkiler olduğunu savunur.
    tüm dünyanın birbiriyle bağımlı ve bağlantılı bir sistem oluşturduğu varsayımıyla hareket eden, ekonomik ilişkiler ve altyapıyı öncül güç olarak kabul eden teori daha sonra başta uluslararası ilişkiler olmak üzere birçok alanda kullanılmıştır. üzerinde en çok konuşulan versiyonu: wallerstein ın 1974 yılında yayınladığı modern dünya sistem isimli kitabında tanımlanan dünya sistemleri teorisidir. bu teoriye göre dünya ülkeleri core, periphery ve semi periphery olarak üç gruptan birinde yer almaktadırlar.
    merkezde yer alan ülkeler sanayisi gelişmiş, ham madde alan ve sanayi ürünü ihraç eden ülkelerdir. (atlantik kıyılarındaki kuzeybatı avrupa ülkelerinden oluşan merkez ülkeler) güçlü bir devlet aygıtına sahip, çeşitlenmiş bir ürün ve hizmet sektörüne dayalı ekonomik yapı; eğitimli, kalifiye ve yüksek ücretli bir iş gücü kapasitesine sahiptirler.
    çevre ülkelerse tam tersine sanayisi gelişmemiş, ham maddesini ihraç ederek sanayi ürünleri ithal eden fakir ülkelerdir. devlet zayıf ekonomili, bir veya birkaç ham maddenin üretimine dayalı eğitimsiz, kalifiyesi düşük ve oldukça düşük ücretli bir iş gücü kapasitesine sahiptirler.
    yarı-çevre ülkeleriyse iki arada kalmış, her iki taraftan da bir kaç özellik taşıyan ülkelerdir. merkez ülkelerin ham madde kaynağı olan ve ekonomileri çoğunlukla merkez ülkeleri tarafından sömürülen ülkelerdir.
    kapitalizm bir dünya sistemi oluşturduğu için periferi ülkeleri de merkezin etkisi ve baskısı altındadırlar. siyasal, toplumsal ve ekonomik yapıları etkilenmektedir. merkez ülkelerin lehine çalışan bu sistem, çevre ülkelerinin ekonomik olarak gerilemesinin en önemli nedenidir. sadece çevre ülkelerin iç dinamikleri değil sistemden kaynaklanan dış dinamikler nedeniyle gerileme yaşanmaktadır. kapitalist sistem bu ülkeler üzerinde aktif bir geriletme durumuna yol açmaktadır. bu sistemde gelişmiş ekonomiler, çevre ülkeleri kendi pazarları için üretim yapma konusunda motive veya zora koşmakta bu da çevre ülkelerin pazar, üretim ve tüketim alışkanlıklarını değiştirmektedir. bu sistemin yıkılmadan durması ve kendisini yeniden üretmesi yarı çevre ülkelerin sayesinde olmaktadır. yarı çevre- yarı periferik ülkeler ne merkezde ne de çevreye dahildir. ikisinin de kısmi özelliklerini taşımakta. bu ülkelerin temel görevi çevre ülkeleri merkez adına denetimleri altında tutmaktır. bu ülkeler sanayileşmeyi tamamlayamamış ancak çevre ülkelere göre durumları daha iyi durumdadır. bu ülkelerin fazla ilerleme kaydetmeleri istenmez. genellikle bu ülkelerde merkeze doğru bir ilerleme ve kalkınma görüldüğünde çoğunlukla bu tür ülkelerde siyasal kargaşa, toplumsal huzursuzluk, ekonomik krizler ve gelir dağılımında adaletsizlikler sonucunda toplumsal gerilimler yaşanabilir. bu, gelişmiş ülkelerin fren mekanizmasıdır.
    marksist kökene sahip diğer yaklaşımlarda olduğu gibi, dünya sistemleri kuramı da
    toplumsal sınıflar haricindeki gruplara ve toplumsal cinsiyet, ırk ve etnisite gibi meselelere yeteri kadar önem vermemesi açısından eleştirilmiştir.

    en önemli temsilcileri: ı. wallerstein, fernando cordoso, andre g. frank ve samir amin gibi akademisyenlerdir.
  • tanım: bağımlılık teorisi, modernizasyon teorisinin zıttı bir önermeye sahiptir.
    az gelişmiş ülkelerin gelişememe sebebi uyguladıkları politikalar değildir, uluslararası kapitalist sistemdir, merkez ülkeler çevre ülkeleri sömürdüğü için çevre ülkeler gelişemez.
  • türkiye'nin tekstil sektörü (örnek olması bakımından en önde olan sektör zannımca) üretim makinalarının mülkiyeti üzerinden göbekten alman kapitalistine bağlıdır ve dolayısı ile bağımlıdır örneğin. karının önemli bir bölümünü amortismana (kabaca üretim makinalarının yıpranma payına) ayırmak zorunda olan yerli -sözde- sermayedar ama özünde orta burjuvaziye bile yaklaşamayıp küçüğüne öykünen sonradan görme yüklenici oldukça düşük ücretlerle istihdam ettiği iş gücü ile bir modern "sweatshop" işleyişi içinde artık değerin büyük kısmının kapitaline doğru akmasını seyreder.
hesabın var mı? giriş yap